Tam üzerine vuran ay ışığı onu öylesine güzel parlatıyordu ki sanki gökyüzünde duran koca ay, yerinden kalkıp dostum ve benim içerisinde bulunduğumuz at arabasında adeta yeniden doğuyor gibiydi. Şu an cebimde duran ve babama ait olan kolyeyi ilk kez elime aldığım anda hissettiğim karmaşık duyguları tekrardan yaşıyordum. O an karşı koyamadığım merakıma yenik düştüm ve karanlıkta parlayan göz bebeklerini doğrudan üzerime çevirmiş olan Aleksey'e yönelen bakışlarımı bir anlığına kaçırarak önümde duran,antika sevenlerin en nadide parçası olmaya aday güzellikteki kolyeye baktım.
Yavaşça elimi uzatıp nazikçe avucumun arasına aldım ve en az benimki kadar güzel süslemelere sahip kaplamalarını rahatça görebileceğim bir konuma getirdim. Biraz farklı gibiydi ama üzerinde ki lale çiçeği desenlerine bakılacak olursa her ikisi de aynı ustanın ellerinden çıkmış olmalıydı. Gümüşi rengi ve kalıp ölçülerinin benzerliği de bu tezimi oldukça güçlendiriyordu. Bu durum dostum Aleksy'in de dikkatinden kaçmamış olacak ki şaşkın bir ifadeyle beklediğim soruyu sordu.
---- Karl, farkında mısın bilmiyorum ama bu babanın sana yıllar önce bıraktığını söylediğin kolyeyle neredeyse aynı. Bu nasıl olabilir ki? dedi.
---- Farkettim sevgili dostum, dedim ve çadırda ki soğuk havayı ciğerlerime çekip karmaşık duygulara sahip aklımı toparladıktan sonra günlerdir cebimde duran kolyeyi çıkarıp diğerinin yanına koydum. Hemen ardından da kısık sesle sürdürdüğüm konuşmama devam ettim.
---- Bunun sahibi her kimse babamla ve dolaylı olarak ta benimle kesinlikle bir bağlantısı olmalı,dedim düşünceli bir ifadeyle.
---- Sence kime ait olabilir ki? diye sordu, Aleksey. O an kısa süreliğine göz göze geldik ve derin bir sessizlik bulunduğumuz karanlık çadırın her köşesini kapladı. Hemen ardından da yapmam gerekeni yaptım ve Oleg'in bana gönderdiği kolyeyi elime alıp kapağını kaldırdım.
Açıkça söylemem gerekirse görmeyi beklediğim, sahibine ait bir fotoğraf ya da her hangi bir isimdi ancak karşımda duran ve beni çok az da olsa hayal kırıklığına uğratan şey bunlardan çok daha farklıydı. Her iki kapağında iç yüzüne özenle kazınmış tek bir harf... Kocaman bir "T" harfi adeta ben burdayım dercesine, tavandan süzülen ay ışığınından da aldığı enerjiyle karanlıkta ki bir altın külçesi gibi parlıyordu. Her yerini saran ve ustası tarafından özenle işlenen süslemelerine bakılacak olursa sahibi gerçekten de önemli biri olmalıydı. Ayrıca aynı benim ki gibi büyük ve önemli bir sırrı saklıyor olduğu gerçeğide apaçık ortadaydı.
O an gördüğü manzara karşısında en az benim kadar etkilenen Aleksey, meraklı bakışlarla kolyeyi en ince ayrıntısına kadar süzdükten sonra şaşkın bir ses tonuyla konuşmasına başladı.
---- Yeni bir sır daha. Sanki başımızdakiler yetmiyormuş gibi, dedi ve yüzünde anlık olarak sinirli bir ifade belirdi.
Doğrusunu söylemem gerekirse haklıydı da. Uğraşmak zorunda olduğumuz onca soruna bir yenisi daha eklenmişti ve bu, sabaha kadar gözümü dahi kırpmadan, gece yarısı Krasnodar'a dogru harekete geçen arabamda derin düşüncelere dalmama neden olacak kadar büyük bir sorundu.
Uzunca bir süre aklımda ki sonu belirsizliklerle dolu çıkmaz sokaklarda başı boş bir evsiz gibi dolandıktan sonra, artık düşünmekten yorgun düşen beynime güç yetiremediğim ve göz kapaklarıma hakim olamadığım an hemen baş ucumda duran açıklıktan aydınlanmakta olan gökyüzüne baktım. O kadar temiz ve berraktı ki büyüleyici görüntüsü, yaşadığım onca acıya rağmen tarif edilemez bir huzurun tüm bedenimde yayılmasını kolaylaştırmıştı ve bu, o an derin bir uykuya dalmamı sağlayabilecek belki de tek şeydi.
Uyandığımda henüz gözlerimi dahi tam olarak açmamışken burnuma gelen tanıdık ve keskin bir koku vücudumda tarifi zor bir duygunun yayılmasına neden oldu. Onlarca taze meyvenin kokusu birbirine öyle güzel karışmıştı ki, sanki şu an yıkık dökük bir at arabasında değil, bana bakan beni büyüten annem Valeria' nın mutfağındaymış gibiydim ama bu imkansızdı.
Ayrıca son zamanlarda bana hüzünden başka bir şey kazandırmayan geçmişimle yeteri kadar vakit geçirmiştim ve artık yeni uyanmış olmanın rehavetini üzerinden atamamış aklımı bu içinden çıkılamaz hayallerden kutarıp tüm benliğimle gerçeklere odaklanmalıydım.
Yavaşça sıcaklığı kaybolmaya başlayan yatağımdan doğruldum ve hareketli yolculuğun bedenimde bıraktığı ağrıları bir nebze olsun azaltmak için bir kaç gerilme hareketi yaptım.Araba hala hareket halindeydi ama son olarak hatırladığım sessiz ve huzurlu ortam yerini bir pazar yerini dolduran kalabalığın anlaşılması zor gürültüsüne bırakmıştı.
Birbiri ile sohbet eden, tartışan, pazarlık eden onlarca insan sesi arabanın her yerindeydi ve giderek daha da artıyor gibiydi. Kafamı kaldırıp açık duran, çadırın aralık yerinden baktığımda ise tahminimde yanılmadığımı anladım. Olabildiğince uzanan, üzerleri çeşitli sebze ve meyve ile dolu onlarca pazar tezgahı sokağın her iki tarafını tamamen kaplamıştı. Ayrıca Rostov'dan sonra bu kadar insanı ilk kez bir arada görüyordum.
O sırada henüz içerisinde bulunduğum durumu tam olarak kavrayamamışken burnuma tezgahlarda ki taze meyvelerin yaydığından çok daha farklı bir koku geldi. Ayrıca bu kokunun burnumu sızlatan ve ağzımda tuzlu bir tat bırakan garip bir hissiyatı vardı. Yurtta yaşadığım sürece sahip olduğum az sayıda kitaplardan öğrendiğim kadarıyla daha önce hiç görmediğim ve uçsuz bucaksız maviliğini görmeyi çok istediğim denize çok yakın olmalıydık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kara Kutu
Mystery / ThrillerHasta olduğunu bilemeyecek kadar aciz bir adamın tanıştığı insanlarla birlikte her dakika değişen yaşamı ve bu hareketliliğin getirdiği geri dönüşü olmayan ölümcül kararlar. Tam da Stephanov ailesine yakışan bir hayat. (Satışta)