1 hafta sonra
Karanlık.
Buz gibi.
Havasız, tozlu, kaçırmaya yönelik. El değmemiş, selam verilmemiş, görüntüsüne göre yargılanmış. Adına göre yapılmış; korkutucu, ürpertici.
Tıpkı onun gibi.
Önünde oturduğum heykele doğru başımı kaldırdım.
Üç metreden uzundu. Pelerininin kapüşonu cellat gibi başına geçmişti. Yüzü saklıydı, lakin heykelin duruşundan bile yanına yaklaşılmaması gerekildiği vurgulanıyordu. Siyahtı, tozluydu.
Heykelin başı tapınağın girişine doğru bakıyordu.
Arkasında sırtına kadar uzayan devasa üç heykel daha duruyordu. Birisi sağında, birisi solunda ve birisi de arkasına doğru yerleştirilmişti.
Koruyucuları, parçası.
Üç köpek.
Hiçbiri kendi bedenlerini temsil etmiyordu. Bu heykeller insanların ellerinden çıkmaydı ve o köpeklerin neye benzediklerini ölene kadar göremezlerdi. Lakin andırıyorlardı.
Sağında duran Zhaur'du. Çatal dili dışarı çıkmıştı, dişlerinin arasından sarkıyordu ve ileri atılacakmış gibi eğilmişti. Arkasındaki Ulkos'tu. Dimdik duruyordu, bedeni diğerlerine göre daha iriydi ve ağır hareket ediyor, o güçlü çenesiyle insanları bölecek gibi görünüyordu.
Ve solundaki...
Zenin.
Zhaur gibi bir bedene sahipti. Pençeleri diğerlerine göre daha uzundu. Ağzını hafifçe aralamıştı ama ısıracak gibi bakmıyordu, hırlıyordu. Eğilmişti, önündeki hedefi bir saniyede toza çevirecek kadar kudretliydi. Kulakları dikti, kuyruğu diğer köpeklere göre çok daha uzundu ve Rhuzhar heykelinin beline doğru gidiyor, onu sarıyordu.
Sanki kalkanıydı.
Tapınağın girişinden başlayan ve heykellerin arkasına doğru uzayan meşaleler örümcek ağlarıyla kaplıydı.
Buraya hiçbir insan girmezdi.
Hiçbir insan ona dua etmezdi.
Tanrılar kendi tapınaklarına uğrayabilirdi ama onun bir kere bile adım atmadığını biliyordum.
Asırlar sonra kapıdan giren ilk kişi bendim. Daha öncesinde ancak tapınağı inşa etmek için gelmiş olmalılardı.
Tanrılar, diğer tanrıların tapınaklarına girmezdi.
Döngü, hiçbir tanrının tapınağına adım atmamalıydı.
Onun heykelinin tam önünde, ayaklarının dibinde, dizlerimin üzerindeydim. Artık pelerinle örtülen başına doğru bakamıyordum, köpekleri inceleyemiyordum.
Ne zamandır buradaydım?
Belki de sadece on beş dakika olmuştu.
Ren'in mührü de on beş dakika önce yıkılmıştı. Kalkan kalktığı an dışarıya fırlamıştım.
Kendimi burada bulmuştum.
Görmek istemiştim.
İnsan olarak buraya adım atmam mümkün değildi. Çok uzaktı. Eski yaşadığım topraklarda değildi. Çevresinde ne bir köy ne de yaşam kalmıştı. Ormanın içinde kaybolmuştu.
Köpeklerin tepesini kara dumanlar sardı ve arkama, tapınağın girişine doğru çekildiler. Sis yoğunlaştı, arkamı dönmeme gerek yoktu çünkü artık hissedebiliyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖTEKİ
FantasySisin kenarındaki kalede büyüyen Mira, herkesin aksine karanlıkta onu yutmayı bekleyen canavarlardan korkmuyordu çünkü asıl canavarlar kalenin içinde yaşıyordu. Ruh emici insanları öldürüyordu, çocukların korunmaya ihtiyacı vardı. Fakat Mira'nın ası...