İkinci olay yerinde birincisine göre çok daha ağır bir koku vardı. Zaten cesede bakıldığında bunun sebebi anlaşılabilirdi.
Bu cinayet, diğerinden daha önce işlenmişti. Çürüklerin durumunu göz önünde bulundurarak Eda cesedin yedi veya sekiz günlük olduğunu söylemişti. Üstelik bu seferki yara izleri diğeri kadar temiz değildi. Yara dudaklarında tırtıklar vardı, bu da katilin bu cinayette az da olsa tereddüt ettiğini gösteriyordu.
Diğeri kadar profesyonel bir cinayet olmadığı kesindi. Ayrıca olay yerinde diğerinden çok daha fazla kan vardı. Bu iki cinayeti kıyasladığımız zaman katilin giderek kendini geliştirdiğini net bir şekilde görebiliyorduk.
Ateş maktulün kimliğini bulmak için upuzun bir araştırmaya girişti. Tam yedi saat boyunca bilgisayarının başından hiç kalkmadı. Cesedin yüzü şişliklerle ve yer yer çürüklerle dolu olduğundan tanınmayacak hale gelmişti. Bir programla bunu elinden geldiğince düzeltmeye çalıştı. Sonra sistemde tarattı, kayıp ilanlarıyla karşılaştırdı.
Hiçbir sonuç alamayınca tekrar yüzüyle oynadı kızın. Makyajını arttırdı, ten rengini biraz açtı. Yemek bile yemedi, bir saat bile uyumadı. Durmadan ekrana bakmaktan gözlerinin altı mosmor oldu.
Selim, Savaş ve Didem evlerinde uyuyorlardı. Bu çok normaldi çünkü çoğu insan gecenin dördünde uyurdu. Ateş ise ofiste kalmak istediğini söylemişti. Onu burada tek bırakmaya içim el vermediği için yanında kalmıştım ama her fırsatta beni eve bırakmayı teklif ediyordu.
"Hadi," diye tekrarladı daha öncekiler gibi. "Eve bırakayım artık seni."
Uykum olduğunu inkâr edemeyecek kadar çok uykum vardı. İçtiğim iki fincan kahve etkisini göstermiyordu. Göz kapaklarımı zorlukla açık tutabiliyordum ama direnecektim.
"İstemiyorum." dedim sandalyemde geriye doğru yaslanarak. Sırtım tutulduğu için bu hareketimle birlikte kıtır kutur sesler geldi. Kemiklerim kırılıyormuş gibi hissettim. "Seni yalnız bırakmayacağım."
Elini göğsünün sol tarafına bastırdı. "Hiç yalnız bırakmıyorsun ki, hep buradasın."
"Kamyon şoförü modun açık kalmış." dedim gülerek. Onun da bana bakarken kızarmış gözlerinin içi gülüyordu. Aynı rüyamdaki yeşil gözlü çocuk gibi...
"Bu gidişle ayakta uyuyacaksın güzelim, bırak inadı da eve götüreyim seni. Zaten yoruldun yeterince."
Sandalyemi onunkine doğru yaklaştırıp başımı omzuna yasladım. "Dinlenirim ben burada."
"Şikayetçi değilim, benim hoşuma gider." Kafasını benimkinin üzerine koydu. "Ama gerçekten uyumaya ihtiyacın var. Eve gitmeyeceksen bile şuradaki koltuğa kıvrıl, lütfen."
"Sen de yorgunsun." dedim. "Gözlerinin altı morardı, hortlağa benziyorsun."
"Bulamazsam içim rahat etmeyecek. İstesem de uyuyamayacağım ki."
"Tamam, boş ver o zaman beni. Araştırmana devam et. Ben de olay yeri fotoğraflarına tekrar bakayım."
"Dört yüz elli defa baktın zaten." Sesi sitem eder gibiydi. "Gerçi ben de saatlerdir elle tutulur bir şey bulamadım ya, neyse."
"Elinden geleni yapıyorsun."
Sesli bir şekilde nefesini verdi. "Yetmiyor demek ki."
"Anlat hadi." dedim. "İçinde birikenler var, dök ve rahatla."
"Kim olduklarını bulmam lazım Pelin. Katil belli ki durmayacak, ben bir ceset daha bulmak istemiyorum. Ben gencecik bir kızın daha kesilmiş boğazına, morarmış yüzüne bakmak, yitip giden hayatını araştırmak istemiyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EKİP
ActionBir elin beş parmağı... Biri olmasa hepsi eksik, hepsi yarım. Ama eğer bir aradalarsa sırtlanabilirler yükünü tüm dünyanın. Onlar kanlı bir çemberin içinde sürdüyorlar hayatlarını. Etrafta ceset kokusu var, bir de acıyla örülmüş duvarlar... Sıkışıyo...