Yoğun bakım önündeki bekleyiş bütün yoruculuğuyla devam ederken Tuğba yaşam mücadelesi vermiyordu bile. Ölümü böylesine kabullenmesi bekleyenlerini çok üzüyordu. Direnmiyor, dönmüyordu. Bir nedeni kalmamıştı ki zaten.
Efe Anıl'ı telefonla bulamayınca ne kadar Tuğba'yı bırakmak istemese de hastaneden çıkmıştı. Olabileceği yerlere tek tek bakıp bulmayı amaçlıyordu. Bulduğunda da ensesinden tutup Tuğba'ya götürecekti. Deli gibi koşturuyordu bir o yana bir bu yana. Evinde değildi. Gittiği barlara baktı ama oralarda da yoktu. Doktorun sözleri kulaklarında hala çınlıyordu.
"Çok kan kaybetmiş. Aldığı alkol ve aspirin kanını sıvılaştırdığı için kısa sürede kalbi durmuş. Kan verip kalbini çalıştırmaya çalıştık. Derin kesikleri de diktik ama çok zor oldu dönmesi. Şok işe yaramadı ama son anda bir darbeyle kalbini çalıştırdık. Yaşamak istemediği çok açık. Şuandan itibaren sadece bekleyeceğiz. Uyanırsa ki zayıf bir ihtimal bu uzun süreli bir psikolojik tedavi görmesi gerekiyor. Geçmiş olsun."
Canı çok yanıyordu. Doktorun söylediği kesinlikle doğruydu. Yaşamak istemiyordu Tuğba. Bunu bilmek de Efe'ye acı veriyordu. Gitmesine izin verse belki de yaşıyor olacaktı. En azından hastanede can çekişiyor olmazdı. Belki yeni bir hayat kurup devam edebilirdi. Ama ısrar edip bara sürüklemişti Efe onu. Şerefsiz Savaş da ortaya çıkıp Anıl'la tamamen bitmelerine neden olmuştu. Tuğba'nın buna dayanamayacağını bilmeli ve yanında olup engellemeliydi. Pişmanlık tüm benliğini sarmıştı. Kendisinin yüzünden olduğunu düşünüyordu. Ki kısmen de öyleydi. Belki de bencilliğinden gitmesini engellemişti. Artık kendini Tuğba'sız düşünemediği için onun halini göz ardı etmişti.
Saatler süren aramalarından sonra ortaokulda canlarının sıkıntısını geçirdiğini düşündükleri tepe geldi aklına Efe'nin. Hemen aceleyle oraya doğru yol aldı.
Yüksek tepede yalnız başına oturup içen arkadaşını görünce koşarak yanına vardı. Zil zurna bir haldeydi Anıl. Yakasından tutup sarstı ve bağırmaya başladı.
"Sen burada ne yapıyorsun?"
Gülmeye başlayan Anıl sıkı bir yumrukla yere devrilince Efe üstüne çıkıp devam etti vurmaya. Bir yandan bağırıp bir yandan da darbelerini indiriyordu arkadaşına.
"Lan sen burada içerken Tuğba orada ölüyor! Ne halt yiyorsun sen böyle! Şu haline bak!"
Yediği yumruklardan değil de duyduğu sözlerden etkilenip ayılan Anıl hırsla kalktı altından ve yorgun Efe'yi altına aldı. Yakasından sarsarak bu defa o bağırdı.
"Ne diyorsun lan sen!"
"İntihar etti. Tuğba, bileklerini kesti."
"Ne!"
"Duydun işte! Sen o pisliklere inanıp bıraktın onu o da yaptı yapacağını!"
"Ben onu bırakmadım! Duydun mu beni! Bırakmadım!"
****************************
Gözlerimi açmayı istemiyordum. Üstümdeki ağırlık ölmediğimi mi söylüyordu? Lanet olsun! Ne olmuştu? Yine mi bulmuşlardı beni? Gerçekten ölememiş miydim yani? Bunu da mı becerememiştim? Karanlık bir sayfa açıp sonsuzluğa geçememiş miydim? Işıkları söndürüp geceye mahkum olamamış mıydım? Halbuki ne de mutluydum Azrail'in karşısında. Huzuru cehennem sıcağına kadar hissedecektim ben. Simsiyah bir diyarda süzülüp yalnızlığımla kalacaktım. Neden gelmişlerdi ki sanki? Ölmeye de mi hakkım yoktu? İğrenç dünyaya beni neden zorla kelepçeliyordu insanlar? İsteyip istememem önemli değil miydi yani? Peki kurtulsam da tekrarlamayacağımı nereden biliyorlardı?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Umursamaz
Teen FictionStandart hayatının sona ermesiyle karanlığına çekilen canlar... Bir insan ne kadar umursamaz, ne kadar güçlü olabilir? Ya da insanın acı veya umursama sınırı nedir? Öğrenmek zor değil... Karanlığıyla aşkı, arkadaşlığı, düşmanlığı tadan Tuğba'nın hi...