Depoyu siren sesleri doldurduğu sırada Anıl ve Efe'nin başındaki adamlar koşarak Savaş ve Tuğrul'u ayırdılar. Savaş yerde baygın halde kanlar içinde yatan Tuğba'yı gördüğünde başında dikilen Heves'in üstüne yürüdü. Kollarına yapışan adamlar veya Tuğrul umrunda değildi. Adeta hırlayarak bağırmaya başladığı sırada bir eli kızın saçlarındaydı.
"Sen ne yaptın sürtük? Sana kim ona dokunma izni verdi lan?"
"Be-ben... se-sen... za-zaten..."
"Kes sesini! Ona zarar verilmeyecekti geri zekalı! Ne hakla ona dokunursun? Sen kimsin lan!"
"Abi! Polisler. Polisler geldi abi. Çabuk çıkmamız lazım buradan."
"Hayır! Ambulans çağırın! Acele edin!"
Adamlar birbirinin yüzüne bakıp zorla onu arka kapıya sürüklemeye başladılar. Heves yolunmuş saçlarıyla yerde çökmüş ağlarken Tuğrul da endişe içinde Savaş'ın peşinden terketti depoyu. Savaş ne kadar bağırıp çırpınsa da adamlar güç kullanıp tutuklanmaktan son anda kurtarmışlardı onu.
Yüksek siren seslerine ayılan Anıl gözlerini açtığı an bağırmaya başladı. Sevgilisi yerde kanlar içinde iki büklüm yatıyordu. Elleri bağlı olduğu için kafayı yemek üzereydi.
"Tuğba! Tuğba'm duy sesimi. Aç o güzel gözlerini. Tuğba! Lütfen bırakma beni!"
Anıl'ın sesi Efe'nin de uyanmasını sağlamıştı. Durumun farkına varan Efe de boncuk gözleri dolarak seslenmeye başladı baygın bedene. Bulut içeri girip Tuğba'yı fark etmeden Anıl ve Efe'nin ellerini çözdü. O sırada hala bağırmakta olan Anıl'ın sesi kısılmıştı ama direniyordu. İplerle işi biten Bulut Tuğba'yı gördü ve olduğu yerde kaldı. Büyük bir kan gölünün ortasında ölü gibi hareketsizdi. Simsiyah silueti kızıla boyanmıştı. Elleri ve bacakları karnına dolanmış halde küçücük bir vücuttu o an. Heybeti, şiddeti, siniri ve hatta psikopat zevkleri terk etmişti kızı. Mazoşist yanı bile korkup kaçmıştı. Bütün kanı çekilmişçesine yüzü bembeyazdı. Ölü tenini hemen de kabul etmişti bedeni.
Anıl uyuşuk ayaklarını umursamadan koştu sevgilisine. Tuğba'nın başını dizlerinin üzerine koyup nabzına baktı. Öyle zayıf atıyordu ki neredeyse hiç hareket yoktu. Titrek elleriyle yüzünü avuçlayıp uzunca baktı. Gözlerinden damlayan yaşlar Tuğba'nın yüzüne düşüyordu. Tuğba ağlamıyordu ama acı çektiği belliydi. Kendinde olmasa da bebeği için canı yanıyordu. Efe ve Bulut da o anlarda Anıl'ın yanında yer almış ambulans için bağırıyordular. Efe mavi gözlerinin rengini iyice açtıran yaşlarını kıyamadığı uğruna harcarken Bulut vicdanıyla cebelleşiyordu. Onu yalnız göndermekle hata yaptığını biliyordu. Ama dışarıda birinin olması gerekiyordu. Polisleri o getirecekti. Ama Tuğba'nın hesabında olmayan şeyler olmuştu. Tutuklanacak kişiler kaçmış, üstelik kendisi de ölümle burun buruna gelmişti.
Ambulansa yerleştirilen genç kız bilinci kapalı halde hastaneye doğru yola çıktı. Çok kan kaybettiğini belirten acil servis görevlileri duran kalbini şokla çalıştırmış, hastanede kurtarmak için aceleyle hareket etmişlerdi. Ambulansta Anıl elini bir an olsun bırakmazken bir yandan da dua ediyordu. Onu kendinden bu kadar erken almamalıydı Allah. Daha yeni bulmuşlardı onlar birbirini.
Hastaneye varan ambulansın etrafı doktorlarla çevrilmişti. Sedye hemen acil servisin ameliyathanesine çekildi. Kapanan kapıların ardında kalan Anıl ve arkadaşları çaresiz halde beklemeye başlamışlardı. Bir süre sonra içeriden çıkan hemşire acil kan nakli gerektiğini söyledi. Kan grubunun uyduğu Efe gönüllü oldu hemen ve gerekirse bütün kanını son damlasına kadar vermeye hazır olarak odaya ilerledi. Diğer ikisi de aynı fedakarlığı yapardı ama grupları uymuyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Umursamaz
Novela JuvenilStandart hayatının sona ermesiyle karanlığına çekilen canlar... Bir insan ne kadar umursamaz, ne kadar güçlü olabilir? Ya da insanın acı veya umursama sınırı nedir? Öğrenmek zor değil... Karanlığıyla aşkı, arkadaşlığı, düşmanlığı tadan Tuğba'nın hi...