"Hala Tilkisin"
Üzerindeki mavi kabanının önü kapalıydı. Her zamanki gibi çok şık görünüyordu. Hala oldukça genç görünen yüzü, onu tanıdığım ilk günkü kadar güzeldi.
"Sisi?" fısıltı ile çıkan sesim ona ulaşınca gülümsedi. Celasun ve Mekeye baktığımda onların da benim baktığım tarafa baktığını gördüm. Demek ki, hayal görmüyordum.
Sisi, ufak bir kahkaha atarken, zarafetinden ödün vermemişti. "Ne kadar da büyümüşsün, şu haline bir bak!" dedi yanıma yürürken.
Sisi, asıl adı ile, Sherise. Yunanca "zarafet" anlamına gelen bu ismi öylesine güzel taşıyordu ki. Yunan asıllı öğretmenimdi. Adını söyleyemediğim için ona, Sisi derdim.
Ben buradan gittikten sonra onu görmemiştim. Yanıma gelip kollarını açtığında koşup sarıldım.
"Kim incitti seni?" alnımı gösterdi. Yunancası kulaklarımı doldurduğunda gülümsedim. Bana Yunancayı da o öğretmişti.
"Kaza yaptım" diye cevapladım bende Yunanca. Kollarımızı ayırınca memnuniyetle gülümsedi.
"Unutmamışsın bak. Aferin" dedi gururla.
Bir süre ona baktım. Sonra neden burada olduğunu sormak geldi aklıma."Neden buradasın?" dönüp arkasındaki mezarlığa baktı.
"Bugün Yunanistana dönüyordum. Birkaç mezarlık ziyareti yapmam gerekiyordu" bir süre ben süzdü."Sen neden buradasın? Annen, o mu burada?" kafamı iki yana salladım. Annem doğduğu yere gömülmek istemişti.
"İzmirde onun mezarı" dedim sessizce. Sisi kollarını uzatıp beni kendine çekti tekrar.
"Baban burada olduğunu biliyor mu?" dedi kafamın üstünde duran kafasının ağırlığını hissediyordum.
"Öldü diyorlar, bilmiyorum" doğruyu söylemiştim. Bilmiyordum. Bilmek de istemiyordum."Ben şurada arabamın yanında olacağım. Ziyaretlerini yaptıktan sonra seninle, çocukken en sevdiğin yere gidelim. Olur mu?" gözlerimin aydınlanmasına engel olamamıştım. Kafamı heyecanla salladığımda bana gülümseyip arabasına ilerledi.
Meke ve Celasunun orada kalmalarını tembihleyip ilerledim. Mezarların nerede olduğunu biliyordum bulmak zor olmayacaktı.
Ağaçların ve mezarların arasından geçip, Koçova ailesi için ayrılan mezarların önünde durdum. İki adım daha atamıyordum. Sanki üzerlerine yazılan yazıları görürsem, gerçekten öldüklerini kabullenmiş olacaktım. Ve ben buna hazırlıklı değildim.
"Hadi Azra" Gecenin sesi ile kafamı sağa çevirdim.
"Kaçınılmaz sondan kaçamazsın biliyorsun değil mi?" Onu göz ardı edip yürüdüm.İlk gördüğüm isim Kahraman Koçovalı olmuştu. Dudağım seğirince yüzümü diğer tarafa çevirdim. Bu kadar acı ile başa çıkmak zorunda kalmışlardı. Aşağı indiğimde aşağıda duran mezarları gördüm.
Acar, Akşın, Nedret yenge... Sena'nın mezarı gözüme iliştiğinde onun yanına ilerledim. Tanımadığınız bir insana veda konuşması yapmak daha kolay olacaktı. Mezarının yanına çöktüm.
"Çukura düştün değil mi? Sen de, Yamaç da. Kimse engel olamazdı Sena. Aşk gibi işte. Biliyorsun. Yamaç seninle ayakta duruyormuş. O burada boğulur, bilirim. Sen ona bir dayanak oldun. Ben yoktum. Dönmeyecektim de..." Sonra uzağa daldım. Ona yaptığım bu konuşmayı cılız çıkan bir sesle" Teşekkür ederim "diyerek tamamladım. Hemen diğer tarafımda duran Akşının mezarını görünce içimde bir yerlerin kırıldığını hissettim.
Bir süre öylece baktım. Veda edemeyecektim. Ama en azından gelmiştim. Diğer tüm mezarlara da öylece bakakaldım.
Bilmem ne kadar zaman sonra Celasun yanıma geldi.
"İyi misin diye bakmak istedim Abla" dedi. Gülümsedim. Sisinin de beni beklediğini hatırlayarak yerimden doğruldum. Gitme vakti gelmişti.
![](https://img.wattpad.com/cover/209429081-288-k181343.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÇUKUR: AZRANIN DÖNÜŞÜ
FanfictionSilahların sesi boşlukta yankılandı. Böyleydi işte kızın hayatı. Ansızın geliyordu intikam peşinden, sinsice...Talep ediyordu sahip olduğu canı, nereye kadar kaçabilirdi böyle? O da biliyordu, ölüm onun daimi sevgilisiydi. Nerede olursa olsun gelip...