Yanlış hatırlamıyorsam 1856 yılının sonbahar aylarıydı.Ekim ayıydı sanırım.Hava her zamanki gibi dışarı adım atılmayacak kadar soğuktu.Gerçi binanın içi de çok sıcak sayılmazdı.Sağdan soldan bulabildiğimiz yıpranmış battaniyeler ve küf kokan yatak örtülerini üzerlerimize örtüp donmamaya çalışırdık.Tabi kalabalığın da binanın içindeki soğuk havanın biraz olsun yumuşamasında etkisi büyüktü.
Binanın kalerüfer sistemi vardı ama merkezden sadece kış aylarını geçirebilecek kadar kömür gönderildiği için bu aylarda doğal olarak o kömürleri harcamak istemezlerdi.
Haftada en az 4-5 kişinin donarak öldüğünü hatırlıyorum.Tanrıya şükür besin sıkıntımız yoktu.Yeteri kadar ekmeğimiz ve yanında lahana, dereotu ve salatalıkla yapılan solyanka çorbası vardı.Normalde etli bir çorbadır ama şartlar gözönünde bulundurulduğunda et olmasada olurdu.Karnımız doysun yeter diye düşünürdük.O kalabalıkta üçümüze bir yatak bulabildiğimiz için de aslında şanslı bile sayılırdık.Çünkü çoğu insan yerlerde eski ve yıpranmış süngerlerin üzerinde yatarlardı.
Ekimin sonlarına doğru hava iyice kötüleşmişti.Bu arada Rusya'da dört mevsim yoktur.Sadece yaz ve kış vardır. Altı ay yaz ,artık ne kadar yaz denebilecekse, altı ayda kış yaşanırdı ve biz kışın henüz ikinci ayına bile girmemiştik. Aleksy'e bu soğukları sokaklar alıştırmıştı ama Niko ilk kez böylesine bir soğukla başa çıkmak zorunda kalmıştı ve çok geçmeden hastalandı.Babası onu koruyamayacak kadar uzaktaydı ama biz vardık.
Aleksy ve ben Niko' nun bu süreci daha hızlı atlatabilmesi için elimizden geleni yaptık.Yatakta onun yatmasına izin verdik ve olabildiğince kendi battaniyelerimizle onu soğuktan korumaya çalıştık.Çok geçmeden 2-3 hafta içerisinde eski sağlığına kavuştu.O günlerin bize öğrettiği tek bir şey vardı.Oda birlikte kalırsak hayatta da kalabileceğimizdi.Çıkar ilişkisi olarak görülebilir ama bir düşünsene çoğu dostluk zaten bu şekilde başlamaz mı?
Kasım ve Aralık.Bu iki ay üçümüzünde hayatını tamamen değiştiren bir dizi olaylarla dolu.Bunları sana hızlı bir şekilde anlatacağım.Ama olanları anlatmadan önce sana bir soru sormak istiyorum.Kadere inanır mısın?
Yani ,sana daha önceden yazılmış bir senaryoyu oynadığını düşündüren bir şeyler oldu mu? Herhangi bir şey.Mesela başına gelen tüm iyi ve kötü olaylar, olması gerektiği için mi oldu, yoksa hepsi tesadüfen mi gerçekleşti? Keşke verdiğin cevabı duyabilsem.Ama bu şu an için imkansız gibi görünüyor.Alman bir yazarın çok sevdiğim bir sözü vardır.
" Bir insanın hayatında çok önemli iki an vardır.Biri dünyaya gözlerini açtığı yani doğduğu an, diğeri neden doğduğunu anladığı an" Bende kendime defalarca sordum.Eğer bu dünyadaysam, yaşıyorsam bir amacım olmalı.Ama ne? Bu sorunun cevabını uzun yıllar aradım ve sonunda cevabı kırık dökük bir harabe de buldum.Şimdi bu gizli hazine mi bulmamdan 14 yıl öncesine gidelim.Yani 1856' nın kasım ve aralık aylarına.
Bulutların arasından yanlızca sarı rengini görebildiğim, bize sıcaklığını vermemeye yemin etmiş güneş henüz doğmamıştı.Ama ufuktaki kızıl çizgiye bakılırsa havanın aydınlanması uzun sürmezdi diye düşünürken uzakta bir karaltı gördüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kara Kutu
Mister / ThrillerHasta olduğunu bilemeyecek kadar aciz bir adamın tanıştığı insanlarla birlikte her dakika değişen yaşamı ve bu hareketliliğin getirdiği geri dönüşü olmayan ölümcül kararlar. Tam da Stephanov ailesine yakışan bir hayat. (Satışta)