Savaş aceleyle telefonunu eline alıp Ateş'i aradı. Her geçen saniye çenesi daha da kasılıyordu. "Meşgul çalıyor." dedi kontrollü tutmaya çalıştığı ses tonuyla.
Gözlerimi tahtadan ayırmıyor, hareket etmiyordum. Donmuş gibiydim. Gözümün önüne Ateş'in deniz kenarına atılmış cesedi geliyordu. Bu sahnede onun kolunu kıvırıp şırınga izine bakıyordum. Üzerinde haki renginde bir gömlek vardı, alnında sayılar yazılıydı. Ayakta duramayacağımı hissettiğimden titreyen ellerimden birini duvara yasladım ve gözümün önündeki görüntülerin silinmesini bekledim.
"17 saatimiz kaldı!" dedi Didem korku dolu bir sesle.
Bulunduğum ortam beni boğuyordu. Duvarlar üzerime geliyormuş gibiydi. Kendimi sokağa atmak istedim. Ateş'i bulana kadar hiç durmadan yürümek istedim. Fakat yeterli zaman yoktu. Ben onu bulana kadar o çoktan ölmüş olabilirdi.
Gözlerimdeki yanma hissiyle birlikte bu düşünceleri kafamdan attım. Kısıtlı zamanımı bunları düşünerek harcayamazdım.
Tahtaya odakladığım gözlerimi Savaş ve Didem'in olduğu yere çevirdim. İkisi de yerinde duramıyor gibiydi. Savaş üç saniyede odanın bir köşesinden diğer köşesine ulaşıyordu ve bunu durmadan tekrarlıyordu.
"Çıkıp arayalım." dedi Savaş. Sakin görünmek için büyük bir çaba gösteriyordu.
"Nereye gittiği hakkında en ufak bir fikrimiz yok. Belki de katil onu çoktan kaçırdı." dedi Didem.
Sözleri yüzüme bir tokat gibi çarptı. Şu an katilin yanında olabilirdi. Bilekleri bağlı bir şekilde herhangi bir geminin içinde olabilirdi.
Savaş sesli bir şekilde yutkundu. Muhtemelen o da benim aklımdan geçenleri hayal ediyordu.
"Ekiplere haber verin, barı gözetlesinler. Biz şu an sokağa çıkıp onu arayamayız. Mantıklı bir şekilde hareket etmemiz gerekiyor. Koskoca İstanbul'u arayacak halimiz yok. Ateş danışacağı birine gitmiş. Rıfat Usta'ya gitmiştir belki de. Veya arkadaşlarından birine de gidebilir. Aslında bizi kandırmış da olabilir. Eğer bir ipucu bulduysa peşine düşmüştür. Tehlikeli bir şey olduğu için bize haber vermemiştir. Katil şu an muhtemelen onu izliyor. Hatta belki de çoktan onu bağlamıştır, alnına yazılacak sayıları belirliyordur. Teknesi olduğunu söylemiştik. Limana ekip gönderelim. Bir hareketlilik olduğu an bize haber versinler. Deniz ile ilgili bir travması olduğunu düşünmüştük. Katili bulabileceğimiz bir yer varsa o da deniz kıyısıdır. Ayrıca..."
Nefes almadan söylediğim cümleleri yanıma gelen Savaş böldü. Tam karşımda durup gözlerini gözlerime dikti. "Pelin," dedi yumuşak bir ses tonuyla. "Biraz sakin olabilir misin?"
"Savaş," dedim sırtımı duvara yaslayarak. "Benden imkansız şeyler istiyorsun."
Sakinleşmemi söyleyecek son kişi oydu. Dokunsalar devrilecek gibi duruyordu. Yine de güçlü durmaya çalışıyordu fakat çok kötü bir oyuncuydu.
"Telefon sinyalinden son görüldüğü yere bakalım!" dedi Didem bağırarak.
Bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum. Savaş ve Didem'in de bildiğini sanmıyordum. Telefonumu çıkararak Cenk'in numarasını tuşladım.
"Dünya üzerindeki en harika insanla konuşma şerefine..."
Cümlesini bitirmeden konuşmaya başladım. "Yardımın lazım."
Az önceki neşeli sesinin yerini endişeli bir ses aldı. "Ne oldu?"
"Ateş'in son görüldüğü yeri tespit etmen gerekiyor."
"Bana neler olduğunu anlatır mısın?" dediğinde klavye sesleri gelmeye başlamıştı.
"Ona ulaşamıyoruz."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EKİP
AçãoBir elin beş parmağı... Biri olmasa hepsi eksik, hepsi yarım. Ama eğer bir aradalarsa sırtlanabilirler yükünü tüm dünyanın. Onlar kanlı bir çemberin içinde sürdüyorlar hayatlarını. Etrafta ceset kokusu var, bir de acıyla örülmüş duvarlar... Sıkışıyo...