Dost, Her Zaman Dosttur

117 7 2
                                    

            O an hissettiğim duyguları anlatmam çok zor. Gördüğüm varlığı düşündükçe şu an bile vücudumun her noktasında aynı tedirginliği, aynı ürpermeyi hissedebiliyorum. Onu yalnızca rüyalarımda görebileceğimi sanıyordum. Her zaman yanımda olduğunu biliyordum ama ilk kez karşımdaydı ve onu kanlı canlı, başka bir vücut içerisinde görüyordum. Olduğum yere bir çuval gibi yığılıp kalmamak için bir adım geri gelip masaya dayandım ve ellerimi üzerine koydum. Önümde hayatımın geri kalanını büyük oranda etkileyecek iki farklı yol vardı. Ya olduğum yerde bekleyip, arkadaşlarımın gelmesini umacaktım, ya da korkularımın üzerine gidip bu zindandan tek başıma kurtulmayı deneyecektim. 

          Birinci yol işimi şansa bırakmak anlamına geliyordu ve arkadaşlarımın durumunu bilmeme imkansızdı. Ayrıca benim burada olduğumu bile bilmiyorlardı. Yapmam gerekeni yaptım ve harekete geçtim. Kapıya doğru yavaşça iki adım attım ve tam üzerine doğru koşacakken, ani bir hareketle elini havaya kaldırıp, durmamı işaret etti. Ne yapacağımı bilemedim ve olduğum yerde öylece kalakaldım. Dışarıda kopan kıyamete rağmen o kadar sakin ve hareketsizdi ki, bu durum beni daha da rahatsız ediyordu. "Kimsin sen?" diye bağırdım. Bu soru küçük yaşta yurda getirildiğimden beri cevabını merak ettiğim bir soruydu ve merakımı giderebilecek tek varlık ve ya insan şu an karşımdaydı. 

         Gösterdiğim bu tepkiyle onun dikkatini çekmeyi başarmıştım ama konuşmaya niyeti yok gibiydi. İlk önce kalkık duran başını ani bir hareketle normal konumuna getirdi ve bir adım geri gitti. Havada duran elini yavaşça yere indirirken, geçmemi işaret edercesine soluna doğru açtı. Daha fazla vakit kaybedemezdim ve yaptığı hareketten de güç alıp , koşarak yanından geçtim. Arkama bile bakmadan, yerdeki cesetlerin üzerinden atlayarak koridorun sonuna kadar koştum. Tam köşeyi dönecekken merakıma yenik düşüp, göz ucuyla onu bıraktığım yere doğru baktım. Karşımda bir heykel gibi duran asker yerdeydi ve sırtını duvara yaslayıp, ayaklarını uzatmış bir vaziyette oturuyordu. 

       Sanırım boynu kırılmıştı ve gözlerinde ki karanlık, yerini boş bakışlara bırakmıştı. O, tekrar benimleydi. Biz birbirimize bağlıydık ve o an anladım ki hayatta kalmam yalnızca benim için değil, onun içinde önemliydi.  Koridoru döner dönmez, sağ tarafımda tüm vücudumu saran bir soğukluk hissettim. Binanın taşlarla örülmüş duvarı yıkılmıştı ve bu diğer odadan duyduğum gürültüyü açıklıyordu. Duvar üniformalı olmayan iki adamın üzerine yıkılmıştı. Kayalar arasından tozlar içindeki kol ve bacaklarını görebiliyordum. Muhtemelen, onlar da benim gibi tutsak olarak getirilmiş iki Rus'tu. Aramızda ki tek fark ise benden daha şanssız olmalarıydı.

       Daha fazla zaman kaybetmeden, koşar adımlarla virane haline gelmiş binadan dışarı çıktım. Karakola getirilirken yağan yağmurun arkasında bıraktığı soğuk hava etkisinden hiç bir şey kaybetmemişti ve üzerimde paçaları  ıslak bir pantolon, bir kazak ve Rus ordusuna ait bir ceket vardı. Binadan çıktığım yer ön girişten oldukça uzaktı ve çatışmalarda o tarafta yoğunlaşmıştı. Sergei'in bizi götürdüğü bar, oraya gitmeliydim. Atlar, silahlar her şey oradaydı. Karakola getirilirken en fazla on dakika yolda zaman geçirmiştik ve geldiğimiz yönü çok iyi hatırlıyordum. Koşarak yirmi dakikada bara gidebilirdim ama yürümeyi seçmek zorundaydım. Çünkü, ay tüm ihtişamıyla geceyi gündüze çevirmişti ve koşan Rus bir asker, silahlı insanlı insanların dikkatini üzerine çekebilirdi.

       Karakol şehirden biraz uzaktaydı ve yaşanan çatışma yüzünden herkes evlerine çekilip, tüm ışıklarını söndürmüştü. Neyse ki ay yolumu kaybetmememi ve gitmem gereken yeri tüm ayrıntılarıyla görebilmemi sağlıyordu. Kestirme olduğunu düşündüğüm bir yamaçtan aşağıya doğru indim ve yalnızca hayaletlerin dolaştığı, bakımsız sokaklardan geçip, yaklaşık yirmibeş dakikada şehir meydanına kadar gelmeyi başardım. Çatışma hala sürüyordu ama kendimi düşünmekte o kadar ustalaşmıştım ki, arkadaşlarımın durumunu düşünemiyordum bile. 

       Bulunduğum yerden şehre girerken üzerinden geçtiğimiz köprüyü görebiliyordum. Daha önce yaşadıklarımı gözümün önüne getirerek, geçtiğimiz yerleri hatırlamaya çalıştım. Bir düzine ara sokağı da arkamda bırakarak, sonunda barın arka girişindeki kapının önüne gelmeyi başardım. Atlar, biri dışında diğer hepsi gitmişti ve ağılda kalan o son at benim Rostov'dan kaçış biletimdi. Usulca yanına yaklaşıp onu sakinleştirmeye çalıştım ama çatışma seslerinden rahatsız olmuştu ve huzursuzca bir ileri bir geri gidip geliyordu.

       Atı daha da yakından görmemle birlikte, "Tanrım, bu olamaz" dedim, istemsizce. Bu at , Sergei'in bana verdiği siyah attı. Diğer atların hepsi iplerini koparıp kaçmıştı ama aralarında ki en güçlü at olmasına rağmen o hala buradaydı. O an bir şey daha fark ettim. At, her hangi bir yere bağlı değildi ama neden hala buradaydı? Neden kaçıp gitmemişti? 

      Kafasını ellerimin arasına aldım ve hırçınlığının geçmesini bekledim. Sonra da dilimden şu sözcükler döküldü. "Teşekkür ederim" . 

         

Kara KutuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin