Didem yorgun olduğunu söyleyerek eve gitti. O gittikten sonra yazı tahtasındaki resimleri bir bir çıkarıp ipuçlarını sildim. İlk vakamızı başarıyla tamamlamıştık be. Benden mutlusu mu vardı?
Birden acıktığımı hissettim. Saat geç olmuştu, bu saatte açık olan fazla yer yoktu. Aklıma Ateş ile gittiğimiz köfteci geldi. Ofisi toparladıktan sonra sırt çantamdan kulaklığımı çıkardım. Rastgele bir şarkı açtım ve sahile doğru ilerlemeye başladım. Tekli koltuğumda kahve içmekten sonra en sevdiğim aktivite geceleri müzik eşliğinde yürümekti. Bence insanı bu kadar huzurla dolduran çok az şey vardır.
Kulaklıklarımı çantama tıkıp siparişimi verdikten beş dakika sonra yemeğimle beraber geçen sefer oturduğumuz banka doğru yürümeye başladım. Fakat bank doluydu. Ben de az ilerideki boş banka doğru ilerliyordum ki hiç de yabancı olmayan bir ses duydum.
"Pelin."
Arkamı dönünce banktaki adamın Ateş olduğunu gördüm. Kenara kaydığında yanına oturdum.
"Bu kadar çabuk görüşeceğimizi tahmin etmemiştim." dedi gülerek.
"Çok çabuk oldu cidden." derken ben de gülümsedim.
"Köfte ekmekçimi sevdin galiba?"
"Mükemmel. Beni boşver de sen her gün köfte ekmek mi yiyorsun?" dedim elindeki paketi göstererek.
"Rıfat Usta birtanedir. Evde yemek olmadığı sürece, ya da şöyle diyeyim, Savaş yemek yapmadığı sürece hep buradayım."
Ekmeğimden büyük bir ısırık alıp yutkunduktan sonra uzun süredir aklıma takılan o soruyu sormaya karar verdim. "Bir şey sorabilir miyim?" dedim çekinerek.
"Ahu ile ilgili ise sorma. Bunun dışında her şeyi sorabilirsin."
Aslında Ahu aklımın ucundan bile geçmemişti. "Yok ya onunla ilgili değil. Sen şey demiştin; işimden istifa etmek durumunda kaldım. Nedenini merak ediyorum."
"Ha, o durum. Bir anne ve biri altı diğeri dokuz yaşında olan iki kız çocuğuna ait cesetler bulduk. O kadar çok darp izi vardı ki... Dövülerek öldürülmüşlerdi ve katil kim çıktı biliyor musun? Çocukların babası."
Bildiğiniz buz kestim. Bu vahşetti resmen.
"Sorgusuna ben girdim. Aklıma her tarafı morarmış iki minik bedenin ve yüzü gözü kan içindeki kadının görüntüsü gelince kendime hakim olamadım. O kadar kendimden geçmişim ki o an olanları pek hatırlamıyorum. En son bana söylenen şey adamın burnunu ve iki kaburgasını kırdığımdı. Biliyorum yaptığım çok yanlıştı ama bir gram pişmanlık duymuyorum."
"Hak etmiş şerefsiz." dedim sinirle.
"Bu durumun üstlere bildirilmesi gerekirdi. Ama o zamanki başkomiserim gizli kalmasını istedi. Eğer istifa etmesem başı yanacaktı. Böylece işten ayrılmak durumunda kaldım."
"Ekibe katılsana." dedim benim bile zor duyduğum bir sesle.
"Ne?" dedi anlamayarak.
"Ekibe katılmanı istiyorum. Bu defa kısa süreli değil, kalıcı olarak." Ağzımdan çıkan şey beni bile şaşırtmıştı. Aslında böyle bir planım yoktu. O an sanki bir şey beni bu cümleleri söylemeye itmişti.
"Çabuk sinirleniyorum, sinirlendiğim zaman kendime hakim olamıyorum ayrıca bazen başıma buyruk davranıyorum. Şimdi tekrar düşün."
Gülerek başımı ona doğru çevirdiğimde parlayan gözleriyle karşılaştım. "Tekrar düşündüm ve hâlâ fikrim değişmedi."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EKİP
ActionBir elin beş parmağı... Biri olmasa hepsi eksik, hepsi yarım. Ama eğer bir aradalarsa sırtlanabilirler yükünü tüm dünyanın. Onlar kanlı bir çemberin içinde sürdüyorlar hayatlarını. Etrafta ceset kokusu var, bir de acıyla örülmüş duvarlar... Sıkışıyo...