Gözlerimi açtığımda kafamın üzerinde duran florasan ışık yüzünden gözlerim kırpıştırmak zorunda kaldım.Boğazımda bir kuruluk vardı ve yutkunamıyordum.Monitörlerin sesini de duyabiliyordum ama hareket edemiyordum. Vücudumda bir ağrı vardı ama göz ardı edilebilir bir ağrıydı. Doğrulmak istedim ama bunu yapacak gücü kendimde bulamıyordum. Komodinde duran suya baktım. O sırada otomatik kapılar açıldı içeri giren hemşire uyandığımı görüp doktora haber vermek için tekrar çıktı. Ben umutsuzca suya bakmaya devam ederken cam kapının ardında beliren Sultan anneyi sonradan fark ettim. Kapıyı açmak için düğmeye bastı ve yanıma ilerledi.
Bana su doldurup doğrulmama yardım etti. Suyu içerken eliyle sırtımı destekliyordu. Bardağı ona uzatırken tereddüt ile gözlerine baktım. Bana kızgın mıydı? Beni yanıltmak ister gibi elini uzatıp saçlarımı okşadı. "Neler yaşadın sen? Sana neler yaptırdılar?" vücudumdaki yaraları görebiliyordu. Muhtemelen her şeyi biliyordu.Bundan şikayetçi değildim. Geç bile kalmıştık.Ben cevap veremedim.
"İdris, en son seni görmüş, doğru mu?" gözlerine bakarken onun cevabı bildiğini görebiliyordum ama yine de kafamı salladım. "Mutlu olmuştur" diye tamamladı cümlesini sesindeki hüzün canımın yanmasına sebep olmuştu. "Hadi sen dinlen" dedi yerinden kalkarken. Gözlerinin dolduğunu görmemi istemediği için kaçtığını biliyordum. Bardağı yanıma bırakıp kapıya ilerlerken orada parlayan gözlerle içeri bakan Yamacı gördüm.Hafifçe gülümsedikten sonra kafamı tekrar yastığa bıraktım. Evde olmanın verdiği rahatlıktı bu.
<...>
Bir kez daha ağrıyan vücudum yüzünden uyandığımda dışarısı kararmıştı. Pencereden dışarı baktığımda ince ince yağan karı görebiliyordum.
"Sonunda" Yanımdan gelen ses ile dönüp koltukta oturan Yamaca baktım.
"Çok beklettim mi?" dedim bana çok yabancı gelen sesimle.
"Beklettin. İki gündür uyuyorsun" dedi gözleri ciddi bakarken. Elini uzatıp yüzümü dokundu. Yaralarımın üzerinde parmağını gezdirdi. "Sözümü tuttum" dediğinde kaşlarımı çattım. Bana bir sözü olduğunu hatırlamıyordum.
"Ne sözü?" diye sordum. Yüzünü inceleyerek.
"Kıbrıstakiler" dedi sadece. Neyi kast ettiğini anlamıştım. Bana dokunduğu için öldüreceğini söylediği adamdan bahsediyordu.
"Öldü mü?" diye sordum ona bakmaya devam ederek.
"Öldü"
Kafamı sallayıp yüzümü dışarı döndüm. Dediğini yapmıştı.
"Peki Davut?" dedim tekrar ona dönerek.
"Bekliyor"
"Onu daha fazla tutamazsın Yamaç, çoktan bir ekip arıyordur onu" dediğimde kafasını salladı.
"Biliyorum biliyorum ama..."
"Ne ama?"
"Nihat" dedi sadece devam etmeden.
"Ne olmuş ona?"
"Davut Rusyadan onu getirtmeye çalışıyor" Vedatın onun peşine beni takmasının sebebi bu muydu yani? Güç falan değildi onun istediği. O günah keçisi yaptığı insanları susturmak için çabalıyordu.
"Erdem beni durdurdu" diye tamamladı cümlesini. Kafamı salladım. Ve yüzümü dışarı çevirdim.Ona minnet borcum vardı. Nihata ulaşmayı düşünüyordum. Vedatı alaşağı etmek için en büyük kozum buydu benim. Nihat ile birlikte kayıt dışı sayısız iş yapmışlardı.
"Bebeği görmek ister misin?" dediğinde tekrar dönüp ona baktım. Yüzünde hafif bir gülümseme vardı.
"Damla?" diye sorduğumda kafasını salladı. Ben doğrulmak için hamle yaptığımda güldü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÇUKUR: AZRANIN DÖNÜŞÜ
FanfictionSilahların sesi boşlukta yankılandı. Böyleydi işte kızın hayatı. Ansızın geliyordu intikam peşinden, sinsice...Talep ediyordu sahip olduğu canı, nereye kadar kaçabilirdi böyle? O da biliyordu, ölüm onun daimi sevgilisiydi. Nerede olursa olsun gelip...