Bir draak'ın önünde ikinci kez oturuyordum. Eyere ellerimi ve gözlerimi dikmiştim, aklım uçmuş gitmişti. At her adım attığında Zade'in sırtı bana sürtünüyordu ama varlığını böyle hatırlatmasına gerek yoktu.
Tanrılar biliyordu ki o adamın ruhunu çekip sırtında izler oluşmaya başladığında bambaşka bir hal almıştı. Kör olsam bile onu hissedeceğim bir hal.
Başını aşağı eğip nefes alıp almadığımı kontrol ettikten sonra önüne geri döndü. Shade ata vurdu, önümüzden koşturarak geçti. "Zade!" Elini kaldırıp kaleyi işaret etti. "Kapıda gardiyan yok."
Az kalsın kahkaha atacaktım. "Ormanda hiçbir zaman askerler olmadı." diye çıkarımda bulundum. "Bir yüzbaşı gerçekten gelecekti, saraydan çıktı ama..."
"Evet, ormanda hiçbir zaman askerler olmadı ve senin babacığın buna gönülden inanıyordu. Ne aptal ama, saraydan geldiği için bir adama tamamen güvenmek... Korkunç bir aptallık." İkimiz de aynı anda başlarımızı yukarı kaldırdık. Saçlarımın arasına bir damla düşmüştü. "Fırtına geliyor. Ne şans." Oturuşunu dikleştirdi. "Ahırda buluşuruz!"
Kale kapısına doğru atı koşturturken eyere sımsıkı yapıştım.
Kara bulutlar kalenin üzerine kapanıyordu, sisin öteki tarafından şimşekler çakıyor ve selin haberini veriyordu. Rüzgar saçlarımı uçurmaya çoktan başlamıştı ve kıvılcımlar neredeyse havada görünecekti.
Diğerleri bizden ayrıldı. Jeffrey onun sözünden asla çıkmıyordu. Geçen günleri düşündüğümde bu fazlasıyla komikti.
Bana eğildi. "Sana dediğimi hatırlıyor musun Camira? Ben iyi birisi değilim ve asla olmayacağım." Söylemesine gerek yoktu.
Ne kadar yakınımda olursa o kadar iyi anlıyordum. Ondan aldığım enerjide iyi hiçbir taraf yoktu. Bir aydır böyle bir şey hissetmemiştim. Ne kadar da iyi rol yapıyordu ve ne kadar da eğlenmişti.
"Beni neden öptün?" diye sordum at koştururken. "Ruhu çekmen için dudak dudağa değmemen gerektiğini az önce gördüm." Ne kadar kolay kandırıldığımı ispatlamak için olmalıydı.
Güldü ve elini dengemi bulmam için karnıma koydu. Çekmek istedim ama orada tutmaya devam etti. "Seni öpmem için resmen bana yalvarıyordun." Bir galibiyet edasıyla konuştu. "İstediğini verdim Camira, yoksa büyük hayal kırıklığı olacaktı. Ve seni öpmemem için bir sebebim yoktu."
"Söylediğin her şey yalandı."
"Birçoğu, hepsi değil." dedi. "Ama..." Elini yukarı çıkardı ve dünkü gibi göğsüme koydu. "Ruhun sana ait demiştim. Bu bir yalandı."
Yıldırım dibimize düştü. Yağmur çiseledi, dünkü gibi bastırmadı. Yanaklarım yağmurdan ıslanıyordu, gözyaşlarım içime akıyordu. "Benden bunu mu istiyorsun? Ruhumu mu?"
"Hayır, onu çoktan bana verdin Camira." Sinsice eğildi. "Bana istediğini söyleyebilirsin, düşündüğünden daha beter şeyler yaptığıma eminim ve söylediğin sözlerden çok daha kötüsünü hak ediyorum. Fakat Jeff... ona hiçbir zaman seni eğitmesini söylememiştim. Bu kadar dibinde olmamalıydı."
Hiçbir zaman.
Ne kadardır?
Yutkundum. "Jeff'i ne zamandır tanıyorsun?" Sorum onu neşelendirdi. "Onu ne zamandır tanıyorsun!" diye bağırdım.
"Sadece birkaç asır." Ellerim uyuştu. "Onu üzmeni hiç istemem Camira."
Yaşlandığına şahit olmuştum ama o birkaç asır demişti. Hayır, Jeff ben henüz bir çocukken böyle görünmüyordu. Şimdi kırk yaşında olduğuna kimse inanmazdı fakat... o zamanlar resmen çocuk kadar gençti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖTEKİ
FantasySisin kenarındaki kalede büyüyen Mira, herkesin aksine karanlıkta onu yutmayı bekleyen canavarlardan korkmuyordu çünkü asıl canavarlar kalenin içinde yaşıyordu. Ruh emici insanları öldürüyordu, çocukların korunmaya ihtiyacı vardı. Fakat Mira'nın ası...