Nefes almak hiç bu kadar zor olmamıştı.
Karşımda birbirlerine sığınmış iki adam duruyordu. Biri ağladıkça öbürü daha çok ağlıyor, belki de ilk defa biri diğerine destek olamıyordu.
Bu manzara karşısında boğazım düğümlenmişti sanki. Ateş dakikalardır başını bir saniyeliğine bile Savaş'ın omzundan çekmemişti. Her defasında bizi toparlamak için güçlü durmaya çalışan Savaş ise kardeşiyle birlikte yıkılmıştı bu defa.
Sol tarafımda oturan Çetin'in bile gözleri dolmuştu. Hiçbir şey söylemeden öylece duruyor, sanki yanımda olduğunu hatırlatmak istermiş gibi arada bir bana bakıyordu.
Ben ise yere çivilenmiş gibi oturmaktan başka hiçbir şey yapamıyordum. Gözyaşlarımdan yanaklarım sırılsıklam olmuş, duvara yasladığım sırtım soğuğun da etkisiyle tutulmuştu. Aynı anda hem üşüyordum, hem de içim yanıyordu.
Ayağa kalkmam lazımdı. Gidip Ateş'e destek olmalıydım. Bunun için önce benim toparlanmam gerekiyordu ve ben kendimde bunu yapacak gücü bulamıyordum.
Savaş, Ateş'in sırtını sıvazlamaya devam ederken Didem'e bakarak başıyla beni işaret etti. Didem bir elini omzuma koyduğunda diğer tarafa doğru kaydım fakat bu sefer de Çetin'in omzuna çarptım. Anında olduğum yere sinip hızlıca başımı iki yana sallamaya başladım. Kimsenin bana dokunmasını istemiyordum, ufacık bir temasa bile tahammülüm yoktu.
"Sizi eve bırakayım." dedi Çetin kimsenin bozmaya cesaret edemediği sessizliği bozarak.
Başımı iki yana sallamaya devam ettim. Aslında buradan uzaklaşmayı çok istiyordum ama Ateş'i yalnız bırakamazdım. Ona destek veremeyecek durumda olsam da burada olduğumu bilmeliydi.
"Biraz toparlanması için ona müsade et. Savaş zaten yanında olacak."
Cevap vermek için dudaklarımı araladığımda sanki boğazımdan aşağı asit dökülüyormuş gibi hissettim. Kelimeler dilimin ucuna kadar geliyor fakat dışarı çıkmak için verdiği savaşı bir türlü kazanamıyordu. Çıldırmış gibi hâlâ başımı sallıyordum.
"Eve gidelim." dedi Didem kısık çıkan sesiyle Çetin'i onaylayarak. "Sen de çok dağıldın Pelin."
Didem'in cümlesi biter bitmez dakikalardır Savaş'ın omzuna gizlenmiş olan Ateş, başını kaldırıp bana doğru döndü. Gözlerinin rengini aramızdaki mesafeye rağmen seçebiliyordum. Giderek kızarmaya başlayan yemyeşil gözleri yaşların etkisiyle parlıyordu.
Bana baktığında derin bir şekilde iç çekti. Dudağını ısırarak gözlerine dolan yaşları engellemeye çalıştı. Bakışlarında suçluluk duygusu vardı, oysa bir gram bile suçu yoktu onun. Uzun uzun izledi harap olmuş halimi. Sol gözünden akan yaşı hızlıca silip zar zor gülümsemeye çalıştı. Bu hareketi o kadar çaresizceydi ki...
"Git." diye fısıldadı. O kadar kısık sesle söyledi ki bulunduğumuz oda boş olmasa onu duyamayabilirdim. Boğazını temizledi ve yine gülümsemeye çalıştı. Gözyaşları arka arkaya yuvarlanırken sırf ben iyi hissedeyim diye gülmek için büyük bir çaba sarf ediyordu.
"Git." Çok daha fazlasını söylemek istediğini hissediyordum ama onun da gücü tükenmişti.
Bir elimle yerden destek alıp zorlukla ayağa kalktım. Git diyorsa gidecektim, zorlamanın mantığı yoktu. En azından yanında olmak için çabaladığımı bilerek kendi isteğiyle gönderiyordu beni. Bu yeterliydi.
Ayakta durmaya çalışırken yaralı elimi duvara yasladım ve son kez dönüp Ateş'e baktım. Yanından ayrılmayı gerçekten istemiyordum fakat burada dursam da bir faydam olmayacaktı. Elimi duvardan çektiğimde kanlı parmak izlerim duvarda kaldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EKİP
ActionBir elin beş parmağı... Biri olmasa hepsi eksik, hepsi yarım. Ama eğer bir aradalarsa sırtlanabilirler yükünü tüm dünyanın. Onlar kanlı bir çemberin içinde sürdüyorlar hayatlarını. Etrafta ceset kokusu var, bir de acıyla örülmüş duvarlar... Sıkışıyo...