'Kırılsın bütün kadehler
Yerlere dökülsün meyler
Sen yanımda yoksun ya
Yıkılsın meyhaneler...'Son üç gündür eve çok az geliyordu Anıl. Geldiğinde de çok az konuşuyor sadece yüzüme bakıyordu. Hali tavrı hiç iç acıcı değildi. Ne olduğunu sormaya korkuyordum. Sadece düğün stresine bağlamak aptallık olurdu bunu. Anıl düğünle veya benimle olacağı herhangi bir şeyle böylesine üzgün olmazdı. Üzgündü, karışık ve soru doluydu yüzü. Nasıl yaklaşmam gerektiğini bilemiyordum. Uyku denen şeyi unutmuştum bunlarla kafa patlatırken. Kafeinle ayakta kalan bedenim iyiden iyiye halsizleşmişti. Yemeden içmeden de kesilmiştim. Düşünceler öyle bir hale getirmişti ki beni, hayattan soyutlanmıştım. Öyle ki bir an vazgeçmeyi bile düşündüm. Belki de vaz geçsem üstünden ağır bir yükü almış olacaktım. Kimseye de anlatamıyordum. Duyacaklarımdan korkuyordum. Başka biri fark ederdi belki derdini. Yine de korkuyordum. Nasıl bu duruma gelmiştik hiç anlamıyordum.
Yalnız gittiğim moda evinde gelinlik provasındayken aklım çok uzaklardaydı. Kadınların bakışları da zaten anlatıyordu acınası göründüğüm gerçeğini. Zombileri andıran bir haldeydim. Uykusuzluktan tenim solmuş, gözlerimin etrafı morarmış içleri kıpkırmızıydı. Kuru dudaklarım birbirine yapışmıştı. Nefes almaktan başka yaşamsal fonksiyonum yoktu. Tenime batan iğneleri neredeyse hissetmiyordum. Hissiz ve bomboştum. Sadece düşünceler aktifti. Nedenlerini sorguladığım yığınla nokta vardı. Ama tek bir cevap bile yoktu.
Bir an önce bitmesini beklediğim prova bitmişti nihayet. Saatlerce boş duvarlara bakarak uzanmak istiyordum. İyice tartıp bir yere varmam gerekiyordu. En azından bir fikre sahip olurdum belki. Hazırlanan gelinlikle aksesuarlarını aldığım gibi kendimi dışarı attım. İçimdeki kuruluğu vurgularcasına tek yaprak bile kıpırdamıyordu. Gökyüzü benimle birlikte kararırken eve doğru yol aldım. Direksiyonu kavrayan ellerim titriyordu. Açlık, uykusuzluk, stres, bilinmezlik bitirmişti beni. Hız yaptığımı bile etraftan gelen tepkilerle fark etmiştim. Korna sesleri eşliğinde kırmızı ışık falan dinlemeden eve vardım. Hırsımı elimdeki büyük çanta ve açtığım kapıdan çıkarırken salona geçip elimdeki her şeyi bir yere fırlattım. Koltuğa düşen bedenim feryad ediyordu resmen. Dinlenme talebi geri çevrilen uzuvlarım hareketsizlikle protesto ediyordu beynimi. Yaşlı gözlerimi tavana dikip başımı ellerimin arasına aldım. Her hücrem zonkluyordu. Ağladıkça ağladım. Ağladıkça daha da hırslandım. Hırslandıkça arttı akan yaşların hızı. Titreyen çenem çaresizliğimi boş eve gösteriyordu. Çalan telefonumu duymazdan geldim. Her şey önemsiz geliyordu.
Saatler geçmişti ama ben milim kıpırdamadan aynı pozisyonda yatıyordum. Telefon belki yirmi kere çalmıştı. Umursamadım. En sonunda kapı çalmaya başladı. Hareketsiz kalışım anahtar sesine neden oldu. İçeri adeta dalan Anıl salonda beni buldu. Ağlamış be kızarmış gözlerimle anlamsızca baktım yüzüne. Yabancı gelen güzelliği bana yaklaşırken nefes bile almıyordum. Koltuğun önüne diz çöküp gözlerime kilitlendi. Bakışlarımla takip ettiğim hareketleri ellerimde son buldu. Ellerim ellerinde çözülürken kasıldığımı fark ettim. Kuruyan yanaklarım dudakları için yalvarıyordu bana. Dudaklarım ise beynimin emri üzere sorularını sıralamak istiyordu. Sesimi çıkarmadım. Organlarımın isteklerini bile umursamadım. Elleri yüzümü kıstırdı sonrasında. Alnıma değen dudakları kor gibiydi. Bana hep tezat olan sevgilim soğukluğuma dermandı yine. En sonunda o dolgunluklar özlediğim sesini sundu bana.
"Ne bu halin Tuğba?"
"Ne bu halimiz Anıl?"
"Ne?"
"Uzun zaman oldu, kelime etmedin. Aklın nerede haberim yok. Kararsız görünüyorsun. Derdin ne?"
"Halletmem gereken şeyler vardı."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Umursamaz
Teen FictionStandart hayatının sona ermesiyle karanlığına çekilen canlar... Bir insan ne kadar umursamaz, ne kadar güçlü olabilir? Ya da insanın acı veya umursama sınırı nedir? Öğrenmek zor değil... Karanlığıyla aşkı, arkadaşlığı, düşmanlığı tadan Tuğba'nın hi...