Donup kaldığım yerde o pis gülüşünü seyrediyordum istemeyerek. Yapamazdı. Öyle umuyordum. Elimden başka bir şey gelmiyordu maalesef. Beni böyle çaresiz bırakmakla eline geçecekti? Kafamın içinde sürekli dönüp duran sorular, cevaplar, imkansızlıklar delirtecekti beni. Gözyaşları göz pınarlarımı zorlarken kendimi iyice sıktım. Zaten birkaç dakikadır yaptığım tek şeydi kendimi kasmak. Sesimi zar zor bulup titremesine engel olmadan tek nefeste soludum.
"Yapamazsın."
"Ah! Öyle bir yaptım ki!"
"Neden lan? Neden!"
"Çaresizliğin hoşuma gitmiyor ama bana başka bir seçenek bırakmadın."
"Allah'ın cezası! Bu kaçıncı intikam?"
"Bu intikam değil Tuğba. Bunu kendim için yapıyorum."
"Pislik! Mutsuzluğumdan keyif mi alıyorsun?"
"Hayır. Ama galiba ben severken fazla fedakar olamıyorum."
"Fedakar ya da başka bir şey olmanı bekleyen yok! Sadece hayatımdan defol!"
"Üzgünüm ama hep buralarda olacağım. Elimden geldikçe de size engel olmaya çalışacağım."
"Lanet olsun! Sana da inadına da! Lanet olsun!"
"Hâlâ anlamıyor musun? İnat değil bu! Sadece inat için mi evlenmeni engelliyorum yani? Neden Efe'nin sevdiğine inanıyorsun da bana inanmıyorsun?"
"Çünkü o benim kararıma saygı duyacak! Seninki gibi bir inattan ya da kinden beslenmiyor o!"
"O kadar emin olma. Her ikisinden de!"
"Ne diyorsun sen be?"
"Efe karşı çıkacak. Bu bir. Ben sana kin duymuyorum. Bu da iki."
"Söyleyecek bir şeyin yok değil mi?"
"Sana söyleyecek tabii ki hiçbir şeyim yok lanet olası!"
"Tuğba. Bir kere ya bir kere şans versen ölür müsün?"
"Emin olmadan bir kere şans verdim ben. Hâlâ onun pişmanlığını yaşıyorum."
"Lan Ulaş'a da inanmadın. Ellerinde ölürken anladın nasıl sevdiğini. Benim de mi ölmem gerekiyor. Öyleyse eğer öldür şimdi beni. Sen de rahat et ben de!"
"Rahat bırak beni!"
"Bırakmıyorum lan! Çağır sevgilini çağır! Hadi uğruna ölen Efe'yi çağır!"
"Lanet olsun! Bırak beni! Ne..."
İki kolumdan da sıkıca kavrayıp hareket etmemi engellemişti. Üstüne üstlük yüzüne bağırırken dudaklarıma yapışmıştı. Öyle sert öpüyordu ki gözümden yaşlar hızla damlaya başladı. Ağlamam öpüşünün sertliğinden değil hissettirdiklerindendi. Umursamadı ağlamamı ya da farketmedi. Ama gittikçe hızlanıyordu yaşlar. Anıl gözümün önünde belirince içimden bir şeyler koptu. İhanet hissi beni benden alıyordu. Elimden gelen tek şey hıçkırmaktı. Dudakları hıçkırığımı yutup yok etti ama yerini yenisi alıyordu. Uzun bir süre devam etti dudaklarının hareketi. Tadımı yiyordu sanki. Doyuyordu dudaklarıma. Bıraktığında gözlerimi açıp mutlu ve tatmin olmuş ifadesini gördüm. Gücü bir anda çekilmiş gibi kolları iki yanına düştü ve omuzları çöktü. Az önceki heybetinden eser yoktu. Sıktığım dişlerimi serbest bıraktım ve tüm gücümü elime aktarıp yüzüne indirdim. Savrulan suratını yere eğdi ve hıncımı çıkarmam için adeta izin verdi. Bu defa ellerim yumruk halinde göğsünde patlıyordu. Halsiz kalana dek vurdum. O ise hareket etmeden duruyordu. Birkaç yumruk daha attıktan sonra aramızdaki kısacık mesafeyi kapatıp kollarına hapsetti bedenimi. Sağanak halinde yağan gözyaşlarım durmaktan habersizdi. Sessizce fısıldarken neredeyse duyamıyordum. Sesi çaresiz ve üzgündü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Umursamaz
Teen FictionStandart hayatının sona ermesiyle karanlığına çekilen canlar... Bir insan ne kadar umursamaz, ne kadar güçlü olabilir? Ya da insanın acı veya umursama sınırı nedir? Öğrenmek zor değil... Karanlığıyla aşkı, arkadaşlığı, düşmanlığı tadan Tuğba'nın hi...