Kalakaldığım anlar çoğalıyordu son zamanlarda. Ulaş bir anda ortadan kaybolmuştu ve ben mel mel bakınıyordum çıkmaz sokağın sonuna. Anıl koşar adım gelip beni sarmıştı. Ama öyle bir üşümekti ki benimki kat kat yorgan olsa kar etmeyecekti. Kutupların soğuğu ile bir boşlukta sürükleniyordum. Yine de etrafa bakarak beni oradan uzaklaştırmasına izin verdim. Ne yapacağımı, ne düşüneceğimi, Anıl'a ve diğerlerine anlatıp anlatmayacağımı bilmiyordum. Öyle bir çıkmazdaydım ki anlatılmaz bir durumdu. Üstelik mide bulantım tekrar başlamıştı. Başımın dönüşü ise sigara veya alkolü aratmıyordu. Önümü göremeyecek kadar da gözlerim kararıyordu. Anıl da bunların farkına varınca tekrar hastane mevzusunu açmıştı. Ama çok yorgun olduğumu ve uyumak istediğimi söyleyip geri püskürtmüştüm. Kafam öylesine doluyken ne kadar uyuyabilirsem uyumalıydım. Belki de yorgunluk ve stresten hayal görüyordum. Beynim bana oyunlar oynuyordu işte. Hem de çok karmaşık ve zorlu oyunlar... Peki ya o Tuğrul denen sarkıntının sözleri; onları da mı ben uydurmuştum? Beynim bana bu kadar da düşman olmazdı. Neden her şey üst üste gelmek zorundaydı ki? Hak ettiğimi bildiğim için daha da ağır geliyordu her şey. O pislik bir şeyler biliyor olmalıydı. Bilmediği bir kişi hakkında nasıl böyle nokta atışı yapabilirdi ki? Sadece tavlamak için öyle şeyler söylemiş olması da düşük bir ihtimaldi. Peki ya bu Tuğrul'un Savaş'la bir bağlantısı var mıydı? Onun ortaya çıkması ve Ulaş'ı görmem eş zamanlı olmuştu. Böyle düşününce içimdeki ufak umut tohumu filizleniyordu. Çünkü eğer birbirine bağlantılı olaylarsa bunlar Ulaş bir ihtimal yaşıyor olurdu. Kasıtlı olarak görünüyorsa bana bu -intikam için bile olsa- beni mutlu ederdi. Çünkü yaşaması imkansız olduğunu bile bile dilediğim tek dileğimdi. Bütün bunları düşünürken kalbim bir avucun içinde sıkılıyor gibi kasılıyordu. Ve muhtemelen o elin sahibi de Ulaş'tı...
Evde dinlendiğim zamanlar sadece televizyon izlemiş, midemin bulantısına tezatlık oluşturan iştahımla sürekli bir şeyler yemiştim. Vücudumun dengesizlikleri beynimle sınırlı değildi yani. İştahla yediğim her şey neredeyse hemen çıkıyordu midemden. Bu hallerim şövalyelerimi endişelendiriyordu. Tuvalete koşarken arkamdan mutlaka biri geliyordu. Çünkü aynı anda başım da dönüyordu. Birkaç günü de böyle geçirmiş, iyice dinlenmiştim. Midem yenilenmiş gibiydi. Alkol ve sigara da yoktu artık. Canım istemiyordu tuhaftır ki. Canlarımı iyi olduğuma inandırmak için epey uğraşmış, sonunda ikna edebilmiştim. Onlar olmasa ne yapacağımı düşünmek bile istemiyordum.
Barda yine Ulaş'ı görürsem bu defa durumu anlatmaya karar vermiştim. Fazla üşüyor oluşumdan dolayı kalın şeyler giyinip bara öyle gittim. Yanımda sadece Anıl vardı. O da gözünü ayırmadan bana bakıyordu. Tuğrul denen pisliğin ortaya çıkmaması için dua ediyordum içimden. Çünkü salak saçma konuşmaları bir yana tek bakışını bile fark edip üstüne atlayacak bir adet Anıl bar taburelerinden birinde tetikteydi. Söz ettiğim dayağı yiyecek olması iyi olmasının yanı sıra kovulmama da neden olabilirdi. Neyse ki ortalarda görünmüyordu.
"Susma bir şey söyle biraz olsun yardım et
Gelemiyorum üstesinden ben bu aşkın tek başına
Susma sen sustun ya yanlızlık çöktü üstüme
Anladım bu rüya anladım bu son vedaHer gece hayalimde çiziyorum resmini,her halini
Fikrine sürgün sesine hasret
Sabah olup uyanınca silinip de gidiyorsun ya, tek başına
Zaten hiç benim olmadın kiNe kadar kırılsamda ah etmem hakkım yok buna
Hem zaten davetsiz bir misafirdim ben aşkımla
Ne bir aptalın gölgesi,ne bir sevda kölesiyim
Sadece hesapsız bir gönül bahçesiYinede insan soruyor kendine,
Bu yazık hikayenin neresindeyim? Yeter ki..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Umursamaz
Teen FictionStandart hayatının sona ermesiyle karanlığına çekilen canlar... Bir insan ne kadar umursamaz, ne kadar güçlü olabilir? Ya da insanın acı veya umursama sınırı nedir? Öğrenmek zor değil... Karanlığıyla aşkı, arkadaşlığı, düşmanlığı tadan Tuğba'nın hi...