Draak rüyalarıma on beş gündür giriyordu.
Onu gördükten sonra Jeff ve diğerleri bizi bulmuştu, kaleye dönene kadar hiç kimseyle konuşmamıştım. Jeff, güneş bir kere daha batana kadar beni azarlamış durmuştu. Fakat Zade ile gittiğim için değildi, bunu zaten kendisi kabul etmişti. Kaç dediği halde kaçmadığım ve orada hançeri çekip savaşmaya kalkıştığım içindi.
Ya gelmeselerdi?
Aşağı kasabadaki cesetleri gördükten sonra Jeff herkesi toplamış ve dağın üzerine -bana- gelmişti. Sorun olduğunu fark ettikleri an diğerleriyle toplanmaya başlamışlardı, gruplarla patikada karşılaşmışlar ve bizi de alıp kaleye dönmeye karar vermişlerdi. Zade gördüklerimizi açıklarken, draak'ın neden kaçtığını söylerken ötekiler dağın başından hemen gitmek için ter dökmüştü ama abilerim de köy evlerine yola çıkmıştı ve onlar olmadan dönemezlerdi. Bu yüzden beni Zade ile en önden kaleye yollamıştı. Ata binmeden önce bana attığı bakışı hiç unutmayacaktım. Onlar benim canımı kurtarmak için buradaydı, kaç dediklerinde kaçmalıydım.
Fakat ben bir leydi değildim. Canım pek de önemli değildi.
Gördüklerimi ölene dek hatırlayacaktım. O eve girdiğimde tanıştığım en ürpertici varlığın kata olduğunu düşünmüştüm fakat abilerimin görüntüsü bile kata'nın önüne geçmeye yetmişti. O gerçekten organ yiyordu, abilerim ise içeriden kemiriyordu. Lakin draak... işte abilerim bile o görüntüyle kapışamazdı.
Bana dokunmamıştı, yaklaşmamıştı.
Lakin gölge bedeni kulübede oluşmaya başladığında bana sonsuz bir uçurumdan düştüğümü hissettirmişti. Buz gibi bir soğukluğun içine hapsolmuşum ve orada yapayalnız kalacak, bu iç bunaltan adımlarıma kimse eşlik etmeyecek gibi hissettirmişti. Sorun bana dokunması, ruhumu çekmesi değildi.
Ona bakmak bile ruhumun parçalandığını hissettirmişti.
Korkuyu böylesine hissetmek mümkün olmamalıydı lakin çığlık atmadığım için kendimle gurur duyuyordum.
Beni üzen o ölen adamlar, çekilen ruhlar, işittiğim azarlar değildi. Üzüldüğüm, elime bir daha dışarıda dolaşmak gibi bir fırsat geçerse Jeff'in buna kesin hayır diyeceğiydi. Zade'i dinlemediğim için...
Jeff bir hafta sonra normale dönmeye başlamıştı ve Zade'in bana olan tutumu hiç değişmemişti. Sadece dövüşlerimi daha dikkatli inceliyordu, arada sırada uzun uzun baktığını fark ediyordum. Gece birkaç kere kalede yürümeye kalkıştığımda beni yakalamış ve kulağımdan çekerek odama geri koymuştu.
Draak'ı gördükten sonra sessizleştim sanıyordu, halbuki abilerim benim orada olduğumu fark etti mi diye gözlemliyordum ama on beş gündür bana bulaşmamışlardı, imalı laflar etmemiş ve pek görünmemişlerdi. Lord da beni odaya çağırmamıştı, demek ki bilmiyordu. Beni görüp de ona şikayet etmeyen her gardiyana içimden teşekkür ettim.
Öğle vaktinde Jeff ve Zade ile birlikte birkaç ok atışı denemiştim. Jeff bana hedefi vurabildiğim ve kalbe yeterince yaklaştığım için iltifat ediyordu, Zade ise memnun olmamış gibi başını sallıyordu. Bir saatlik ter dökmemin ardından odama gitmek, Shelby'den beni yatıştıracak bir banyo hazırlamasını istemek üzereydim.
Fakat kalenin batı kapısından çıkan muhafız ve yanındaki upuzun boylu adamla karşılaşınca rahatlama fikirlerim ertelendi.
Jeff ve Zade onlar karşımıza çıkınca benimle aynı anda adımlarını yavaşlattı. Muhafızı tabii ki tanıyordum lakin yanında kılıcını kuşanmış ve savaşa gidiyormuş gibi görünen, siyah saçları boynunun altına kadar uzanan iri adamı daha önce görmemiştim.
![](https://img.wattpad.com/cover/364117326-288-k314803.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖTEKİ
FantasySisin kenarındaki kalede büyüyen Mira, herkesin aksine karanlıkta onu yutmayı bekleyen canavarlardan korkmuyordu çünkü asıl canavarlar kalenin içinde yaşıyordu. Ruh emici insanları öldürüyordu, çocukların korunmaya ihtiyacı vardı. Fakat Mira'nın ası...