Rostov Kurdu Geri Döndü

101 7 2
                                    

         Bu ev, bu içerisin de bir çok hayatın başladığı, daha fazlasınında yok olduğu apaçık ortada olan koca malikane. Geçmiş ve geleceğimin bir noktada buluşmalarını, kafamın içerisinde her yere dağılmış anılarımın yeniden birleşerek bir bütün halinde ortaya çıkmalarını sağlayan yapı. Koltukta oturduğum sırada Valeria'nın her bir duvarı en ince ayrıntısına kadar nasılda incelediği geldi aklıma. Bu duvarlar, sayısını dahi bilmediğim onca oda, içerisinde o kadar fazla anı biriktirmiş olmalıydı ki burada yaşamak her gün bu seslere bu haykırışlara katlanmak onun yaşlı bedeni için çok zor olmalıydı. Onca anı gibi benimkilerde bu evin bir köşesinde saklı olmalıydı ve zamanı gelince de önüme bütün gerçekleriyle çıkartılmıştı.
       Artık her şey o kadar net, o kadar göz önündeydi ki bir an önce yoluma devam edip amacımı, üzerime yüklenen bu görevi hemen yerine getirmek istiyordum. Babam, Vasily Stephanov, geçmişte iyi ve ya kötü ne yapmış olursa olsun ben onun hayatta ki tek gerçek varisiydim ve korumaya çalıştığı sırrı emin ellere ulaştırmalıydım. Avuçlarım arasında ki kolyeyi pantolonumun sağ cebine koyup yavaşça yerimden doğruldum ve ayağa kalktım. Zamanlar arası bir köprü olarak kullandığımı çok geç farkettiğim uykum bu sefer yoktu ve vücudum da hiç olmadığı kadar dinç ve sapasağlamdı. Bu eski yapıya olan merakım henüz son bulmamıştı ama beni ilgilendirmeyen, karşılaşabileceğim onca gerçekle yüzleşme ihtimali beni bu gereksiz merakımdan alıkoyuyordu. İçimden "Belki başka bir yerde, başka bir zamanda" diye düşündüm ve hemen yanımda ki paslı, demir çubuğu alarak dizlerimin üzerine çöktüm ve sönmek üzere olan közü karıştırdım. Genç ve henüz bıyıkları dahi terlememiş yüzüme vuran sıcaklıkla bir anda göz kapaklarım ağırlaşmaya başladı.
      ---- Zamanı geldi, dedim kendi kendime kısık bir sesle. Demir çubuğu yavaşça aldığım yere koydum ve ayağa kalkmadan, yanımda ki geniş deri koltuğa uzandım. Karşı pencerenin perdeleri arasından sızan güneş ışınlarına bakılırsa akşam olmak üzereydi. Bu koca malikaneden ayrılmayı hiç istemesemde göz kapaklarımı usulca indirdim ve derin bir uykuya daldım.
      Kendime gelmeye başladığımda uzunca bir süre beklemişçesine tüm vücudum ağrılar içerisindeydi ve olmayı umduğum yerde, ahırdan bozma kulübe de, çatıdan sızan güneş ışınları arasında gözlerimi araladım. Köylü kadın odanın uzak köşesinde ahşap bir sandalye ye oturmuş, kafası önüne eğik bir şekilde elinde ki bir bez parçasıyla uğraşıyordu. Uyandığımı ve ona diğru baktığımı farketmemişti. Yavaşça hasırdan yatağımdan doğrulup sırtımı kerpiçten duvara dayadığım da oda beni farketmişti ama daha önce ki gibi bir heyecanla yanıma gelip beni kontrol etmemişti. Bir anlık kaldırıp bana baktığı sıradan bakışlarını tekrardan önünde ki bez parçasına yöneltmişti. "Eski popülerliğim kalmadı heralde" diye geçirdim içimden.
       Yavaşça duvardan da destek alarak ayağa kalktım ve köşede, masanın üzerinde duran paltoma doğru yöneldim. Sahip olduğum çok az şeyden biriydi ve onsuz bu şartalada hayatta kalmam çok zordu. Kendi çabamla sağlam ve yerinde olan sağ kolumu paltonun kol yerinden geçirdim ve diğer tarafınıda omzuma doğru atıp önden bir düğmesini ilikledim. Aksi takdirde sanki üzerimden her an düşecekmiş gibi duruyordu. Tam o sırada ani bir irkilme hissettim ve sol yanımı duvara yaslayarak sağ elimi pantolonjmjn cebine soktum. Olmasını umduğum şey tam da olması gereken yerdeydi. Kolye. Onun hala avuçlarımda hissedebiliyor olmak bana tarifi zor bir huzur vermişti. Kadın da bu ani hareketimle bir anlık irkilmiş ve bakışlarını üzerime yöneltmişti. "Sorun yok" dercesine bir el hareketiyle onu daha fazla şüpelendirmeyerek yeniden elinde ki her neyse ona yoğunlaşmasını sağladım ve masadan da destek alarak dış kapıya doğru yöneldim.
       Kaptan Andrey'in yanına gidip olan bitenlerle alkalı bilgi almalıydım. Bu dağ başında daha fazla zaman kaybedemezdim. Tam dengemi de sağlayıp emin adımlarla dış kapıya doğru bir kaç adım attığım sırada kapı normal denemeyecek bir sertlikle açıldı ve daha önce beni, sorgulandığım kulübeye götüren iki sarışın genç içeri girdi. Hala rahat yatağımda yatıyor olduğumu düşünüyor olmalıydılar ki beni ayakta gördüklerinde bir anlık irkildiler. Uzun boylu olan omuzunda sılı olan tüfeği az kalsın düşürüyordu ki son anda kemerinden yakalayıp tekrardan omzuna astı. Kısa olan koşturmuş olacak ki soluk soluğaydı ve nefesinin elverdiği bir ses tonuyla konuşmaya ilk o başladı.
      ---- Kaptan Andrey acil olarak sizi bekliyor, lütfen bizimle gelin, dedi. Daha önce ki sorgulayıcı bakışından ve emir verirmişçesine ses tonundan eser yoktu.
      ---- Tamam. Bende onun yanına gidiyordum zaten, dedim. Sanki sesim öncekinde daha bir olgun çıkmıştı ağzımdan.
      ---- Buyrun, dedi uzun olan ve koltuğuma girip, yürümeme yardımcı olmak istercesine bir harekette bulunmak istedi.
      ---- Hayır, yardım istemiyorum. Yalnızca bir kolumu kaybettim bacaklarım hala sağlam, dedim. Onu kırmak istemezcesine bir ses tonuyla. O da bu isteğime olumlu karşılık verip yalnızca, önümde aralık duran kapıyı ardına kadar açmakla yetindi ve önden benim çıkmamı istercesine bir bakış attı. Kapıdan çıkıp buz kesilmiş kayalara bastığım ilk adımla birlikte henüz güneşin tepeye ulaşmadığını ve sabahın ilk saatlerinde olduğumuzu farkettim. Daha önceden de alışık olduğun ince patikadan geçerek Andrey'in kulübesine doğru hala bir kımı karlarla kaplı dev kayalardan destek alarak yürümeme devam ettim. Yol bouunca kimseyi görmemiştim. Ne kadınlı erkekli sohbet eden gruplar ne de tek başına oturmuş manzara izleyenler ortada yoktu. "Bir şeyler ters gitmiş olmalı" diye düşündüm içimden. Genç savaşçının dediğine göre beni acil olarak istetmişti ve bu aciliyet içimde yol boyunca bir tedirginlik oluşmasına neden olmuştu.
       Kulübeye yaklaştığımız sırada arkamdan gelen, diğerine göre daha kısa boylu asker birden hızlanıp önüme geçti ve kulübenin kapısına kadar hızlı adımlarla devam etti. Ben kapıya yaklaştığımda o yerini çoktan almıştı ve kapıyı açmak için sabırsızlanırcasına gözlerimin içine bakıyordu. Aramızda bir kaç adım kaldığındaysa oldukça sakin bir hareketle kapıyı araladı ve ben içeri girer girmez de arkamdan çok ses çıkarmaktan korkarcasına usulca kapattı. Peşimden gelmemişlerdi, hatta yol boyunca yüzüme dahi bakmamışlardı. Yalnızca görevlerine odaklanmış gibiydiler. Aynı benim de olmam gerektiği gibi.
      Kulübeye girer girmez beni karşılayan ilk şey derin bir sessizlik oldu. Dışarıda esen hafif sabah esintisinin uğultusu dışında farklı bir ses yok denecek kadar azdı. Gözlerimi bir kaç kez açıp kapattım ve odanın karanlık ve loş havasına alışmasını bekledim. Yavaş yavaş her şey daha da belirgenliştiğinde odada ayakta duran bir insan silüeti dışında dikkatimi çeken başka bir şey olmayacaktı. Bu silüet iriliğine de bakılacak olursa Kaptan Andrey'e ait olmalıydı. Kısa bir süre sonra da beni haklı çıkaran donuk ve gür ses tonuyla konuşmasına başladı.
      ---- Gel otur, Karl dedi hemen önünde ki bana uzak sayılabolecek yerde ki sandalyeyi işaret ederek.
     Tek bir söz söylemeden yanına kadar gidip işaret ettiği ahşap sandalyeye yavaşça oturdum ve doğrudan gözlerinin içine tehditkar olmayan bir ifadeyle baktım. Benimle birlikte oda daha modern duran deri sandalyesine oturdu. Aramızda yalnızca oyma işlemi yarıda kalmış meşeden yapılma dar denebilecek ahşap bir masa vardı. Sakin bir ses tonuyla konuşmasına devam etti.
      ---- Lafı hiç uzatmadan sana bir kaç bilgi vermek istiyorum, dedi. Bir esire gösterilmeyecek bir nezaketti bu.
      ---- Dün, gece saatlerinde adamlarımdan biri bana bir bilgi getirdi. Rostov'da ki baskından kaçan bir grup asker hakkında bir haberdi bu. Kaçanların Alman askerleri olabileceği ihtimaline karşı hemen harekete geçtik ve yeni savaştan çıkmış, biçare haldeki durumlarından da faydalanarak onları yakaladık. Aralarında çok önem verdiğim biri de vardı. Gözümde bir hain olan ve hep te öyle kalacak olan Yury Ivanov,dedi ve bu isim karşısında vereceğim tepkiyi ölçmeye çalışırcasına  dik dik yüzüme baktı. Burnunu bir kez çektikten sonra da konuşmasına devam etti.
      ---- Onu dinlenmesine dahi fırsat vermeyerek sabaha kadar sorguladım ve dediklerinde haklı olduğunu öğrendim. Rostov artık tamamen Rusların yani gerçek sahiplerinin elinde evlat. Sorguma devam ederken, daha doğrusu sonuna geldiğimde ondan öldürülmesini engelleyecek gerçek ve doğru bir bilgi istedim. Tam o sırada aklına bir şeyler geldi ve bana baskından önce çok önemli bir tutsağının olduğundan bahsetti. Tutsağının adı, daha da önemlisi soy adı Stephanov' muş ve adıda... dedi ve cümleyi bitirmesine fırsat vermeden araya girdim.
      ---- Karl. Karl Maksim Stephanov, dedim, kendinden emin normal denebilecek bir ses tonuyla.
    
      
      

Kara KutuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin