Her ne kadar, tüm gayretimle Oleg'in bu ahmakça çabasına engel olmaya çalışsamda, kızgın bir boğanınkinden farksız bakışları öylesine öfke ile dolmuştu ki, son zamanlarda yaşadığım olaylar yüzünden, beslenmemin iyice düzensizleşmesiyle zayıf düşen tek kolum, onu durdurmaya yetmedi. O an yalnızca olduğum yerde kalıp adeta ölümün kollarına doğru koşan biçare haldeki bedenini izledim. Yaralıydı ve duvardan destek alarak yürümeye çalışıyordu.
Ayrıca, bu tür kavgalarda onlarca can almış olan, Kaptan Andrey'e karşı hiç bir şansı yoktu. Tam hedefine ulaşıp, donuk gözlerini oymak için hamle yapacağı sırada, bulunduğum odada ve koridor boyunca öylesine gür bir ses yankılandı ki görmeye korktuğum durumla yüzleşmemek için bir an gözlerimi kapatmak zorda kaldım.
Kendime gelip, odanın giderek basık hale gelen havası yüzünden iyice ağırlaşan göz kapaklarımı, yeniden aralama cesaretinde bulduğumda ise az önce kulaklarımı rahatsız edercesine her bir duvara ayrı ayrı çarpan sesin nedenini öğrenmem uzun sürmedi. Oleg, tamamen kendinden geçmiş bir halde, dizlerimin dibinde sere serpe uzanmıştı ve masmavi gözlerinden biri koyu kırmızıyla kaplıydı. Ayrıca, yüzünün sol tarafında büyükçe bir el izi çıkmıştı ki o an bu merhametsizce kullanılan elin kime ait olduğunu tahmin etmem çok da zor olmadı. Kısa ve derin bir sessizliğin ardından da söze ilk giren yine o oldu.
---- Dışarı çık Karl, dedi Andrey donuk kahverengi gözlerini de kaplayan merhametsizce bir tavırla.
O an, yüzüne karşı haykırmak istediğim onca şey olmasına rağmen zorda olsa susmayı tercih ettim ve söylediklerini duymazlıktan gelerek, aldığı sert tokattan sonra nefes alıp almadığını dahi tam olarak anlayamadığım Oleg'e yönelip, elimi bir ölününkinden farksız dudaklarına götürdüm. Avucumun içerisinde güçlükle hissedebildiğim yaşam belirtisi o kadar cılızdı ki, bir anlık kendime hakim olamayarak sert bir tavırla doğruca Kaptan'a baktım.
----- Bunu yapmak zorunda değildin. Zaten bitik durumda. Az kalsın onu öldürüyordun,dedim ama yarın olacakları düşündüğümde bu endişemin pek te bir geçerliliğinin olmadığını farketmem uzun sürmedi.
---- Ha gün doğduğunda, ha şimdi Karl. Her halükarda o zaten bir ölü. Bana kalsa şuracıkta alırdım canını ama bu sefil için gece gece elimi kana bulamaya hiç niyetim yok, dedi ve eliyle dışarı çıkamamı işaret edercesine bir hareket yaptı.
Her ne kadar doğruluğuna tam olarak inanmasamda, Oleg üç askeri öldürmek suçundan gözlerimin önünde idama mahkum edilmişti ve onu bu durumdan kurtarabilmek için yapabileceğim hiç bir şey yoktu. Şüphelerimi ve alınan karara olan öfkemi kalbime gömdüm. Hemen ardından da derin bir uykuya dalmışçasına yatan Oleg'i olduğu gibi bırakıp, dış kapıya doğru yöneldim. Tam, yüzüne dahi bakmak istemediğim Kaptan Andrey'in yanından geçerken, ani bir hareketle kolumdan tutup bedenimi kendine doğru çekti ve bu durum bir anlık irkilmeme neden oldu.
---- Onunla görüşmemen konusunda seni uyarmıştım Stephanov ama sen beni dinlemedin. Ayrıca gördüğün gibi ben sözümde durdum ve onca askerin arasından elini kolunu sallayarak bu odaya girmene izin verdim. Şimdi sıra sende. Bilmem anlatabildim mi? dedi imalı bir ses tonuyla.
Koyu kahverengi gözleriyle öylesine kararlı ve bilmiş bir tavırla bakıyordu ki o an için yalnızca söylediklerini onaylarcasına bir baş hareketi yapıp gevşettiği kolumu elinden kurtarmakla yetindim. Hemen ardından sert bir tavırla, Kaptan'ı ve az önce yanlarından geçtiğim askerleri birer birer arkamda bırakarak üst kata çıkan merdivenlere doğru yöneldim. Tam çürümüş ve her biri diğerinden daha gevşek duran basamaklara adımımı atacaktım ki o an tuhaf bir duyguya kapıldım.
Sanki daha önce benimle birlikte olan bir parçam şu an yerinde yok gibiydi. Askerlerin de şaşkın bakışları arasında kendime hakim olamayarak elimi doğruca kolyeleri koyduğum, ceketimin iç cebindeki gizli bölmeye götürdüm fakat her iksininde yerinde olduğunu farkettiğimde yersiz işgüzarlığımdan dolayı kendime kızmam gerekti.
O an şüpheli hareketlerim yüzünden gözlerini doğrudan üzerime diken iki genç askere de aldırmadan yoluma devam ettim ve seri adımlarla basamakları çıkıp,artık görmeye alışkın olduğum yaşlı adamında yanından geçerek hiç bitmeyecekmişçesine uzanan koridorun sonuna kadar yürüdüm. Ardından da dostum Aleksey'in de kaldığı odanın önüne kadar gelip, açık olan kapıyı hafifçe araladım ve tek bir şamdanın aydınlatmaya çalıştığı, loş havasını çok iyi hatırladığım odaya girdim. İçeri girer girmez farkettiğim ilk şey vaktin de oldukça geç olması nedeniyle derin bir uykuya teslim olmuş halde yatan Aleksey oldu.
Kulaklarımı rahatsız edercesine bir gürültüyle çıkardığı horuldamadan da anladığım kadarıyla, cılız görüntüsünü saymazsak eski sağlığına kavuşmuş gibiydi ki bunda muhtemelen samimiyetinden şüphe duymadığım tek gözlü hekimin de katkısı büyüktü. Fırsatını bulduğumda ona olan minnettarlığımı göstermeliydim fakat şu an gecenin başından beri yaşadığım olaylar yüzünden o kadar yorgun durumdaydım ki gözüme kestirdiğim ilk yere uzanıp günlerce uyumak istiyordum.
Göz kapaklarımı kaldırmakta güçlük çektiğim o anda, Aleksey'in hemen ayak ucunda çok ta büyük olmayan, adeta orada unutulmuşçasına duran, eski bir koltuk olduğunu farlettim. Rahat bir uyku olmayacağı kesindi fakat içerisinde bulunduğum durum hesaba katıldığında varlığından feragat etmem gereken çok fazla şey vardı ki rahatlık bunlardan yalnızca biriydi. Bacaklarımda biriktirdiğim son enerjimle doğruca hedefime yönelip, içine geçmiş halde olduğunu sonradan farkettiğim koltuğa adeta gömüldüğüm sırada hemen yanımdaki masanın üzerinde gördüğüm şey anlık ta olsa karnımdan garip sesler gelmesine neden oldu. Bu koyu kırmızı renkte bir elmaydı ve adeta hissettiğim açlığı farketmişçesine doğrudan bana bakıyor gibiydi.
Kendime hakim olamayarak tek bir hamlede onu avuçlarımın arasına aldım ve ceketimin cebinde duran, küçükken beni ölümün kıyısından kurtaran çakıma uzanmaya çalıştım ama olmasını umduğum yerde yoktu. İçimde giderek büyüyen garip bir heyecanla elmayı tekrardan masaya koydum ve tüm ceplerimi tek tek aramaya başladım ama çabam boşunaydı. Çakı gitmişti ama bu nasıl olabilirdi ki? O an karmaşık duygularımı kontrol edemeyerek, beynimde şimşekler çaktırabilecek kadar büyük bir fırtınanın yayılmaya başladığını hissettim.
" Oleg, en değerli parçalarımdan biri olan çakımı, benden almış olabilir miydi? "
####
Son enerjimide oturduğum koltuğa yüremek için harcamış olmamın getirdiği yorgunlukla, bedenimin her bir uzvu öylesine tükenmişti ki ne kaybettiğim çakıyı ne de Oleg'i düşünecek halim kalmamıştı. Ceketime iyice sarılıp, dizlerimi karnıma doğru çektim ve hırçınlığını giderek arttıran denizde, gemiye çarpan dalgaların içimde uyandırdığı huzur ile birlikte göz kapaklarımı indirdim ve derin bir uykuya daldım. Artık eskisi gibi her uyuduğumda geçmişime ve ya kendi tabirimle "cehenneme" gitmiyordum.
Hatta dün gece gayet normal sayılabilecek saçma bir rüya dahi görmüştüm ki bana göre bu durum normale dönmeye başladığımın bir göztergesi olabilirdi diye düşünürken o sırada tüm bu tezlerimi çürütecek bir şey oldu. Tanıdık bir ses kulağımın dibinde kısık sesle bir şeyler mırıldanıyordu ve uyuşmuş haldeki bedenimi kendine getirmeye çalışırcasına hafifçe sarsmaya dahi başlamıştı. Her ne kadar ona karşılık vermek istemesemde gözlerimi tekrardan açıp karşımda bana odaklanmış halde duran adama baktım.
---- Karl uyan, Karl. Onu götürüyorlar, dedi heyecanlı bir ses tonuyla. Bu Aleksey'di ve oldukça tedirgin görünüyordu.
---- Ne, kimi götürüyorlar? diye sordum. Yeni uyanmış olmamında etkisiyle uyku sersemiydim ve bir anlıkta olsa söylediklerinden hiç bir şey anlamadım.
---- Oleg'i götürüyorlar ve gördüğüm kadarıyla durumu hiç de iyi değil, dedi Aleksey ve dün gece yaşadıklarımın gözümün önünde tekrardan canlanmasına neden oldu.
" Tabi yaa" dedim kendi kendime ve bir çırpıda, içine göldüğüm koltuğun kolundan da destek alarak ayağa kaltım.
---- Kahretsin umarım geç kalmamışızdır, dedim kendi kendime ve ani tavrımla ilkilen Aleksey'in şaşkın bakışları arasında odadan çıktım. Ardından da seri adımlarla koridoru geçip, tamamen gün doğumunun serin havasıyla dolan üst güverteye çıktım. Bir süre hala tam olarak uyanamamış gözlerimin, parlak güneş ışınlarına alışmasını bekledikten sonra güçlüklede olsa görebildiğim kalabalığa doğru yöneldim.
Bir bir yanlarından geçtiğim adamlar karşılarında ki tatsız manzaraya öylesine odaklanmışlardı ki beni farketmediler bile.
Oleg, elleri bağlı şekilde, idam kararının verildiği odanın tam da önünde, eski bir sandalyenin üzerine çıkartılmıştı ve yüzünde ki morluklar ben yanından ayrıldıktan sonra pek te rahat bir gece geçirmediğini gösteriyordu. O an gözlerim belkide bütün bu olanların tek sorumlusu olan Kaptan Andrey'i aradı ama çok geçmeden donuk yüz ifadesiyle meydana çıkıp, kuru gürültüyü susturmasıyla aklımı meşgul eden bu sorumun cevabını da almış oldum.
---- Sevgili Kartal Yuvası halkı,dedi gür bir ses tonuyla ve herkesin kendini dinlediğinden emin olduktan sonra konuşmasına devam etti.
---- Burada bulunan her bir aklın, Oleg Kurzavski'nin neden idam edileceğini bildiğini umuyorum. Bu yüzden tüm olanları baştan anlatma gereği görmediğimi ve bu işi biran önce bitirmek istediğimi söylemek isterim. Şimdi, mahkuma hepinizin huzurunda son dileğini soruyorum,dedi. Ardından tam da ilmeğin boğazına geçirildiği sırada samimiyetsiz ve sorgulayıcı bakışlarla amatörce hazırlanmış dar ağacına döndü fakat tam beklenen soruyu soracağı sırada, Oleg herkesin duyabileceği yüksek bir tonla söze girdi ve Kaptan'ın hevesini kursağında bıraktı.
---- Sizlerden istediğim son şey önyargılarınızı bir kenara bırakıp söyleyeceğim sözleri dinlemenizdir,dedi ve ben de dahil güvertede ki her bir insanı tek tek göz hapsine aldıktan sonra güçlükle sürdürdüğü konuşmasına devam etti.
---- Ben ailemi kaybettikten sonra, kardeşim Peter ile birlikte neredeyse tüm hayatımı Kartal Yuvası'nda geçirdim. Bana ve Peter'e sizler sahip çıktınız ve karnımızı doyurup yatacak sıcak bir yatak verdiniz. Şu an bunlardan bahsetmemin sizler için bir anlamı olmadığının farkındayım ama şunu bilin ki suçsuz yere canına kıyacağınız Oleg Kurzavski,hiç birinize kırgın değil. Beni evladı yerine koyup, bu yaşa gelmemde ki en büyük paya sahip olan ve şimdide hayatıma son verecek kişiye, Andrey Toşarov'a bile, dedi ve anlam veremediğim, tedirgin edici bir ifade ile doğrudan bana baktı.
---- Yeter, dedi Kaptan ani bir refleksle. Özellikle Oleg'in benim de ilk kez duyduğum soyadını söylediği an da tek bir mimik dahi görmemeye alıştığım yüzü öylesine öfkeli bir hal almıştı ki, bir an için işi ipe bırakmayıp, tek bir kurşunla Oleg'in hayatına son vereceğini dahi düşündüm.
---- Suçluluğun kanıtlandı genç adam. İnsanların aklıyla alay etmekten vazgeç. Artık geri dönüşü yok, dedi ve doğrudan Oleg'in üzerinde zorlukla durduğu sandalyeye doğru yöneldi.
Tam o sırada, Kaptan tarafından son darbe vurulmadan hemen önce, kulağımın dibinden tanıdık bir sesin geçtiğini farkettim. Böyle bir sesi daha önce Gorbaçov ile birlikte pusuya düşürüldüğümüz saldırıda, yanımda ki askerin kanlar içerisinde kucağıma yığılmasından hemen önce duymuştum. "Tanrım" dedim kendi kendime. Az önce bir silah ateşlenmişti ve benimle birlikte bir kaç kişiyide sıyıran kurşunun hedefinde yalnızca tek bir isim olabilirdi. Kaptan Andrey.
O an korku içerisin de yere kapaklanan onlarca insan arasından başımı kaldırıp güçlüklede olsa etrafıma bakınmaya çalıştım ama ard arda ateşlenen silah sesleri öylesine gergin bir ortam yaratmıştı ki, boynumdan süzülen taze ve sıcak kanın hemen önümde kıpkırmızı bir havuz oluşturduğunu gördüğümde dahi düşünebildiğim tek şey, varlığını iliklerime kadar hissedebildiğim ve şu an geminin her yanında kol gezen ölüm meleğinin nasıl bu kadar hızlı can alabildiğiydi.5. SEZON FİNALİ
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kara Kutu
Mystery / ThrillerHasta olduğunu bilemeyecek kadar aciz bir adamın tanıştığı insanlarla birlikte her dakika değişen yaşamı ve bu hareketliliğin getirdiği geri dönüşü olmayan ölümcül kararlar. Tam da Stephanov ailesine yakışan bir hayat. (Satışta)