Ayrılık

1.2K 44 10
                                    

'Tek tesellim gözlerindi
Bakıp bakıp delirirdim...'

Yolun ortasında kalakalmıştım. Gözlerimde yaş da kalmamıştı. Çaresizlik etrafımı sarmış karambolde bırakmıştı. Kaçamıyordum. Saklanamıyordum. Ne yapacağım hakkında bir fikrim de yoktu. Dizlerimin üzerinde acı içinde bekliyordum. Neyi beklediğimi de bilmiyordum. Tünelin sonunun gelmesini mi? Yoksa bir kurtarıcı mı? Beni kim kurtarabilirdi ki...

En sonunda kendimi sırt üstü yola bıraktım. Yeminlerimize şahitlik etmesini istediğim dolunay yenilişime tanık olmuştu. Tükenmiştim. Son damlama kadar hem de. Onsuz bir ben nasıl var olabilirdi ki? Bunu nasıl isterdi benden? Unutmamamı da istemişti. Sanki unutmam mümkünmüş gibi. Canım, kanım, kalbim, ruhum onunla doluyken unutmam imkansızdı zaten. Hem de beni maddi imkanlar için bırakmışken...

Ay ışığı yüzümü aydınlatırken resmen işkence görüyordum. Onunla bu beyaz ışığın altında mühürlenecektik. Ebediyen birbirimizin olacağımızı düşünürken nasıl da yarım kalmıştım. Korkularım gerçekleşmişti işte. İçimdeki kötü his haklı çıkmıştı.

Çamur içinde kalmış gelinlik umrumda değildi. Uçurum kadar olmasa da yolun kenarı epey bir yükseklikte boşluktu. Uca yaklaşıp ayaklarımı girintili taşlardan sarkıttım. Rüzgar esmeye başlamıştı. Savrulan saçlarım yüzümü kaplıyordu. Süslü tokasından kurtarıp iyice dağıttım onları. Ellerimin çamuru onlara da bulaşıyordu. Ama düşüneceğim son şey bile değildi bu. Ayağımda eğreti duran ayakkabılardan birini özgür bıraktım. Salladığım ayaklarım nefes almaya yeni başlıyordu sanki. Çıplak tenim doğadaki serinliği çekmek ister gibi yanıyordu. Daralan ciğerlerime oksijeni çektim bolca. Ama reddedilen hava öksürük olarak geri döndü. Boğuluyordum. Derin bir suda nefessizdim. Ayağıma bağlı ağırlık dibe çekiyordu beni. Boş bakışlarım karşımda yanan ışıklarda dolaşırken hiçbirinden haberim yoktu. Bulanık görüntüyü netleştirmek için de uğraşmıyordum. Dalıp gitmiştim. Hiç çıkmasam diye düşündüğüm o derin kuyudan nefretimle kurtuldum. Bağırmaya başladığım an ayağa kalkmış hatta sarsan sesim yüzünden düşmek üzereydim. Umursamadım. Düşsem de kalkmak için çaba harcamayacak kadar bitkindim.

"Lanet olsun size! Ulaş sana lanet olsun! Sana da Savaş! Ve en çok sana Anıl! Nefret ediyorum sizden! Beni bu hale getirdiğiniz için nefret ediyorum!"

Sert bir hareketle belimden tutulup geri çekildiğimde irkildim. Korktum daha çok. Bir saniyeden daha kısa süren bir an aklıma olmadık şeyler geldi. Ama kokusu burnuma ulaşınca sırtımı güvenilir göğsüne yasladım. Her zaman yanımda olan, karanlığımdan çekip çıkarmak yerine olduğum yere yerleşen kişi. Karanlık da olsa benimle olduktan sonra sorgulamayan belki de tek insan. Geri geri çektiği bedenimi bacaklarının arasında yere uzattı. Sırtım göğsünde, kalbi kaburgalarımda, kollarımız üst üste uzandık öylece. Sarılışının verdiği güven ve huzur duygusuyla tekrar ağlamaya başladım. Ne o bir şey sordu ne ben bir şey anlattım. Zaten her şey ortadaydı. Çamurlu bir gelinlik içinde yitik bir beden. İçi bomboş kalmış. Ruhu bırakıp gitmiş bir biçare...

Geceyi susarak Efe'nin kollarında geçirmiştim. Eve gitmeye ne cesaretim ne de isteğim vardı. Efe'nin evinde salondaki koltukta kalmıştım. Ne kadar o kollarda güvende hissetsem de bir saniye bile uyuyamamıştım. Efe de benimle birlikte vampirliği tanımıştı. Üzerimde onun eşofmanlarıyla, göğsüne koyduğum başımla sabaha kadar durdum. Bir an bile şikayet etmeden sustu ve sessizliğimi dinledi. Susmak en basitiydi o anlık. Ama biliyordum ki ben sustukça patlayan volkanın zararı da o kadar büyük olurdu. Yine de tek nefeslik gücüm kalmış gibi hissettiğimden bekliyordum. Elimden gelen tek şey buydu. Beklemek ama kabullenmek değil...

"Neden ha? Neden?"

"Bir bilsem."

"Bırakmayacağını söylemişti. Ne olursa olsun bırakmayacaktı."

UmursamazHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin