Başımdan aşağı dökülen bir kova soğuk suyla uyandım. Şaşkınlıkla gözlerimi ovalamak için ellerimi yüzüme götürmek istedim fakat tek duyabildiğim şey zincirlerin sesi oldu. Duvarları soyulmuş rutubetli bir odanın ortasında ayakta duruyordum. Ellerim tavandan sarkan bir zincirle, ayaklarım ise kalın bir iple bağlanmıştı. Beni kaçıran her kimse arkamda duruyor olmalıydı.
O kişinin Çetin olmasını istedim. Saçmaydı belki ama beni Çetin'in kaçırmış olması için dua ettim. Fakat o olmadığını biliyordum, bu onun tarzı değildi.
Başımı arkaya doğru çevirdim ve üç kişiyle karşılaştım. Majeste'nin çetesine sızmak için kolayca kandırdığım saf Uygar, en başından beri benden nefret eden aptal Halil ve bana asıldığı için koluna cam parçası batırdığım yavşak Tolga. Sanki bir gösteriyi izliyorlarmış gibi yan yana sandalyelere dizilmişlerdi.
"Bizi tekrar görmeyi beklemiyordun galiba."
Halil'in imalı ses tonuna yapmacık bir gülümsemeyle karşılık verdim. "Kusura bakmayın, her gün kaçırılmıyorum da. O yüzden biraz şaşırdım."
Aslında bu doğru sayılmazdı. Kaçırılmaya resmen alışmıştım artık ama burada ben Pelin değildim, Burçindim. Ona göre davranmam gerekiyordu.
"En son görüştüğümüzde yanıyordun. Açıkçası biz seni tekrar görmeyi beklemiyorduk."
"Öldürmeyen Allah öldürmüyor işte." dedim sakince.
"Oradan nasıl çıktın?"
Gözlerimi üçünün üzerinde tek tek gezdirdikten sonra ciddi bir ifadeye büründüm. "Ejderhayım ben."
Aldıkları cevapla afalladılar. Birkaç saniyeliğine yüz ifadeleri öyle bir hâl aldı ki kahkaha atmak istedim. Ama ciddiyetimi bozmadan konuşmaya devam ettim.
"Alev değil su püskürtüyorum. Bir bakış attım, yangın söndü. Sonra camdan atladım, gizli kanatlarım açıldı ve uçarak çıktım oradan. Kanatlarımı da görmek ister misiniz?" Zincirlerin izin verdiği kadar arkamı dönerek sırtımı onlara gösterdim. İlk önce omzumun üzerinden sırtıma, daha sonra karşımda oturan üç salağa baktım. "Tüh, göremeyeceksiniz. Sadece camdan atladığım zaman açıldıklarını unutmuşum."
"Sen bizimle dalga mı geçiyorsun?"
Sırıttım. "Çok mu belli oluyor?"
Halil oturduğu yerden hızlıca kalktı. "Bizi hafife almayı bırak!"
"Üzgünüm koçum, ağır bir tarafınızı göremiyorum."
Cümlem biter bitmez yeri titreten adımlarıyla yanıma geldi ve hiç duraksamadan yumruğunu karnıma geçirdi. Acıyla kasıldığım sırada gülmeye devam ediyordum. Bu Halil'i daha da sinirlendirdi. "Niye gülüyorsun?"
"Çeteyle tanıştığım gün bana yumruk atmaya çalışmıştın da ben kendimi savunduğum için atamamıştın ya, o geldi aklıma. İçinde kalmışsa demek ki."
"Ben bir şeyi kafaya koyduysam yaparım!"
"Oo, çok sert." dedim alayla. "Elleri ve ayakları bağlı bir kıza yumruk atmak mı? Ne kadar da çekici bir erkek! Al beni yiğidim."
Halil'in şekilden şekle giren suratı beni daha da eğlendiriyordu. "İşim olmaz senle." dedi ve yanımdan uzaklaşıp sandalyesine oturdu.
Abartılı bir üzüntüyle yüzümü buruşturdum. "Hayallerimi yıktın, ben üç gün sonra Stockholm sendromuna yakalanıp sana aşık olacaktım. Sen bana sert davranacaktın, sürekli dövecektin ama yine de çaresizce seni sevecektim. Malım çünkü ben."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EKİP
ActionBir elin beş parmağı... Biri olmasa hepsi eksik, hepsi yarım. Ama eğer bir aradalarsa sırtlanabilirler yükünü tüm dünyanın. Onlar kanlı bir çemberin içinde sürdüyorlar hayatlarını. Etrafta ceset kokusu var, bir de acıyla örülmüş duvarlar... Sıkışıyo...