Kahvemi ve kitabımı almış çok sevdiğim tekli koltuğumda keyif yapıyordum.
Keyif mi yapıyordum? Kimi kandırıyordum ki? Dün gece yaşananlardan başka hiçbir şey düşünemiyordum. Okuduğum satırları anlamadığım için tekrar tekrar okuyordum. Yarım saattir aynı sayfadaydım!
Kahvem buz gibi olmuştu çünkü içmeyi unutmuştum. Didem de yine Savaş ile buluşmaya gittiği için yalnızlığa gömülmüş vaziyetteydim.
Bir şeyler yapmak istiyordum ama hiçbir şey yapmaya halim yoktu. Saatlerdir oturduğum koltukta çürüyüp gidecektim. Buradan kalkmam için beni spatulayla kazımaları gerekiyordu.
Fakat birkaç dakika sonra aldığım haberle yerimden fırladım. Telefonda Didem'in sesini duyar duymaz ayaklanmıştım.
"Pelin, biz zehirlendik. Haber vereyim dedim." Zehirlenmek çok normal bir olaymış gibi aşırı sakin bir ses tonuyla söylemişti bunu.
"Nasıl zehirlendiniz?" diye sordum durumun şaşkınlığıyla.
"Tavuktan galiba. Neyse şimdi hastanedeyiz. Damacanayla su içiyorum zehri atmak için. Ben o kadar kötü durumda değilim ama Savaş yan odada öğürüp duruyor. Ölmez değil mi?"
Bu kıza ne vermişlerdi bilmiyorum ama kesinlikle iyi değildi. Durumun ciddiyetini kavrayamamıştı galiba. Ceketimi alırken "Detaylı anlatır mısın?" diye sordum.
"Savaş'ın öğürmesini mi? Neyin detayını vereyim Pelin? Kusuyor işte."
Derin bir nefes alarak sakinleşmeye çalıştım. "Onu mu diyorum geri zekâlı? Ne tavuğu? Nerede yediniz? Ne oldu tam olarak?"
"Haa... İki saat kadar önce ev yemekleri yapan bir lokantada tavuk sote yedik. Sonra sahilde dolaşırken birden başım dönmeye başladı. Savaş da eş zamanlı olarak kusunca hastaneye geldik."
Hangi hastanede olduklarını öğrendikten sonra çantamı alıp hemen evden çıktım. Motoruma atlayıp elimden geldiğince hızlı olarak hastaneye gittim. Oda numaralarını öğrenip asansöre bindim.
Asansöre bindim! Mesele değer verdiğim insanlar olduğunda gözüm hiçbir şeyi görmüyordu.
Savaş ve Didem'in odaları yan yanaydı. Öncelikle Didem'in odasına girdim. İlk gördüğüm şey boş damacana oldu. Daha sonra Didem'in elindeki şişeye kaydı gözlerim.
Didem şişenin kapağını kapatıp yanındaki masanın üzerine koydu. "Yemin ederim şiştim. Üç dakikada bir tuvalete gidiyorum." Durup serumunu işaret etti. "Bununla gitmek zor oluyor."
"Didem, gerçekten iyisin değil mi?" diye sordum.
"Merak etme, iyiyim. Gidip Savaş'a bakar mısın?"
Onu başımla onayladıktan sonra Didem'in odasından çıkıp Savaş'ın odasına girdim. Ayakta dikilen Ateş ile göz göze geldik fakat sanki beni görmemiş gibi başını cama çevirdi.
İçerisi kusmuk kokuyordu ve Savaş'ın yüzü bembeyazdı. Beni görür görmez "Didem iyi mi?" diye sordu.
"İyi." dediğimde rahatladı. "Sen iyi misin?
"Son yarım saat içinde yedi kez kusmam dışında gayet iyiyim." dedi gülümsemeye çalışarak.
İkisini de iyi görünce içim rahatlamıştı. Gerçi Savaş'ın ruhu bedeninden çekilmiş gibi duruyordu ama en azından ölmemişti.
Gözlerim tekrar camın önündeki Ateş'e kaydı. Hâlâ camdan bakmaya devam ediyordu ve o sırada beni izleyen Savaş'ı fark ettim. İşte o an içimi bir korku sardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EKİP
БоевикBir elin beş parmağı... Biri olmasa hepsi eksik, hepsi yarım. Ama eğer bir aradalarsa sırtlanabilirler yükünü tüm dünyanın. Onlar kanlı bir çemberin içinde sürdüyorlar hayatlarını. Etrafta ceset kokusu var, bir de acıyla örülmüş duvarlar... Sıkışıyo...