Masum Portreler

91 7 2
                                    

        Çocuk sesleri, haykırışlar o kadar yoğundu ki kulaklarımı kapatmış olmam ve başımın üzerine koyduğum eski hasırdan yapılma yastık dahi onları duymamı engelleyemiyordu. Bacaklarımı dizlerimden büküp karnıma doğru çektim ve sesler kaybolana kadar da bu şekilde yattığım yerde kalakaldım. Yeterince insanın işine burnumu sokmuştum ve artık bela istemiyordum. O an bir ümit olarak içimde ki varlığa seslenmek istedim. Beni her zaman duyardı hatta ondan yardım dilenmem hoşuna bile giderdi ama bu sefer hiç bir şekilde onu hissedemiyordum. Ne ruhumda ne de ele geçirmesine alıştığım bedenimde tek bir hareketlenme dahi yoktu. Kararsız kalmıştım ve bu sefer tek başımaydım. Sıkıca kapattığım gözlerimi araladım ve yaşlı kadının ağır adımlarını duymaya çalıştım. Hiç bir ses yoktu.
       Ne üst katta ne de bulunduğum katta tek bir canlı dahi yok gibiydi. Gözlerimi tamamen açıp karşımda duran yeni sönmüş şömineye baktım. Şöminenin tam yanında bir kaç kuru odun parçası ve közü karıştırmak için kullanılan demir bir çubuk vardı. O kadar paslanmıştı ki yıllardır kullanılmıyor gibiydi. Yerimden aşırı tedirgin ve en ufak bir ses dahi çıkarmak istemeyerek usulca doğruldum ve koltuğun tam arkasına denk gelen açık duran kapıya doğru baktım. Baktığım kapının tam karşısında kapalı bir kapı daha vardı. Daha önceki evden hatırladığıma göre o kapının arkasında doğrudan bahçeye bakan bir kaç pencereyle çevrili ge iş bir mutfak olmalıydı. Mutfak demişken "Ben en son ne zaman yemek yemiştim" diye geçirdim içimden. Yediğim son yemek karakolun nezaretinde getirdikleri kokuşmuş peynirle,küflenmiş bir kaç ekmek parçasıydı. Gördüğüm hayaller, yaşadığım zaman karmaşası tüm hissiyatlarımı, kişisel ihtiyaçlarımı dahi tamamen ortadan kaldırmış gibiydi. Peki şu an bulunduğum yer, yaşadığım saniyeler gerçek miydi? Yoksa uzun zamandır gördüğüm hayallerin son perdesi miydi?
        Bunu anlamanın tek bir yolu vardı. Koltuktan yavaşça kalkıp tahta zemine ayaklarımı bastım ve tekli koltuğun kolundan da destek alarak ayağa kalktım. Doğrudan hole doğru yürümek istiyordum fakat o an aklım daha önce ki evde gördüğüm bir detaya takıldı. Duvarda gördüğüm kadın portresi. O portre burada da var mıydı yoksa onca benzerlik bir yanılsamadan mı ibaretti? Kafamı çevirip odanın uzak köşesinde ki duvara baktım. Görmeyi umduğum portre olması gereken yerde, hatırladığım yerde yoktu. Onun yerine holdeki çerçevelere benzer eski, ahşap bir çerçeve asılıydı ve içi boştu. Çerçevenin içinden doğruca sarımtırak ve soyulmuş duvar kagıdı görünüyordu. Umduğumu bulamayarak hole doğru bir kaç küçük adım attım ve kafamı kapıdan dışarı uzatıp etrafı kontrol ettim. Kimse yoktu. Daha önce tanıştığımız yaşlı kadın gibi bu çarşaflı kadın da birden yok olmuştu.
        İçimden "Bu kadar da benzerlik fazla artık" diye geçirdim. Gerçi bu sefer ne Niko, ne Aleksy, ne de Sergei yanım da yoktu. Tamamen yalnızdım. Her zaman yanımda olan varlık dahi beni terk etmişti. Herhangi bir ses duymak istedim, beni aceleyle koltuğa geri gönderecek bu gereksiz merakıma bir son verecek her hangi bir ses ama ev ölüm sessizliğine bürünmüş gibiydi. Hole doğru bir kaç adım daha attım ve tam karşımda ki kapalı kapıya doğru yöneldim. Her ne kadar uğraşsamda ahşapta çıkardığım ses üst kattan kolaylıkla duyulabilirdi. Yaşlı kadın, hala yukarıdaysa ya da evin her hangi bir bölümündeyse bu sesleri çoktan duymuş olmalıydı. Evinde rastgele dolaşan davetsiz bir misafiri vardı. Gerçi beni buraya o getirmişti ve davetsizde sayılmazdım. Ayrıca kendi isteğim dışında getirildiğim bu evi kolaçan etmekte en doğal hakkımdı.
       Kapının dökme demirden yapılmış kulpuna tek seferde açabilmek için güçlüce bastırdım ama kapı kilitliydi ve talihsiz bir şekilde iyice paslanmış olan kulpta elimde kalmıştı. Ev sahibeme sadece bir can borcum vardı ama artık bir de kulp borçlanmıştım. Kırık kulpu kapının hemen kenarına bırakıp tekrar ayağa kalktım. Merdivenden dış kapıya doğru hafif, serin bir esinti vardı. Yukarıda bir pencere açık kalmış olmalıydı ama kim bu havada penceresini açardı ki. Ağır ve dikkatli adımlarla merdivene doğru yöneldim ve üst katta bittiği yere doğru göz ucuyla bakmaya çalıştım. Holdeki portreler merdiven boyunca üst kata doğru uzanıyordu ve yüzler ilk gördüğüm andan daha nettiler. Bunlar yetişkin değil tamamı kız çocuklarının portreleriydi ve hiçte mutlu görünmüyorlardı. Az önce duyduğum seslerle bir bağlantıları var mıydı yoksa çığlık atan portreler görüp hepten mi kafayı yemiştim.
       Tam merdivenin ilk basamağına adımımı atacakken hemen korkuluğun yanında küçük bir kapı daha farkettim. Gizlenmiş gibiydi ama o kadar küçüktü ki farkedilmesi zaten çok zordu. "Daha önce ki evde de bu kapı var mıydı?"diye sordum kendime ama diğer bir çok soruya olduğu gibi buna da bir cevabım yoktu. Doğrusu bir kapı olduğundan çokta emin değildim her hangi bir kulbu yoktu ve ancak bir levye yardımıyla açılabilir gibiydi. O an aklıma şöminenin yanında ki demir çubuk geldi ve doğruca ana salona doğru yönelip bir kaç adımdan sonra kapıdan içeri girdim. Daha önceki halimden daha da heyecanlı ve aceleciydim ama bu heyecanım kısa süre sonra yerini tarif edilemez bir korkuya bırakacaktı. Odaya girer girmez tekli koltukta bir silüet farkettim ve yanan şöminenin de yüzüne verdiği kızıllıkla doğrudan bana bakıyordu. Bu o yaşlı kadındı ve üzerinde ki çarşafı çıkarmış normal bir Rus kadını gibi giyinmişti.
       Fakat az önce bu oda boştu, dış kapı da kesinlikle açılmamıştı ve benden önce bu odaya girmiş olması imkansızdı. Birkaç saniye olduğum yerde öylece kalakaldım ve ardından derin bir nefes aldım. İlk konuşan oldu.
      ---- Gel çocuğum, otur. Bu karlı dağlarda senin bana olduğun kadar benim de sana ihtiyacım var,dedi alalede bir yaşlının ses tonuyla.
      Hiç birşey söylemeden içime işleyen bakışları arasında geniş, kahverengi deri koltuğun ona uzak olan köşesine usulca oturdum ve ellerim birbirine kenetlenmiş halde tüm dikkatimle ona doğru baktım.

Kara KutuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin