Silahların sesi boşlukta yankılandı. Böyleydi işte kızın hayatı. Ansızın geliyordu intikam peşinden, sinsice...Talep ediyordu sahip olduğu canı, nereye kadar kaçabilirdi böyle? O da biliyordu, ölüm onun daimi sevgilisiydi. Nerede olursa olsun gelip...
Yamaç bir iki defa gözlerini kırpıştırdı. "Ne demek Yavuz yapmış olabilir? Dünkü komutandan mı bahsediyorsun? Aliçonun babası?" kafamı hafifçe salladım. Kollarımı önümde çaprazlamış ondan gelecek laflara kendimi hazırlıyordum.
"Neden yapsın böyle bir şeyi?"
Gözlerimi kaçırdım.
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Yamaç beni çenemden tutup yüzümü kendine çevirdi.
"Bak işte benden saklıyorsun. Neden yapsın Azra?" nefesimi dışarı verdim. "Onun için bir şey yapmamı istedi. Bir süikast. Geri çevirdim. O da bana kimin üstün olduğunu hatırlamak istedi demek ki. Ondan şüpheleniyorum o kadar" yüzümü hafifçe geri çektim. Yamacı elimle kenara çekip dışarı çıktım. Merdivenlerden inerken arkamdan bağırdı.
"Azra! Nereye gidiyorsun?" kapıyı çarpıp bana yetişti. Kolumu tuttuğunda binanın çıkışında duruyorduk.
"Yavuza gidiyorum" kolumu elinden kurtarınca bu sefer iki omzumu tuttu. "Nolur bir dur. Ben bir bakayım. Abimlerle konuşayım. Söz ver, hiç bir süikast işini kabul etmek yok. Eğer yaparsan beni kaybedersin. Tamam mı?" kafamı salladım. Bundan daha ötesi olamazdı. Elimdeki son şeyi kaybetmemek için onun dediğini yapacaktım.
"Tamam" Yamaç kafasını sallayıp beni kendi çekti. Eli belimi kavradı. Alnıma bir öpücük bırakıp elimi tuttu. Kahveye doğru el ele ilerliyorduk. Aklımda düşünceler dönüyordu ama bunu belli etmemeye çalışıyordum. Bir yanım söz verdim Azra derken, diğer yanım Yavuzun daha da ileri gideceğini biliyordu.
Kahvenin önünde durduğumuzda bizi Edi ve Büdü karşıladı. Onlar bizim el ele tutuşmamızdan daha da hoşnut görünüyorlardı.
"Ne gülüyorsunuz lan?" Yamaç sert bir tonda konuşuyordu ama hafif gülümsemesi onu ele veriyordu. "Abi biz, Azra abla..." Meke biraz kekelese de bir şey diyemedi. "Müstakbel eşi inşallah" dedi Salih kafasını kahveden uzatıp. "Babamın oğlu" Yamaç elini elimden çekip Salihe sarıldı. "Affet ben sizi yalnız gönderdim" geri çekildiklerinde Salih Yamacın omzuna vurdu. "Bir şeyimiz yok oğlum iyiyiz. Selim de içeride. Bak birazdan babamlar gelir. Onlara bir şey belli etmeden halledelim" Yamaç kafasını sallayıp içeri geçerken,Salih beni süzdü.
"Yenge mi olacaksın sen bize?" gözlerimi devirdim. "Ben anca senin Azrailin olurum Salih" yanından geçip içeri girdim. Arkamdan bağırdı. "Sana da günaydın Azra, daha Bismillah yav. Ne nefretmiş. Ben babamdan bu kadar nefret etme-" Köşeyi dönmüş gelen İdris Koçovalı, Emmi ve Paşa'yı görünce bağırmayı kesti.
Meke be Celasun bir gelenlere bir de içeri baktılar. Salih içeri gelip bize geldiklerini haber verdi.
"Ee düğün ne zaman?" Salihin konuyu değiştirme çabası ancak bu olmuştu. Yamaçla göz göze geldik. Ben bir şey demek istemedim. O sırada içeri girdiler. Ayaklanıp oturmalarını bekledik. Onlar oturunca, Medet çay getirdi.