Kıpırdayamıyordum.
Tanrılar... Bana öyle derinden bakıyordu ki ruhumu alacak ve Rhuzhar'a götürecekmiş gibi hissediyordum. Halbuki Rhuzhar bir üst katımda uyukluyordu.
Yemyeşil gözleri vardı, koyu bir renkti ama o kadar dikkat çekiciydi ki bakışından duvarların arkasına geçsem bile saklanabileceğimi sanmıyordum. Zade beni incelerken içimi görüyormuş gibi hissettirirdi, Ejaronn ise saklansam bile bulacakmış gibi görünüyordu.
Gelmediğim için sinirlenmiş olabilirdi çünkü ayağa kalkmıştı. Geri çekilemedim lakin ona doğru da gidemedim. Hemen karşıma geçti. Normal, insani biçimde yürüdü. Zade kadar uzundu, Zade kadar iriydi. Hatta... biraz ona benziyordu.
Ellerini cebine sokup yüzüme eğildiğinde ruhum ağzımdan çıkıp akacak sandım. Gerçi... böyle bir şey yapabiliyor muydu? Bu draak'ların yaptığı bir şeydi, ayrıca Çukur'un tanrısının.
Dümdüz durdum. Gözleri her hattımda dolaştı, sonra omzumdaki ize daha yakından baktı ve en son boynumdaki ısırığı gördü. Dudağının kenarı pişkince kıvrıldı. "Aa, çok tatlı. Ona kıyamadın mı?" Arkasını döndü. Masadaki elmalardan birisini alıp havaya attı ve geri yakaladı. "Onun Rhuzhar olduğunu bilmiyormuşsun ve artık öğrenmişsin. Yine de besledin mi? Vay canına, insanlar..." Bana döndü, elmayı yakaladı. "Çok aptal." Elma elinde çürüdü, çürüdü... ve en son toza dönüşüp parmaklarının arasından aktı gitti.
Yutkundum, o kıkırdadı.
Masaya yaslandı. Üzümlerden birisini alıp ağzına attı. "Çığlık atacak gibi görünüyorsun. Benden kaçıp Rhuzhar'a mı sığınacaksın? Çok mantıksız." Ellerini birbirine vurdu, tozları temizledi. "Nerede o?"
O tanrıçanın gelme amacı Ejaronn'un geleceğini söylemek değil miydi? Demek ki Zade onu burada istemiyordu. Ayrıca katlanılamayacak birisi olduğunu öğrenmiştim. Yine de bir tanrıydı.
"Bu-burada."
Gülümsemesi yayıldı, ölümcüldü. "Korkma, seni öldüremem. Bakayım," Birden kalkıp önüme geçti ve parmağının ucuyla çenemin altından ittirip yüzümü kaldırdı. Kocaman açılan gözlerime dik dik baktı. "Hmm... göremiyorum. Bunu pek yaşamam doğrusu. Ne zaman öleceğini merak ettim."
Yutkundum.
Başım dönüyordu sanki.
"Zhaal seni neden zincirlememiş ki? Zhaur ve Ulkos'un arasına oturtturur ve oradan çıkarmaz sanıyordum." Organlarım içerde burkuldu, halimi görüp küçük bir kahkaha attı. "Şaka yapıyorum. Tanrılar da şaka yapar Camira."
Gözlerimi kaçırdım.
O ise bakışlarını kıstı.
"Sana böyle diyormuş. Diethar hemen öttü. Camira ve M'rea. Doğru mu bilgilendirildim?" Hayır, yüz yüze kalamazdım. "Cevap ver."
Tanrı rolünü üstlendiği ve sesini bana yankı gibi ulaştırdığı için seçeneğim kalmadı. "Evet, öyle söylüyor."
"Neden gözlerini kaçırıyorsun?" Bu kez o sesi kullanmadı, zaten verecek cevabım yoktu. Yine ellerini arkasında birleştirdi. "Benim kim olduğumu biliyor musun?" Başımı eğdim. "Zhaal ile birlikte çalıştığımı?" Bir daha başımı eğdim. "Onu uyuz etmekten inanılmaz keyif aldığımı biliyor muydun peki? O piçe köpekleri bırakması gerektiğini söylediğim halde yapmıyor. Çukur o kadar dolu ki... içeride de dışarıda da başı ağrıyan ben oluyorum."
"Bunu... bilmiyordum."
"Asırlardır kıçım kıçına dikili ama o yeryüzünde dolaşırken ben oraya buraya koşturuyorum. Benim geleceğimi söylemiş miydi? Melina kesin uğrayıp haber vermiştir." Evet, bu akşam gelmişti ve bir günde iki -düzeltiyorum üç- tanrı benim için çok fazlaydı. "Sana denk gelmem iyi oldu aslında Mira. Zhaal gelene kadar anahtarını tanıyabilirim. Diethar'a seni götürmesi için yalvarmışsın?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖTEKİ
FantasySisin kenarındaki kalede büyüyen Mira, herkesin aksine karanlıkta onu yutmayı bekleyen canavarlardan korkmuyordu çünkü asıl canavarlar kalenin içinde yaşıyordu. Ruh emici insanları öldürüyordu, çocukların korunmaya ihtiyacı vardı. Fakat Mira'nın ası...