Uyuyamıyordum.
O gecenin üzerine kaç gece devrildi, kaç günü daha şiş gözlerle atlattım onu da bilmiyordum.
Zaman kavramını bana hatırlatan Bursa'daki cinayet haberi olmuştu.
Yaklaşık bir aydır doğru düzgün uyku girmemişti demek ki gözüme.
Kâbuslarım kâbuslarımı kovaladı. En uzun aralıksız uykum dört saat civarı sürdü. Gecenin bir yarısı nefes nefese kalktım, kahve içmeyi bırakmayı bile denedim. Yerine süt tükettim rahat bir uyku çekebilmek için.
Olmadı. İşe yaramadı.
Bölük pörçük olan düzenim yüzünden algılarım körelmeye başladı bu süreçte. Saçma sakarlıklar yaptım, hafif unutkanlıklarım oldu. Bir kere yürürken başımı elektrik direğine çarptım. Ondan önceki gece sıfır uykuyla geçmiş ve uzun bir iş günü olmuştu.
Katilden hiçbir iz yoktu bir ay boyunca.
Elimizi hemen hemen her yere attık. Herkesle konuştuk sıra sıra tekrardan. Şüpheli birilerini bulabilmek için bakmadığımız delik kalmadı. Maktullerin yakın çevreleri bizi görmekten bıktı ama biz onları sürekli sorgulamaktan bıkmadık.
Aytaç ve benim için bu dava artık gurur meselesi haline dönmüştü. Ona yapılan uyarı bana da yapıldı. İşleri gizli yürütmem istendi. Dava kapatılmış gözüksün dendi.
Kabul ettim fakat bir yere kadardı. Ülke gündemini yeniden çalkalamak zorunda kalacağımızı en başından beri biliyordum.
Yeni cinayetin haberi bize ulaştırıldığı an ilk uçağa atlamış, gelmiştik Bursa'ya. Buradan yürütecektik bir süre çalışmalarımızı.
Bir süreden kastım da eğer onu durduramazsak diğer cinayetin işleneceği zamana kadardı.
Hayatımızın akışını peşinde olduğumuz katil belirler olmuştu.
Peşimde sürüklediğim valizin tekerleği kaldırım taşına takıldığında valiz döndü ve bacağıma çarptı. Önce valizi tekmelemek, sonra oturup ağlamak istedim bunun için.
Derin bir nefes çekip yeniden arkama aldım valizi. Diğer elimi de montumun cebine soktum. Şubatın 25'iydi bugün. Öğle saatlerindeydik. Yeni inmiştik uçaktan.
"Başkomiserim, düz yolda yürümeyi de mi unuttun?" diye sordu Aytaç. Arka tarafımdaydı, yüzümdeki ifadeyi izlemek için hızlı adımlarla yanıma ulaşmıştı benimle dalga geçerken.
İnsan zamanla bu tip bir kişiliğe bile alışıyordu.
"Benim ninjam zamanında gezdiği sokakları görünce heyecanlandı herhalde." dedi Selim omzunun üzerinden arkasını döndüğünde.
"Senin ninjan uykusuzluktan bayılmasa bari." diye atladı lafa Didem. Hepsi biliyordu yaşadığım sorunu. Saklanacak bir şey de yoktu zaten. Bir insan mosmor göz altları ve akı kırmızıya dönmüş gözlerle etrafınızda dolaştığında onun ya uykusuz ya da madde bağımlısı olduğunu düşünürdünüz. "Uçakta sızarsın sanmıştım, o zaman da kırpmadın gözünü."
"Uçaktayken Savaş'la uğraştığını sanıyordum." Güldüm. "Çok rahat bir yolculuk geçiremedi çünkü kendisi."
"Sen de mi Pelin ya?" diye sitem etti Savaş. İndiğimiz andan beri Selim'in dalgalarına maruz kalmıştı. Selim zaten bir şey olsa da birileriyle dalga geçsem diye bekleyen biri olduğundan asla geri tepmemişti ayağına gelen bu fırsatı.
Ayrıca bana ismimle hitap edebiliyordu çünkü Aytaç artık üsluplarımıza o kadar da takılmıyordu. Kafasına vura vura da olsa aramızdaki iletişimi ona kabullendirmeyi başarmıştık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EKİP
ActionBir elin beş parmağı... Biri olmasa hepsi eksik, hepsi yarım. Ama eğer bir aradalarsa sırtlanabilirler yükünü tüm dünyanın. Onlar kanlı bir çemberin içinde sürdüyorlar hayatlarını. Etrafta ceset kokusu var, bir de acıyla örülmüş duvarlar... Sıkışıyo...