---- Geber deccalin soyu, geber!
Peş peşe tekrarladığı o haykırışları hala kulağımda ve ne zaman hatırlasam o ana geri dönüp kalbimi en derinden sızlatan acıyı yeniden yaşıyorum. Bi insan arkadaşına, her şeyini paylaştığı dostuna her harfi kin kokan bu sözleri nasıl söyleyebirdi? O an tekrardan,can damarları kesilmek üzere olan, yuvalarında zor duran gözlerimle son bir kez sinirden deliye dönmüş, her yanı kaskatı olmuş yüzüne baktım. Bu Aleksey değildi.
Karşımda ki her kimse benimle başka bir hesabı vardı ve bunun için de en yakınımda ki insanın bedenini kullanıyordu ama o kadar güçlüydü ki o an Aleksey'in beynini ele geçirmiş olan bu şeytanı yenebilmesi için tanrıya yalvarmaktan başka bir çarem olmadığını farkettim. Sağ dizini daha ilk hamlesinde kolumun üzerine koymuştu ve içerisine girdiği zayıf bedene rağmen o kadar ağırdı ki bacaklarım dahil bedenimin hiç bir uzvunu hareket ettiremiyordum.
Tam o sırada, en sevdiğim insanın ellerinde son nefesimi verecekken bir şey farkettim. Gözleri, ruhsuzlaşan, kan çanağına dönen masmavi gözleri. Sanki beynin de verdiği savaşın sonucunu beklercesine sabırsız ve titrek bir hal aldı. Bu durum bitmek üzere olan umutlarımı adeta bir kıvılcım çakılmışçasına yeniden alevlendirdi ve bir anlık gevşeyen baskısını da fırsat bilerek son bir gayretle şansımı tekrar denedim.
---- Alekseeeyy, kendine gel. Benim Karl, Aleksseeeyyy.
Doğrusunu söylemem gerekirse yaşadığı ruhsal bunalım yüzünden beni duyup duymadığından bile emin değildim ama ne olursa olsun o hala benim dostumdu ve yaşadığımız onca olaydan sonra gördüğüm kadarı ile kapkara olmuş kalbinin derinliklerinde şeytana teslim olmuş ruhunu geri almaya hem cesareti hem de gücü vardı. Benim yapmam gereken ise elimden geleni yapıp onu kendine getirmekti. O an aklıma, beni ve dostumu bu durumdan kurtaracak, yurtta yaşadığımız yıllarda sadece Aleksey ve benim bildiğim ve kimseye söylemeyeceğimize yemin ettiğimiz bir olay geldi.
Karlar arasında yalnız ve biçare halde bulunup, yurda getirilmemin üzerinden henüz üç ay dahi geçmemişti ve yıllardır bitmek bilmeyecek olan savaşın başlamasına daha iki yıl vardı fakat konuştuğum her insanın ağzında tek bir cümle vardı. "Savaş kapıda" ve haklıydılarda çünkü henüz devletler arası savaş başlamamasına rağmen kendilerine güvenen tüm çeteler birbirleriyle rekabet halini almışlardı bile.
Tabi bu rekabetin, bir şekilde yaşamaya çalıştığım yurda yansımalarıda oluyordu. Ara sıra farklı çetelerden adamlar gelir gözlerine kestirdikleri çocukları zorla yanlarına alıp götürürlerdi. Bu olaylar duyulduğunda ise yemekten ve kadınladan başka derdi olmayan şişko yurt müdürü Sergey Putko, hükümetten gelebilecek herhangi olumsuz bir durumla karşı karşıya kalmamak için kendince bir çözüm buldu ve adamlarına her gece ikişerli gruplar halinde yurdun çevresinde nöbet tutulması emrini verdi.
Başta bu iş hükümetten asker istemişti fakat her an patlak verebilecek bir savaş durumu olduğundan böyle bir isteğe asla bir cevap verilmedi. Hal böyle olunca da iş başa düştü ve bu görev yurtta kalan açlıktan ve soğuktan kırılan halka verildi. Alınan karardan sonra bir ve ya iki gece sıramın gelmesini bekledim ve sonunda elime tutuşturulan silah görünümlü bir sopa parçasıyla nöbet yerime geçtim. Partnerom ise tahmin edebileceğin üzere şu an üzerime bir karabasan gibi çökmüş halde olan Aleksey'di.
Aslında her şey çok güzel başlamıştı. Birbirimize cevaplarını çokta merak etmediğimiz onlarca soru sorup zamanın bir an önce geçmesini ve sıcak yatağımıza dönmeyi ümit ediyorduk ama o gece, birden bastıran fırtınayla birlikte adeta gök yarılmışçasına yağan yağmurun altında sırılsıklam olduğumuz o gece belki de şu an her ikimizinde hayatını kurtaracak olan bir olay yaşadık.
Yurdun hemen girişinde yağmurdan kaçıp sığınabileceğimiz dört adet, etrafı camlarla çevrili, ahşaptan yapılma nöbet kulübesi vardı ve neyseki fırtına daha da şiddetlenmeden birine girmeyi başarmıştık. Her ikimizinde daha önceden askeri bir deneyimi olmadığından bir süre sonra dondurucu soğuğa ve her biri kulakları sağır edercesine çakan şimşeklere aldırmadan çocukça şakalaşmaya başladık.
O sırada Aleksey şu an hatırlayamadığım bir espri yaptı ve bende istemsizce bir kahkaha patlatıp hemen ardından da tam göğsünün üzerine nazikçe bir yumruk indirdim. Dostum bunu kendine yedirememiş olacak ki o an için boşluğumdan da faydalanarak beni tam arkamda duran yıllardır sağlamlaştırılmadığı her halinden belli olan pencereye doğru sertçe ittirdi ve kendimi bir anda kırık cam parçalarıyla birlikte ıslak zeminde buldum.
---- Kahretsin, Karl iyi misin? Yemin ederim bilerek yapmadım dostum,dedi pişman olmuş bir tavırla yanıma koşarken.
---- Tamam iyiyim iyiyim, dedim yaşadığım şokun etkisiyle ve onu daha da tedirgin etmemek için yavaşça doğrulup ayağa kalktım ama yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. Sağ elimi hareket ettirmek istediğimde bir anlık tarifi zor bir acı hissettim. Elimi görebileceğim bir konuma getirdiğimde ise büyükçe bir cam parçasının avucumun tam ortasına saplandığını farkettim. Her ikimiznde dili tutulmuştu ve bakışlarından da anladığım kadarıyla Aleksey'de benimle birlikte bu acıyı paylaşıyor olmalıydı.
---- Benim yüzümden oldu, benim yüzümden oldu, Karl özür dilerim dostum,dedi bir kaç kez ard arda. Ardından da beni kucağına alıp doğruca, savaş yüzünden bir kaç hafta önce boşaltılmış olan revire götürdü ve kendi elleriyle derin kesiği dikip, pansuman yaptı.
O günden sonra da elimdeki izi her gördüğünde pişmanlığını belirtircesine üzerime yönelttiği bakışlarıyla, özrünü yüzlerce kez tekrarladı ama doğrudan gözlerinin içine bakarak kırgın olmadığımı hatta bu izi bir ömür boyu dostluğumuzun nişanesi olarak saklayacağımı söylediğim, sıkıca kucaklaştığımız o anı hatırlıyorum da, hissettiğimiz duygu şu an üzerimde duran şeytandanın kim kokan nefretinden çok daha güçlüydü. Yeşeren ümitleriminde yardımıyla şansımı denemek zorundaydım.
Tam bedeni yeniden, ruhunu hapseden canavara teslim edeceğini anladığım sırada, kontrolünü bir anlıkta olsa kaybettiği pençesinden kurtardığım sağ elimi, avucu ona dönük halde yüzüme siper yaptım ve dostumun bana geri dönmesini umdum. Aksi halde hayatta kalsa dahi istemedende olsa en yakın dostunun katili olmanın acısını bir ömür taşımak zorunda kalacaktı.
Yaptığım onca çapa hiç bir işe yaramıyordu. Her şeyin düzeleceğini umduğum o an da karmaşık duygular sayesinde gevşettiği parmaklarını eskisinden daha şiddetli şekilde tekrardan boğazıma geçirdi ve gözlerimin istemsizce kapanmasına neden oldu. Tam o sırada tam "Artık azrail ile tanışmam kaçınılmaz" diye düşünürken bir ses duydum.
---- Karl, dedi biri ve ses çok tanıdık geliyordu. Gözlerimi açtım ve tekrardan görmeye korktuğum şeytana baktım ama gitmişti. Ayrıca ses dostum Aleksey'e aitti ve öylece boğazımdan sertçe çektiği ellerine bakıyordu.
---- Aleksey bu sen misin? diye sordum, şüpheli bir ses tonuyla. O geri dönmüştü bunu, nefretin yerini acının aldığı bakışlarından rahatça anlayabiliyordum ama yaşadığı şokun etkisiyle vücudu eskisinden çok daha fazla titriyordu ve bu böyle devam ederse hayatı tehlikeye girecekti.
Bayılmak üzere gibiydi. Daha demin bana bahşedilen hayatımın ilk saniyelerinde az kalsın katilim olacak dostuma yardım etmek zorundaydım. Deneyimlerimden ve yaşadıklarımdan da öğrendiğim kadarıyla olanların hiç biri onun suçu değildi ve buna yürekten inanıyordum. Tam titreyen bedeniyle üzerimde baygınlık geçiren Aleksey'i hemen yanımdaki yatağa yatırıyordum ki çadırın girişi birden aralandı ve meraklı bakışlarla irice bir beden içeriye girdi. Bu Kaptan Andrey'in oğlu Pavel'di ve tavrına bakılacak olursa söyleyecekleri vardı.
---- Aceleci davrandığım için üzgünüm bayım, dedi gayet saygılı bir üslupla. Hemen ardından da kısa bir sessizliğin ardından yüzünde ki hafif gülümsemeyle konuşmasına devam etti.
---- Gemi hazır. Gece 12:00 da İstanbul'a doğru yola çıkmış olacağız.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kara Kutu
Mystery / ThrillerHasta olduğunu bilemeyecek kadar aciz bir adamın tanıştığı insanlarla birlikte her dakika değişen yaşamı ve bu hareketliliğin getirdiği geri dönüşü olmayan ölümcül kararlar. Tam da Stephanov ailesine yakışan bir hayat. (Satışta)