Demire yaslanmış bir halde gözlerimi açtım. Nerede olduğumu hatırlamıyordum, en son kimin ağzıma matara yasladığını anımsayamıyordum. Tek bildiğim kendi kendime mırıldanırken sırtıma acı dolu iki izin daha kazındığıydı. Bileklerimi oynatabiliyordum fakat çevresine dolanan demir o kadar sıkıydı ki tüm hislerim o bölgeye yönelmişti, sırtımdaki acıyı bastırmıştı ve sadece onu düşünür olmuştum.
Eğer bu kelepçeden parmaklarımı kırarak kurtulabileceğimi bilseydim bunu yapardım.
Yabanileri bekliyorlardı. En son o gemiden indiğimi ve sonrasında ambara zincirlendiğimi, ağzıma bir bez sokuşturulduğunu hatırlıyordum. Belki bir gün olmuştu, belki de bir hafta dolmuştu.
Nefesimi dizginleyerek gevşek kalan kolumu kendime çektim ve yüzüme götürdüm. Zincirin izin verdiği kadar kendime dokunabildim. Burnumdan dudaklarıma doğru incecik bir kan sızmıştı, parmağıma geliyordu. Çenem iki yandan ağrıyordu, birisi sıkmış olmalıydı. Bir tarafım kırık değildi lakin etlerim parçalanıyor gibi hissediyordum. Sırtımdan aşağı buz gibi su dökmek istiyordum. Lordun odasından çıktığım andaki gibi kendimi dışarıya atmak ve mataradaki suyu boşaltmak için büyük bir arzu duyuyordum.
Ağrıyan ağzıma rağmen dişlerimi sıktım. Beni buraya gelen gruba saklıyordu. Alıp götürecekler, Udan'a teslim edeceklerdi. Sandığı açmadan önce kendime sormuştum; acaba iyi olan Udan mı ve Zade beni yaratmak istediği karanlık için mi kullanıyor? Artık düşünmüyordum. Udan hakkında duyduklarım bana yetmişti ve Zade... biliyordum ki beni bu şekilde zincirlemezdi. Asla yapmazdı.
Belki süründürürdü ama bunu yapmazdı. Kötünün içindeydim ve içlerinden en katlanılabilir olanı arıyordum.
Fevri hareket etmek, bu zincirleri kıramayacağımı bile bile çırpınmak yerine düşündüm. Yabaniler neydi, draak mıydı bilmiyordum. Draak'lardan kaçılamayacağına şüphe yoktu ama beni teslim etmek için zincirleri açmak zorundalardı. Belki o zaman kaçabilirdim.
Fakat zinciri elimden çıkarmayıp beni sürükleyerek yürütebilirlerdi. Bir hayvan gibi. Eminim hoşlarına giderdi. Düşünemiyordum, bir çıkış yolu bulamıyordum.
Titremeye başladığımda zincirler direğe çarpıp güçlü sesler çıkarmaya başladı. Nathan'a beni bulacaklarını söylemiştim. Zade'in bana olan sevgisinden değil, anahtarına olan ihtiyacından dolayı arandığımı biliyordum. Diğerleri generalleriydi, savaşları kasıp kavuran o adamlardı. Neredeydiler?
Benim kaybolduğumu en fazla yarım saat içinde anlamış olmalıydılar.
Gerçi Nathan önüme çöküp bir şeyler anlatmıştı, Jeff'in adını sayıkladığımı duymuştu. Gardiyanıma ihtiyacım vardı. Gardiyanım ona muhtaç olmayayım diye beni çalıştırsa da elimden bir şey gelmiyordu.
Onlar Nathan'ın bahçede yürüdüğünü bilmiyordu, benimle karşılaşması tamamen şanstı. Nathan'ı odada uyuyor sanmışlardı. O aptal casus kapıyı bile kullanmadan odasından çıkabiliyordu, bu yüzden işinde iyiydi. Malikanede gezmişti, gemisine binip tüyecekti. Shade veya diğerleri onu aşağıda beklemiş olabilirdi ve Jeffrey benim öfkeli ve ağlak tavırlarımdan sonra ormanda kendi başıma yürümeyi sevdiğimi bilirdi. Bu yüzden peşimden gelmemişti.
Hiçbiri o kadar uzaklaşacağıma inanmamıştı.
Nathan'ın akşama kadar dönmemesi gerekiyordu. Erkenden kaçmıştı, elbet anlamış olmalıydılar. Lakin sürekli gemisinin hızıyla övünen Zuko vardı. Yetişemezlerdi, onları biz çıktıktan sonra şaşırtmışlardı.
Adanın ilerisindeki diğer gemi daha yavaş yol almıştı. Belki Zade ve diğerleri o gemiyi görmüştü, onun peşine takılmışlardı. Şaşırtma amaçlı kullanılan gemi Udan'ın kalesine doğru yol alırken biz tam tersine ilerlemiştik. Yabanilere teslim edilmemin ardından kaleye götürülecek olabilirdim. Bilmiyordum, bildiğim tek şey generallerin ve kralın tam tersi istikamete yol aldığıydı. Bir şekilde Zade beni hissetse bile gelip bulana kadar Yabanilere teslim edilmiş olurdum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖTEKİ
FantasySisin kenarındaki kalede büyüyen Mira, herkesin aksine karanlıkta onu yutmayı bekleyen canavarlardan korkmuyordu çünkü asıl canavarlar kalenin içinde yaşıyordu. Ruh emici insanları öldürüyordu, çocukların korunmaya ihtiyacı vardı. Fakat Mira'nın ası...