Kanlı Bir Mesaj

58 7 0
                                    

     Az önce tamamen aydınlık olan, bembeyaz karlarla kaplı kayalıklar birden karanlığa teslim olmuştu ve bu durum hemen karşımda öylece duran silüetin kime ait olduğunu anlamamı oldukça zorlaştırıyordu. Peki ama bu nasıl olabilirdi daha demin kilometrelerce uzaktaki dağları dahi görebiliyordum. Neyse ki bu ani kararmanın, dolunayın parlak ışığını engelleyen bulutlardan kaynaklandığını öğrenmem uzun sürmedi ve çok geçmeden uzun boylu, sarı saçlı bir beden karşımda beliriverdi. Bu Oleg'di.
     Kaptan Andrey'in söylediğine göre kardeşi Peter'in ölümünden sonra birden ortadan kaybolmuştu ama şu an kanlı canlı karşımdaydı. İster istemez bir anlıkta olsa üzerimde garip ve tedirgin edici bir etki bırakmıştı. Gözlerimi üzerinden ayırmadan soğuk havayı içime çektim ve kan akışımı biraz olsun yavaşlatmaya çalıştım. Hemen ardından da konuşmaya ilk ben başladım.
    ---- Oleg. Bu sen misin? diye sordum. Hemen yanımda, uykuya dalmamak için göz kapaklarıyla mücadele eden Aleksy, olan biten bihaber şaşkın bir yüz ifadesiyle bir bana bir Oleg'e bakıyordu.
   ---- Evet, benim. dedi kısık bir ses tonuyla. Anlaşılan gizli bir buluşma planlamıştı ama ne yeri ne de zamanıydı.
   ---- Oleg, acılısın ve konuşmak istediğin konular var ama çok geç oldu. Bu konuşmaya yarın devam etsek olur mu? diye sordum ama beni hiç dinlemiyor gibiydi.
   ---- Haklısın acım çok taze ve kalbim tahmin edebileceğinden çok daha derin kederlerle dolu ama gecenin bir vakti, gizlice konuşmak istediğim konu bunlarla alakalı değil,dedi ve bir anlık duraksadı. Her ne kadar yorgun olsamda beni her zaman çıkmaz sokaklara sokan merakıma da yenik düşerek sormam gereken soruyu sordum.
   ---- Peki konu nedir? dedim isteksizce. Her ne hakkında olursa olsun bir süre onu dinleyip sıcak bir duvar dibinde uykuya dalmak istiyordum.
   ---- İstanbul'a ben de gelmek istiyorum,dedi. O an söylediği bu sözler tüm vücudumda ani bir şok etkisi yaptı ve uykuya teslim olmak üzere olan yarı açık gözlerim bir anda faltaşı gibi açıldı. Anlaşılan daha önce Peter'ın yaptığı gibi o da Kaptan Andrey ile yaptığım konuşmayı gizlice dinlemişti ve ses tonu söyledikleri konusunda ne kadar ciddi olduğunu açıkça ortaya koyuyordu. Bahsi geçen her şeyi duymuşsa, bu yolculuğun ne kadar tehlikeli olduğunun da farkında olmalıydı.
    ---- Tamam her şeyi duydun ve üzerine vazife olmayan bir çok şey öğrendin, dedim yaptığı davranışa karşı hoşnutsuzluğumu belirtmek istercesine bir tavırla. Her ne kadar kardeşini yeni kaybetmiş olsa da,bu durum ona başkalarının özel hayatına karışabilme hakkını vermezdi. Kısa bir sessizliğin ardından bakışlarında ki kararlılığı da dikkate alarak konuşmama devam ettim.
   ---- Peki neden gelmek istiyorsun? diye sordum artık daha fazla bu yorucu konuşmayı sürdürecek gücüm kalmamıştı.
  ---- Kardeşim Peter'in asıl katilinden intikam alabilmek için,dedi. Ses tonu ve bakışlarında ki kararlılık giderek öfkeye dönüyor gibiydi.
  ---- Peter ve onun ölümüne sebep olan Gorbaçov, her ikisi de gözlerimin önünde can verdi Oleg. Her ne kadar hoşuna gitmesede bu meselenin bu şikilde bitmesini Peter istedi. Lütfen onun kararlarına karşı biraz saygın varsa artık bu işin peşini bırak,dedim ve daha fazla konuşmak istemiyormuşçasına bir ifadeyle gözlerinin içine baktıktan sonra usulca Aleksy'e döndüm ve gitmemiz gerektiğini işaret ettim. Sergilediğim tavır hiç hoşuna gitmemiş olacak ki arkamızdan bir kaç söz söyleme gereği hissetti.
    ---- O kadar ahmaksın ki gözünün önündekini dahi göremiyorsun ama merak etme intikamımı aldığımda sen de dahil haykırışlarımı tüm dünya dinleyecek,dedi ve arkam dönük olmasına rağmen karda çıkarttığı seslerden anladığım kadarıyla köye doğru yöneldi. O an aklıma Peter'ın onlarca kurşunun hedefi olmadan hemen önce yaptığı konuşma geldi. Oda haykırırcasına yüksek bir sesle intikamını aldığından bahsediyordu ama sonu hiçte iyi bitmemişti. Gencecik yaşında, önünde ki uzunca belki de başarılarla dolu geleceğini heba etmişti. İçimden "umarım Oleg'in sonu da öyle olmaz"diye düşündüm ve son bir gayretle, soğuk havayı ciğerlerimin en derinlerine de çekerek köylü kadının kaldığı kulübenin önüne kadar geldim.
    Aslında bu saatte hoş karşılanacak bir durum değildi ama ikimizde yaralıydık ve böylesine bir dağ başında iki yabancının geceyi geçirebileceği en güvenilir yer de bir sağlıkçının yanıydı. Belki de yanlış düşünüyordum ama yapabileceğim başka bir şey de yoktu. Usulca, içerde her kim varsa onu rahatsız etmek te istemeyerek kolu yavaşça aşağı çevirdim ve kulaklarımda bir anda beliren kapı gıcırtısı sesiyle günün belkide en iyi haberini aldığımı anladım. Kapı açıktı ve içeriden, yolun yarısındayken lafa tutulmam nedeniyle soğuktan kaskatı kesilmiş yüzüme sıcak ve tatlı bir hava vuruyordu. Tam da olması gerektiği gibi.
     Kendime geldiğimde, henüz gözlerimi dahi aralamadan hissettiğim ilk şey, her ne kadar soğuk olmasada içimi titreten havaydı. Anlaşılan amacıma ulaşmıştım ve geceyi donmadan geçirebilmiştim. Misafiri olduğum onlarca köylünün lideri Kaptan Andrey için önemli biriydim ama içerisinde bulunduğumuz şartları da hesaba katınca herkesin kendi başının çaresine bakması gerektiğini düşünüyor olmalıydılar ve bunda tamamen haklıydılar. O an bunları düşünmenin bana her hangi bir fayda getirmeyeceğini anlayıp usulca doğruldum ve etrafıma bakındım.
      Odada ki eşyalar, tavandan sızıp zemine çarpan güneş ışınları tam da hatırladığım gibiydi ama bir eksik vardı. Köylü kadın her zamanki yerinde yoktu ve yaralarımın bir çoğuda hala açıkta duruyordu. Sanırım onca olandan sonra bana karşı olan ilgisini de kaybetmiş olmalıydı ve bunda haklıydı. O an gözlerim odanın diğer köşesinde benim gibi toprak zeminde öylece hareketsiz yatan Alesy'e takıldı. Neyse ki burnundan soluduğu hava soğuk nedeniyle gözle görülebilir bir haldeydi ve henüz kabuk dahi bağlamamış yaralarımın acısıyla yanına gitmeme gerek kalmamıştı.
      Tam o sırada kapı her zamanki gibi artık görmeye alışkın olduğum bir sertlikle açıldı ve içeriye daha önce görmediğim bir asker girdi ve oda da bir süre birini arıyormuşçasına bakındıktan sonra gözleri bir anda bana çevrildi ve konuşmaya başladı.
    ---- Karl Maksim siz olmalısınız. Kaptan Andrey sizi istiyor,buyrun dedi ve eliyle kapıyı işaret etti. Bu sefer içimden değil direkt askerin yüzüne bakarak;
   ---- Gene neler oldu? dedim ve yavaşça yerimden doğrularak kapıya doğru yöneldim. Bir süre gözlerimin aydınlığa alışmasını bekledikten sonra kafamı kaldırıp masmavi gökyüzünde güneşi aradım. Çoktan, hemen yanımızda ki tepenin arkasına geçmişti ve konumuna da bakılacak olursa öğlen saatleri olmalıydı.
    Kaptan Andrey' in kulübesinin önüne gelene kadar tek bir söz dahi etmeden önümde ki hafif kilolu,bu coğrafya da görmeye alışkın olmadığım esmerlikte bir tene sahip olan köylüyü takip ettim. Kulübede ilk defa karşılaştığımızda onu asker sanmıştım ama ne bir tüfeği vardı ne de üniforması ve görünüş itibarıyla sıradan bir köylüden farksızdı. Halihazırda açık duran kapının önüne geldiğimizde içeri girmemi istercesine bir işaret yaptı ve ben girer girmezde arkamdan kapıyı kapattı.
    Andrey her zaman ki gibi masasında oturuyordu ama masa daha önceki sohbetlerimizde olduğu gibi boş değildi. Üzerinde bir şeyler vardı ama bulunduğum mesafeden ne olduklarını anlamam imkansızdı ve Andrey içeri girdiğimden beri tek bir söz dahi etmemişti. Hatta yüzüme dahi bakmamıştı ve sanki yanına gelmemi bekler gibi bir hali vardı.Düşünceli halde önündekilere bakan Kaptan Andrey'e doğru yaklaştım ve tüm dikkatini yoğunlaştırdığı masaya baktım.
    O an gördüklerimi hala hatırlıyorum da tüylerim şu an dahi diken diken oluyor. Üç adet acemice kesilmiş insan kafası dikkatli bir şekilde yerleştirilmişti ve akan kanları tüm masayı kızıla boyamıştı.
  
    
  

Kara KutuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin