Bölüm 28

479 43 6
                                    

Sisi kollarımda kanlar içinde, gözleri açık, gökyüzüne bakıyordu.
Gözlerimden akan yaşlar yere düşüyordu. Etrafta kimseyi göremiyordum attığım çığlıkların yankısı şimdi kaybolmuştu. Yerimden kalkacak gücü bulduğumda, Sisinin cansız bedenini yavaşça yere bıraktım.

Sendeleyerek kalktım. Şimdi çakan şimşekleri en derinde hissediyordum. Buradan gitmeden önce içerideki işletmeye bakıp nerede olduklarını öğrenmem gerekiyordu.

Bir kez daha Sisi'ye bakıp arkamı döndüm. Arkamda bırakmak zorunda olduğum ilk insan değildi. Son olmayacağını da biliyordum. Sadece her seferinde daha da zor oluyordu.

Çantamdan silahımı çıkarıp ilerledim. Ahırı geçip, girişteki işletme bölümüne daldım. İçeride bir adam masaya kafasını koymuştu. Kan masayı doldurmuş, masadan sarkan eli bembeyaz olmuştu. Öldürülmüştü. Kimsenin burada olmadığına karar verip koşar adımlarla dışarı çıktım. Ahır ve işletme binası arasındaki avluda durmuş, kamera olup olmadığını anlamaya çalışıyordum. Ama yoktu.

Kapıya arabanın yanına geldim. Arabayı almak aklıma gelse de bu çok tehlikeli olurdu. İçeriye dönüp, telefonun yanına geldim. Sabit hattan yapacaktım aramayı. İzini sürmek çok daha zordu. Ama bir kez daha düşününce bunun ucunun mahalleye dokunmasını istemedim.

Telefonu kaldırıp, polisi aradım. Bu cesetler burada böylece kalamazdı. Yerler şimdi çamur olmaya başlıyordu. Ayakkabımı çıkarıp otobana kadar arkamda iz bırakmadan gidecektim. İzimi sürülemez yapmak için...

Otoban yoluna doğru koşarken, siren seslerini duymaya başladım. Soldaki yoldan gelen polis arabalarını görünce sağdaki yola sapıp koşmaya devam ettim. Otobandaki arabaların korna sesleri duyuluyordu artık. Mobese kameralarının görüş alanına girmeden geçmenin yolunu düşünürken arkamda gelen arabanın sesini duydum. Ayakkabımı ayağıma geçirip beklemeye başladım. Sürücü koltuğunda bir kadın vardı. Elimi onu durdurmak için yavaşça havaya kaldırdım. Yanıma yaklaşıp durdu. Yolcu tarafındaki pencereyi aşağıya indirdi.

Arkadaki küçük çocuğa bakıp tekrar kadına döndüm. Kumral saçlı, orta yaşlarda bir kadındı.

"Merhaba, arabam birkaç kilometre geride durdu. Dakikalardır yürüyorum telefonumun da şarjı bitti. Beni otoban çıkışında bırakır mısınız acaba?" Kadına gülümsemeye çalıştım. Gözyaşlarımı geride tutmak beni boğuyordu. Gülümseyerek karşılık verdi. "Elbette, atla hadi. Çok fazla yağmur var"

Dediğini yapıp oturdum. Ayakkabımın içindeki çamurun verdiği his ile yüzümü buruşturdum. Kapıyı arkamdan kapattım.

"Talihsizlik işte"dedim sakin kalmaya devam ederek.

"Acaba, telefonunuzu kullanabilir miyim?" kafasını sallayıp elinin altındaki telefonu bana uzattı.

Kimi arayacaktım şimdi? Kimden yardım isteyecektim? Bir süre telefona baktım.

"Numarayı unuttunuz galiba?"dedi gülümseyerek.

Kafamı hafifçe salladığımda gülümsedi."Ebru ben, bu da oğlum Atakan"dönüp Atakana gülümsedim.

"Ada bende"elbette ismimi söylemeyecektim.

"Memnun oldum"dedi. Sıcak kanlı bir kadındı.

Koçovalıların evinin numarası aklıma gelince beklemeden numarayı tuşladım. Telefon bir iki defa çaldıktan sonra Karaca telefonu açtı.

"Alo?"

"Karaca, benim. Amcalarından birine söyler misin, beni otoban çıkışından alsınlar. Arabam bozuldu"

ÇUKUR: AZRANIN DÖNÜŞÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin