Bir hafta değil, sekiz gün.
Sisin yavaş yavaş kaybolmaya başladığını seçebiliyordum. Bazı bölgelere direkt olarak güneş ışıkları iniyordu, kimi yerlerde hâlâ karanlık bulutlar süzülüyordu.
Nereye gidiyorduk bana söylememişlerdi ama Jeff benimle üçüncü kez konuştuğunda bir kasaba deyip ya bilerek ya da bilmeyerek ağzından kaçırmıştı.
O benimle her konuşmaya çalıştığında başımı öteki tarafa çevirmek alışkanlık olmuştu. Bunları bana söylediği tek sefer, onun atıyla yolculuk yaptığım bir gündü. Kalan beş gün Shade ile ilerlemiştim, iki gün ise Zade ile. Burada tanımadığım tek kişinin atına binmek için hepsinden önce ayağa kalkıyordum çünkü Shade sessizdi, konuşmuyordu, öksürmediğim sürece bana bakmıyordu.
Ormanın içinden geçerken o buz gibi hava sıcacık olmuştu ve tekrar dondurucu hale dönmüştü. Ormanlar beşinci günde bitmişti, yerini çoraklığa bırakmış ve bir kere daha yeşillere bulanmıştı. Bu değişimin yarısı sis tarafından örtülüyordu, gördüklerimin devamının hayalini aklımda tamamlamak zorunda kalıyordum.
Buradaki bir fazlalıktan farksızdım, çenemi açmamaya özen gösteriyordum. Artık gerçek bir sandık anahtarına dönüşmüştüm. Bir eşyaya. Konuşmaktan aciz birisine. Korkudan değildi, hayır. Sadece geldiğimiz yola bakıyor ve öylece izliyordum. Onlar otururken mümkün olduğunca Jeff'in yanında kalmaya çalışıyordum, alışkanlıktan yapıyordum ama diğerlerinin yanında uyumayı gerçekten istemiyordum.
Sabah Jeff'in beni dürtmesiyle uyandım. Artık boğazımdan aşağı su akmıyordu, yutkunarak kalktığımı görmüştü. Ne olur ne olmaz diye mataraların birisinde su bırakmayı akıl edebiliyordum ve onu içmediğimi görüyorlardı. Bana verdikleri birkaç şişeyi dengeli kullanıyordum ve zulamın sonuna yaklaşmıştım.
Belki de bu geçen sekiz günün en kötü vakti Jeff'in yutkunduğumu gördükten sonra gözlerime bakarak şu cümleleri kurduğu andı. "Özür dilerim, seni bu durumdan bir şekilde kurtaracağım Mira. Bir yolunu bulacağım."
Sisin ötesindeki vakti kastetmiyordu.
Ve ne demek istediğini asla öğrenemeyeceğimden korkuyordum.
Tekrar yola çıkmadan önce Jeff'le at binmek, özrü içimde bir hüzün var etmişti. Shade ise atında öne doğru eğiliyordu, uykusuzluktan gözünü açık tutamıyordu.
Zade başıyla işaret verdiğinde atına doğru gitmekten başka çarem kalmamıştı. Arkama geçti, atı herkesten önce sürdü. Tuniğimi belime sarmıştım, hançerime uzanmamı engelliyordu ama hançeri çıkarmak için bir sebep sunulacağına da inanmıyordum. Hava çok sıcaktı, üzerimde bu saçma sapan yelekle sıcağa karşı durmaya çalışıyordum.
"Kasabaya gittiğimizde bir yatağa uzanabilecek miyim?"
"Uzanacaksın."
"Ne zaman?"
"Birkaç gün." Ağzım kuruduğu için sesim de çıkmıyordu. Bana baktığını hissediyordum. "Belki daha kısa."
Konuşmamız burada sonlandı. Lanet kan emici... söylediği her şey aklımdaydı. Kötülük dağıtmak için iyilik bekleyen birisinden duyduğum sözleri zar zor hazmederdim zaten. Hele ki kolumu ve bacaklarımı koparacağını söylemesinden sonra.
"Şş," Shade birkaç metre öteden elini kaldırdı ve bizi durdurdu. Jeff ve Zade yan yana kaldılar. "Bunu görüyor musun?" Shade başını kaldırıp gökyüzüne doğru bakmaya başladığında ben de görmek için başımı çevirdim ama sadece mavi gökyüzü, birkaç bulut... sis bile tepede değildi, ayaklarımızın kenarında geziniyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖTEKİ
ФэнтезиSisin kenarındaki kalede büyüyen Mira, herkesin aksine karanlıkta onu yutmayı bekleyen canavarlardan korkmuyordu çünkü asıl canavarlar kalenin içinde yaşıyordu. Ruh emici insanları öldürüyordu, çocukların korunmaya ihtiyacı vardı. Fakat Mira'nın ası...