Didem'den
"Uyanmayacak mısın daha?"
Uyanığım hayatım, ben uyanalı çok oldu. Tabak çanak seslerini duyunca çoktan aralamıştım gözlerimi. İş yapmamak için uyuyor numarası yapıyorum sadece.
"Beş dakika daha ya." diye mızmızlandım.
Fazla naz sıkıyorsa usandırsındı aşığımı. Kahrımı çeksin diye evlenmiştim şahsen ben. O da bana aynılarını yapıyordu zaten.
"Didem, senin gibi bağırmaya başlarım bak?" Yanıma oturduğunu anladım, gözlerini üzerimde hissediyordum. Saçları da dağınıktı kesin. Eli yanağımı okşamaya başladığında gülümsememek zordu. Dudaklarım iki yana kıvrılırken gözlerimi araladım onun gülüşünü izleyebilmek için.
"Uyan hadi." dedi kibarca. Savaş'ın bana karşı bitmek tükenmek bilmeyen bir kredisi vardı. Onu bazen delirtiyordum ama o yine yumuşak tonunu yakalayıp karşıma geçiyordu. Sesinden sabahın köründe akan ton da aynı tondu. "Geç kalıp o herifin ağzına laf vermek istemiyorum."
"Bu havlu ne?" dedim söylediklerine odaklanamadan. Omzundan mavi bir mutfak havlusu sarkıyordu. Siyah saçları dağınık, giydiği tişört üzerine yapışıktı.
Sabah sabah baş döndürücü görüntüsüyle beni uyandıran bu adamın omzundan sarkan havlu, onun Türk oluşuna ikna ediyordu beni. Yabancı aktörlere taş çıkartacak bir kocam vardı sonuç olarak. Evet, havlusu bile bin basardı. Tamamen objektiftim bu konuda.
"Orada mı kalmış o ya?" diye sordu havluyu omzundan çekerek. Kenara bırakmak yerine ensesine doğru attı ve iki omzundan sarkıttı uçlarını. "O şef havlusu bir kere, bilmezsin sen."
"Şefim kahvaltı mı hazırlamış bana?" Bu hitabın hoşuna gideceğini biliyordum ve yanılmadım.
Eli lezzetliydi Savaş'ın. Öğrenci evinden beter bu evi çekip çeviren kişi o olmuştu her zaman. Ateş'e kalsa çoktan ölmüşlerdi açlıktan. Ya da sabah akşam ekmek arası yerlerdi, bu da bir seçenekti.
"Biliyorsun ki bir saat sonra öleceksin deseler ben yine oturur kahvaltımı yapar, öyle çıkarım evden."
Biliyordum. Çok keyif alıyordu kahvaltıdan. Bir insanın hassas noktası kahvaltı yapmak olabilir miydi? Oluyordu.
Çekirdeğe aşık biri olarak bunu garipseme hakkım da yoktu ne yazık ki.
"Kiminle konuşuyordun?" diye sorarken buldum kendimi. "Telefonun çaldı sanki."
"Ha sen bunca zaman uyanıktın yani?" Sahte bir mahcubiyetle gözlerimi kaçırdığımda gülümsedi fakat sonra gülüşü yavaşça soldu. "Ateş aradı ya."
"Sabah sabah?" dedim sorar gibi. "Neymiş paşamızın derdi?"
"Gelirken simit poğaça bir şeyler alayım diye. Bizim fırından işte, ofiste atıştırırız diye düşünmüşler."
"Yüzün neden böyle peki?"
"Sesi bir garip geldi kulağıma." dedi kaşlarını hafifçe çatarak. "Bir problem var gibiydi, anlayamadım."
"Aman canım." Elimle boş ver der gibi bir işaret yaptım. "Yeni uyanmıştır, ondan öyledir. Bir de Aytaç başlı başına problem zaten adama. Bir şeyi yoktur. Takılma."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EKİP
ActionBir elin beş parmağı... Biri olmasa hepsi eksik, hepsi yarım. Ama eğer bir aradalarsa sırtlanabilirler yükünü tüm dünyanın. Onlar kanlı bir çemberin içinde sürdüyorlar hayatlarını. Etrafta ceset kokusu var, bir de acıyla örülmüş duvarlar... Sıkışıyo...