Korku. Ölümün kıyısındayken dahi hissedemediğim o muğazzam duygu. Bir çok insanı hayata tutunduran, bir çoğunuda ipe götüren yaşanmışlıkların yegane sebebi. Alışmışlığım mı yoksa artık tüm vücudumda hissedebildiğim teslimiyet hissi mi beni bu duygudan mahrum bırakıyordu. Bir yandan ölümsüzmüşüm gibi hissetmem,diğer yandan ise gözlerimi her kapattığımda biraz daha sonuma yaklaştığımı düşündüren bu his miydi bütün yaşantımı etkileyen. Onca soru, onca cevap. Hiçbiri şu an bulunduğum durumdan beni kurtaramazdı. Bildiğim tek bir şey vardı o da artık korkmuyordum. Ne gözleri alev kırmızısı cellatımdan ne de üzerime inen kanla boyanmış baltadan.
Gözlerimi aralamaya başladığım o anda dahi, damarlarımda akan kanın ılık hissiyatı yaşıyor olduğumu inkàr edercesine yavaşça vücuduma yayılıyordu. Kalbim bir sonraki atışını o kadar yorgun ve isteksiz harekete geçiriyordu ki adeta birbirine kenetlenmiş göz kapaklarımı kaldırmaya dahi güç yetiremiyordum. Bu çaresiz hareketlenmemi biri farketmiş olacak ki bulunduğum oda ve ya her neresiyse yakınımda bir sandalyenin hareket ettiğini duydum.Biri bana doğru yaklaşıyordu.Usulca ve titizlikle attığı kısa adımlarla başucuma kadar geldi. Bir süre meraklı gözlerle beni süzdükten sonra bir anda koşarak dışarı çıktı. Çıkar çıkmaz da kapının hemen dışında bekleyen bir kaç kişiye telaşlı bir ifadeyle"uyandı,uyandı" dediğini duydum. Ancak elimde kalan duyma yetim diğer konuştuklarını anlamama yetmiyordu.Bir süre içeri kimse girmedi.Bende bunu fırsat bilerek bi gayretle yerimden doğrularak etrafımı incelemeye başladım.Her şey o kadar bulanık ve anlaşılmazdı ki yanımda duran masa ve sandalyeyi bile zorla seçebiliyordum.Birde tepeden birer birer süzülen güneş ışınları sayesinde çalılardan yapılmış bir çatının altında olduğumu anlayabiliyordum. Sırtımı kerpiçten yapılma duvara dayayarak bir süre birinin içeri girmesini bekledim.Dışarıda duran iki gölge aralarında fısıldaşıyorlardı ama az önce yanımda duran kişiden bir iz yoktu. Burada tutsak mıydım yoksa ağır yaralı bir misafir mi? Her iki ihtimalide göz önünde bulundurmalıydım.Yavaşça sandalyeden de yardım alarak dizlerimin üzerinde kalkmayı başardım.Masada işe yarar bir şeyler bakarken bir kaç kanlı bez yanında eski, demirden dökme bir makas gördüm.
Tam o sırada kapı önünde ki gölgelerin hareketlenmeye başladıklarını farkettim.Birileri geliyor olmalıydı.Ani bir hareketle makası daha fazla hislerime karşılık veren sağ elimle alıp olduğum yere geri oturdum ve makası yastığın altına sakladım.O anda da tahta kapı yerdeki kaya parçalarına da sürünerek ardına kadar açıldı ve bir kaç kişi sırayla içeri girdi.İçeri dolan güneş ışığı yüzlerini görmemi engelliyordu fakat birinin kadın olduğunu giydiği Rus köylülerine has elbiseden anlayabiliyordum.
İçlerinde bir adım önde duran uzun boylu, kirli sakallı ve boyuna oranlada kalıplı olan adam, köylü kadına " Demek uyandı,bakalım bize neler anlatacak" dedi.Aynı zamanda da gözlerimin içine yarı düşman yarı acıma duygusuyla bakıyordu. Ellerini arkasında birleştirmişti ve bu duruş fazlasıyla lider olduğunu gösteriyordu.Giyim tarzı diğerlerinden farklıydı.Kalın bir kaban ve dev bir kalpak. Normalde askerler böyle giyinirdi fakat yanında ki adamlar bir askerden çok sıradan köylüleri andırıyordu.Geçmişi diğerlerinden farklı olmalı diye düşündüm ve yanılmadığımı da çok yakında anlayacaktım.
Dev cüssesiyle güneşimi de kapatarak ağır adımlarla yanıma kadar gelip bir dizinin üzerine çöktü.Bakışları o kadar sorgulayıcıydı ki o sormadan yaşadıklarımı bir bir anlatabilirdim. Yinede söze onun başlamasını bekledim kararsız ama ürkek olmayan bakışlarla.
"Adın ne yabancı?" diye sordu en ufak bir mimik oynatmadan.Donmuş gibiydi.
"Karl" dedim kendimden emin bir şekilde.Elim de kalan tek şey adımdı.En azından onu hakkıyla söylemeliydim.
"Karl,demek adın Karl. Peki sorabilir miyim nereden geliyorsun ve neden yaralıydın? diye sordu. Yüzündeki ifade bir nebzede olsa içimi rahatlatıyordu fakat gözleri, her insanda bulunabilecek kahverengi gözleri adeta buzdan yapılmış gibiydi.
" Rostov, Rostov'dan geliyorum."dedim.Hala kendimden emindim.
"Peki yaran, o nasıl oldu?" diye sordu. Ne yarası diye geçirdim içimden. O gece ile ilgili çok az şey hatırlıyordum. Sorgular gözlerle ona baktım ne yarası dercesine. O da bana cevap verir gibi gözleriyle sol omuzumu işaret etti. O an içimde bir ürperti oldu, az önce makası alırken yaşadığım hissizlik. Sol yanımda ki anlam veremediğim boşluk...
Yavaşça, göz ucumlu sol omuzuma baktım ve görmekten korktuğum manzara karşımdaydı.Sol kolum omuzum dışında yerinde yoktu.Kalp atışlarım birden hızlandı ve olduğum yere öylece yığıldım.Bayılmak üzereydim ki köylü kadın koşar adımlarla yanıma gelip beni tekrar oturur vaziyete getirdi. O anda az önce insancıl tavırlar sergileyen adam birden hiddetlendi.
"Şimdi ayılıp bayılacak zaman değil bize Rostov da olanları anlatacaksın."dedi sert bir ifadeyle.Ardından yarı açık gözlerime bakarak konuşmasına devam etti.
"Bak seni bulduğumuzda kolun zaten yoktu ve nasıl olmuş bilmiyorum tek başına yaranı dağlayıp at sırtında buraya kadar gelmişsin.Şimdi kendine gel ve Rostov'da olanları anlat"dedi.Sesinde ki hiddette hiç bir azalma yoktu. Bütün bu yaşadıklarım beni çok fazla yormasına rağmen oturduğum yerden doğrulmaya çalıştım ve ben de doğrudan buz kesilmiş gözlerine bakarak "Hatırladığım çok az şey var, onları size anlatırım fakat sizde bir kaç soruya cevap vermelisiniz", dedim.Bu sefer önceki konuşmalarımdan daha kararlı bir ifade takınmıştım.
Bir süre öylece bana baktı ve tek bir mimik olmayan yüzünde hafif bir gülümseme oldu. Ardından birden ciddileşip "Götürün bunu, sorgusuna bizzat ben gireceğim"dedi adamlarına beni işaret ederek ve ellerini yeniden arkasında birleştirip ani bir hareketle dışarı çıktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kara Kutu
Misterio / SuspensoHasta olduğunu bilemeyecek kadar aciz bir adamın tanıştığı insanlarla birlikte her dakika değişen yaşamı ve bu hareketliliğin getirdiği geri dönüşü olmayan ölümcül kararlar. Tam da Stephanov ailesine yakışan bir hayat. (Satışta)