Leratria hemen önümdeydi ama tanrıları ve yarı tanrıları seçemeyecek kadar yukarıdaydım.
Zirvede.
Küçük minik evler aşağı kısma kadar uzuyordu. Karanlık bulutlar Gökyüzündeki Yuva'nın her yanına dağılmıştı. Kandillerin küçük alevleri nokta şeklinde seçiliyordu. Aşağıya kadar uzayan evlerin aralarında inanılmaz yüksek kuleler de vardı. O kulelerden birisinin içindeydim. Tanrıların evleri gökyüzünün de tepesine dikilmişti. Hepsi birbirinden farklıydı, içinde olduğum kule nasıl görünüyordu bilmiyordum ama hemen sağda bir tane vardı. Kapkara, camları bile olmayan o kule Ejaronn'a aitti.
İleride, çok daha uzakta başka bir kule vardı ama kime aitti bilmiyordum. Kat kat yükselen yapılarla daha önce karşılaşmamıştım, bu kadar uzun binalar yeryüzünde yoktu. Tanrıların isteklerine göre şekillenmiş olmalılardı. Mesela, Zade'in yatağının baktığı kısım duvarlardan değil, camlardan oluşuyordu ve yukarıya kadar uzuyordu. Tıpkı malikanesindeki gibi uzandığında tepeyi izleyebiliyordu. Ama yıldızlar bile gerçekçi görünmüyordu.
Devasa bir odaydı. Yatak tam ortadaydı ve yan yana beş kişinin rahatça uyuyabileceği büyüklükteydi. O kadar az eşya vardı ki odanın içinde at koşturabilirdim. Halı çıplak ayaklarımın altını yumuşak biçimde gıdıklıyordu.
Leratria, yeryüzünde bulunamayacak bir güzellikti. Aşağıda ne oluyordu bilmiyordum ama nereye gidersem gideyim göremeyeceğim bir düzene sahipti. Gece vakti bile aydınlıktı, güneş ışığına ihtiyaç duymadan izleyebiliyordum. Hayal gibiydi.
Kaleden Leratria'ya.
Hapishanemi aşmak istemiştim, sisi geçmiştim ve şimdi... yeryüzü bile uzaktaydı.
Pencerenin önünde on dakikadır duruyordum. Saatlerce izleyebilirdim.
Dolapta bulduğum geceliğe sarılmıştım, bir omzum açıktaydı. Üzerime geçirebileceğim bir kıyafet dilemiştim ve kapağı açtığımda dolabın içinde sadece bu parça vardı. Tam ortada, dilediğim gibi dolapta belirmişti.
Zade'in demek istediği bu muydu? Leratria ihtiyaca göre çalışır.
Bomboş gardırobun içinde bir adet kadın geceliği olamazdı.
Güneş henüz doğmamıştı. Sadece bir saat o yatakta yatabilmiştim. Uyandığımda geri yatmaya kendimi zorlamamış ve yıldızları izleyerek pencere kenarına gitmiştim. Zade beni görünce yanıma geldi. Omzumun üzerine sıcacık nefes düştüğünde bile gözümü kulelerden çekemedim.
Karnımın üzerine elini koydu, vücudumu kendisine yasladı. Diş izlerinin olduğu, kırmızıya kaçan tenime dudaklarını dayadı. "En arkadaki iki kule bana ve Ejaronn'a aittir." Yandaki karanlığı işaret etti. "Ölüm ve Çukur'un konağı olarak geçer. Tepesini gördüğün öbür ev Daena'ya ait." Göremediğim kadar uzak noktaları parmağıyla işaret etti. "Döngü öteki uçta, seçilemeyecek kadar uzakta. En uzak iki noktadayız. Kader diğer evlerden ayrılır, kimsenin göremeyeceği kadar yukarıdadır. Nhaum'un evi tepeye değil, aşağı uzar." Yavaşça ona döndüm. "Leratria'nın batısında tertemiz sular var. Nhaum'un evi o suların dibine kadar iner ve tamamen camdan oluşur."
"Herkesin istediği gibi."
"Tanrı ölürse bir sonraki onun evine yerleşir ama istediğini değiştirmekte özgürdür. Ne kadar yaşayacağını kimse bilemez. Ejaronn kulenin içindeki her şeyi baştan yapmakla kalmadı, görüntüsünü bile değiştirdi."
Tekrar dışarı baktım. "Ya sen? Neyi değiştirdin?"
"Çukur'da yaşamayı seçsem bile buraya adım atmak zorundaydım." Tepeyi işaret etti. "İlk önce duvarlar ve tavan. Daha sonra... her şey. Benden öncekine dair hiçbir şeyin izini istemiyordum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖTEKİ
FantasySisin kenarındaki kalede büyüyen Mira, herkesin aksine karanlıkta onu yutmayı bekleyen canavarlardan korkmuyordu çünkü asıl canavarlar kalenin içinde yaşıyordu. Ruh emici insanları öldürüyordu, çocukların korunmaya ihtiyacı vardı. Fakat Mira'nın ası...