Sis bulutları aşağı çöktü, çöktü... ve sonunda yeşil bir şey gördüm.
Ağaçlar.
Kuleden izlediğim görüntünün içindeydim, ağaçların arasından yürüyordum. Yoğun sis, ağaçların arasından küçük bir tabaka halinde akıyordu ve ürpertici bir hava oluşturuyordu ama buna da razıydım, en azından önümü görüyordum.
Sisin içinden çıktığımız an solumda Jeffrey'i, sağımda Shade'i bulmuştum. Yüksek ihtimalle yol boyunca böyle ilerlemiştik. Jeff beni hemen gözleriyle dürtmüştü, iyi olup olmadığımı kontrol ettiğine inanmak istedim ama hemen kafamı öteki tarafa çevirdim.
Önümü görüyorum diye sevinmek yeterince saçmaydı çünkü karanlık çöküyordu.
"Birazdan bayılacağım." Shade söylene söylene önümüzden geçti, bir ağacın orada durdu ve attan aşağı atladı. Saçlarından ellerini geçirerek yüzünü salladı. Gözü kapanıyordu. "Apar topar geldim, bütün bir asker topluluğunun içinden geçtim, yüzbaşı oldum, kalede uyumadım, çantaları toplayıp ormana koştum ve şimdi buradayım. On beş gün önce bir kata'yı öldürdüğümü söyledim mi?"
"Sen mi öldürdün?" dedi Zade.
"O benim gölgemdi. Bir kısmı." Yüzünü açtı. "Bak, bana birkaç saat vermelisin. Uyumam gerekiyor."
Draak'lar uyuyorlardı. Jeff'in gölge alanlarda sızdığını kaledeyken birkaç kere yakalamıştım ama ne olduğunu öğrendiğimden beri numara yapıyor diye düşünmüştüm.
Ona kimse bir şey demedi. Zade arkamdan inerken bana dokunmasın diye öne eğildim. Başıyla işaret verdiğinde onun beni indirmesini beklemeden aşağı atladım. Geldiğimiz yola bakıyordum. Ne kadar sürmüştü? Yarım saati geçmişti ama at bir insanın yürüyeceği tempoyla hareket etmişti. Aceleci değillerdi çünkü kimse sise girmezdi. Yani kısacık bir yoldu.
"Bu bakışı sevmedim. Bu bakış ne anlatıyor Jeffrey?" dedi Shade yüzümü işaret ederek.
"Bilmiyorum." Jeff kaşlarını çatmış bana bakıyordu. Azarlar gibi. "Eminim dalgınlaşmıştır."
Shade otların arasına kendisini bıraktı. "Çantalar yiyecek dolu." Bu lafın üzerine karnım guruldadı.
Belirli bir bölgeye oturduklarında kendimi ne uzağa ne de diplerine yerleşmemek için uyarmıştım. Mesafemi koruyarak bir ağacın dibine çöktüm. Jeff hâlâ bana farklı bir bakış sergiliyordu. "Mira," Elindeki çantayı uzattı. İkiletmeden aldım.
"Biliyor musun Jeffrey, buradaki en korkutucu kişi sensin."
Cevap bile vermedi. Sadece suratıma baktı.
Lanet olsun, bu ifadeyi biliyordum. Ona kötü bir söz söylediğimde ve bunu ciddi yaptığımda büründüğü bir ifadeydi. Özür dilememek için kendimi zor tuttum.
Bacaklarımı kendime çektim ve sessizce bana verileni yedim. Doymadım, fazlasını da istemedim. Ormanın içinde kendimi doyuruyordum. Başımı kaldırıp ağaçlara bakınca aklımda bir başka canlı canlandı. Tüy topu. Zaten zayıftı ve kesinlikle ölecekti. Kalenin duvarlarını aşamıyordu, sise içgüdüleri sayesinde girmiyordu. Kimse onu beslemezdi. Belki Shelby... Onun da aklına gelmezdi.
Yüzüm ekşidi, çantayı kenara attım.
Zade beni izliyordu.
Kolunu kaldırdı. "Camira, buraya gel." Gitmedim. Dik dik bakmaya devam ettim. Gözleri kısıldı. O bakışa katlanmamak için ayağa kalktım.
Jeff ile arasına girdim, Shade hemen karşımdaydı. "Ormanın içinde yalnız değiliz." diye uyardı Jeff.
Shade derin bir nefes çekti. Boş ver der gibi elini salladı sandım lakin üzerinde aniden duman katmanı oluştu ve sisin içinden geçip çevreye yayıldı. "İşte. Bir şey yaklaşırsa haberim olacak."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖTEKİ
FantasySisin kenarındaki kalede büyüyen Mira, herkesin aksine karanlıkta onu yutmayı bekleyen canavarlardan korkmuyordu çünkü asıl canavarlar kalenin içinde yaşıyordu. Ruh emici insanları öldürüyordu, çocukların korunmaya ihtiyacı vardı. Fakat Mira'nın ası...