Matta. Matta. Matta!
Tanrılar gözlerimi çıkarsaydı, kafamın içine pamuk tıksaydı da şu hale girdiğimi unutsaydım.
Zade'in sol bacağının üzerindeydim, kasıklarına doğru kaykılmış oturuyordum ama diken üstünde gibi görünüyordum. Akıllı bir kız olmuştum, çok usluydum. Ve bir korkak, ruhunun içilmesini beklerken kuklaya dönüşmüş oyuncak.
Zade yemek masasının en başında devasa sandalyede oturuyordu. Burası farklı lezzetlerle donatılmıştı, hiçbirisi canlı ürün içermiyordu. Yani bir insan ortaya yatırılmamıştı. Solunda Shade, sağında Jeffrey vardı. Yani onlar aynı zamanda benim sağımda ve solumdalardı çünkü ben Zade'in tepesinde yemek zorundaydım.
Cusca!
Odaya giren düşünceli kadın minnettar olabileceğim bir elbise getirmişti. Uzun kolluydu, omuzları kapalı olduğu için Zade mutluydu. Tül gibi aşağı iniyordu, kaledeki kabarık eteklerden çok farklıydı. Bence buradaki kadınlar bunu giymiyordu çünkü kendimden başka kimsede böyle bir şey görmemiştim.
Malcolm dedikleri adam ve tanımadığım beş kişi daha buradaydı, hiçbirinin gözlerine bakmıyordum. Görmek istememekten kaynaklı değildi, Zade bakma demişti ve cidden... şu halde kafamı kaldırmak istemiyordum.
Bir saat boyunca yemek yiyeceğiz demişlerdi, daha yarım saat geçmişti. Hayatımın en uzun dakikaları Sam'in yanında geçiyor derdim, sonra Zade ile, sonra sis, Ul'na'nın hikayesini anlatırken izlediklerim ama bu... hiçbiri bu kadar uzun gelmemişti. Sanki yarım saattir değil, bir gündür burada oturuyordum.
Yemeğimi yemeyi yirmi dakika önce bitirmiştim. Midem sırtıma yapışmış olsa da ağzımı açamıyordum. Zade'in tek bacağına dimdik otururken, onun bir eli sürekli üzerimde gezinirken, bir şeyler yemek imkansızdı. Sadece bana "Ye." dediğinde gözümün takıldığı o lokmayı ağzıma atabilmiştim. Onun haricinde sadece su içiyordum.
Beynimi kata'lar yemiş olmalıydı çünkü şu ana kadar Zade'den nefret etmediğimi itiraf ediyordum. Neden mi? Çünkü ondan asıl şimdi nefret ediyordum.
Bana çok kötü davranıyordu. Yokmuşum gibi.
Jeff ve Shade bile bana bakmıyordu. Jeff bu halime şahit olmamak için değil, oyuna uyum sağlasın diye bakmıyordu çünkü ben -Sam'in de bir zamanlar söylediği gibi- değersiz bir şeydim işte.
Elbisemin boynu ve omuzları kapalıydı lakin sırtımda oval bir açıklık vardı. Zade'in parmağı oradaydı. Beni bilerek yan oturtmuştu, parmağının üzerimde gezindiğini Malcolm ve abisi Noah pürdikkat izlemese de elbet görüyor olmalıydılar.
"Kaç gün kalacaksınız?" dedi Noah bardağına uzanırken. O kadar yavaş yiyorlardı ki canım sıkılmaya başlamıştı.
Zade gözlerini kıstı. "Sadece bir gün."
Noah yutkunurken başını sallamaya başladı. "Sisin öteki tarafında olduğunu duydum." Bu adam kimdi, neden Zade'le hem çekinerek hem de sohbet etmeye çalışıyormuş gibi konuşuyordu bilmiyordum. Fakat Zade de onun sorularına çoğu zaman yanıt veriyordu.
Lakin ona ondan tiksiniyormuş gibi bakıyordu. Veya öldürecekmiş gibi. Genel olarak herkese böyle davranıyordu.
Özellikle bana.
Parmağı sırtımda aşağı yukarı kaymadan önce şarap bardağını aldı ve koca sandalyesinde arkaya yaslandı. Başımı kaldırmıyordum, gömleğinin düğmelerine bakıyordum. Yakası açıktı ve sırtından saran o kalın çizgilerin boynunun yanından aşağı indiği görünüyordu.
Yemek yediğimiz odanın kapıları aynı anda açıldı. Elinde sürahiler taşıyan birkaç kişi aynı anda içeri girdi. Herkes birinin arkasına geçti, bardakları neredeyse gözleri kapalı doldurdular. Zade ve benim tepemde dikilen iki kişi sürahiyi göğüslerine çekti, dizlerini kırıp eğildikten sonra öylece bekledi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖTEKİ
FantasySisin kenarındaki kalede büyüyen Mira, herkesin aksine karanlıkta onu yutmayı bekleyen canavarlardan korkmuyordu çünkü asıl canavarlar kalenin içinde yaşıyordu. Ruh emici insanları öldürüyordu, çocukların korunmaya ihtiyacı vardı. Fakat Mira'nın ası...