İlk olarak herkese iyi bayramlar,
Üçüncü kısmın sonuna geldik. Biraz uzun oldu... Aslında bütün kitap planladığımdan uzun oldu, şu ana kadar bitirmiş olurum diye düşünüyordum. Neyse, tadında ilerliyor gibi görünüyor.
Yorum ve oy unutmayalım, biraz düşmüş sanki.
İyi okumalar!
**
Güneş doğarken yaşadığım acıyı aklıma kazıdım, bu soğuğu asla unutmayacaktım. Hava aydınlandıktan birkaç saat sonra yavaş yavaş yumuşamıştı, hareket edebilir duruma gelmiştim. Zaten biraz daha bu şekilde devam etseydi parmaklarımdan olacaktım.
Karların arasında dört gün geçti.
Yaprakları beyazların arasına kaybolan, kimisi de tamamen çıplak ağaçların arasında uyuduk. Sessiz bir yolculuk olmuştu çünkü çenelerimiz titriyordu. Buza dönüştüğümü dile getiren bir tek bendim.
Yaklaşmıştık.
Generallerin arasından ilerlemeyi seçtim, hiç kimse bana eşimin arasından ilerlemem gerektiğini söylemedi. Söyleselerdi hançeri beyinlerine geçirirdim, artık tahammülüm kalmamıştı.
Jeff ve Fia'nın arasından ilerliyordum. Tam önümde Shade ve Zade gidiyordu. Arkasından bakmaktan kendimi alamıyordum. Gözlerim uçuşan kürkün parçalarında, nadiren esen hafif rüzgarla hareketlenen saçlarında geziniyordu. Dalıp gittiğim için Fia'nın dediklerini bile duymuyordum.
Cusca, yakında eş dediği anahtar aklını yitirecekti. Göremiyor muydu?
Elbette hayır, anlamıyordu. Anlamayı istemiyordu.
Atı yönlendirişini, arada sırada kılıcının kabzasını tutuşunu izlerken başımı yana eğdim, Shade'i azarladığında sert çıkan sesine iç geçirdim.
Lanet olası tanrılar, bir şeyi düzgün yapamıyorlardı.
Kör matta.
Peki. İstediği gibi olsun. Bu beyazlıktan kurtulduğumuz an ona görmemeyi seçtiği her şeyi söyleyecektim. Suratına tokat gibi vuracaktım. Elbette oyun kelimesini aklıma taktığımı anlamıştı, elbette sürekli bana yalan söylemesine katlanamadığımı veya hiçbir açıklama alamamanın beni çıldırttığının farkındaydı ama seçim yapıyordu, yok sayıyordu ve sonra seçeceğin eşin senin işkencen olurdu diyordu.
Yaptığı tek şey olabileceklerden bahsetmekti, sebeplerine değinmezdi. Çünkü o tanrıydı, kibirliydi, egosu boyunun metrelerce üzerinde uçuyordu. Hatayı görmezdi çünkü o mükemmeldi.
Ben yorulmuştum. Fiziken değil, duygusal olarak bitmiştim ve artık bedenim de etkileniyordu.
Malikaneye döndüğümüzde suratına kibrini yıkacak kelimeleri tokat gibi çarpacaktım.
Ve eğer hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi konuşmayı sürdürürse... eh, o zaman üçüncü sandığı elimi kırıp bana açtırması gerekirdi.
Eşinin elini kırarken ona bol şans diliyordum çünkü onun canı daha çok yanardı.
Zade ve Shade atları yavaşlattığında biz de durduk. Başımı kaldırıp tepeye baktım.
Ucu sivrilen bir buz dağıydı. Bembeyaz dümdüz bir alanın tam ortasındaydı. Güneş tepesine vuruyor ve bizi kör ediyordu. Doğal olamayacak kadar mükemmeldi, yokluğun ortasına dikilen bir kaleye benziyordu. Bir tabloydu, bir o kadar da merak uyandırıcıydı.
Rüzgar vuruyor, beyaz noktacıkları havalandırıyordu. Saçlarım uçunca pelerinin içine çenemi soktum. "Camira," Zade başını hafifçe çevirip beni çağırdığında atı ilerlettim, diğerlerinin yanından geçtim ve Zade'in dibinde durdum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖTEKİ
FantasySisin kenarındaki kalede büyüyen Mira, herkesin aksine karanlıkta onu yutmayı bekleyen canavarlardan korkmuyordu çünkü asıl canavarlar kalenin içinde yaşıyordu. Ruh emici insanları öldürüyordu, çocukların korunmaya ihtiyacı vardı. Fakat Mira'nın ası...