Bunu kaç kez daha yaşayacaktım? Bu kaybetme korkusunu ne zaman atlatabilecektim? Her seferinde böyle mi olacaktı?
Son zamanlarda hiç iyi şeyler yaşamamıştık. Her an her şey olabilecekmiş gibiydi. Üstelik daha birkaç saat önce izlediğimiz videoda Majeste, Ateş'i öldüreceğinden bahsediyordu. Bu gerçek olabilir miydi? Düşünmek bile istemiyordum.
Yanımda oturan Savaş endişeyle bana bakıyordu. "Pelin, nefes al."
Nefesimi tuttuğumun farkına bile varmamıştım. Ciğerlerim yansa da, boğazım düğümlense de derin bir nefes aldım. Şimdi olmazdı, bir krizin hiç sırası değildi. Ateş'i bulmalıydık.
Didem de diğer yanıma oturdu ve omzumu sıktı. "Geçen sefer de böyle olmuştu hatırlasana. Yine şarjı bitmiştir belki. Ya da yalnız kalmak istemiştir, ne bileyim, iyidir yani."
"Bir şey olmayacak ona." dedim kendimden emin bir sesle. "Beni bu haldeyken bırakmaz o. Savaş bir şey söylesene, bırakmaz beni değil mi?"
"Asla." dedi Savaş. "Pelin, Hulusi Amir'in sesi nasıldı telefonda? Sence Ateş'e kötü bir şey söylemiş olabilir mi?"
"Üzgün gibiydi... Hulusi Amir kötü bir şey dememiştir. Eminim ben. O anlar Ateş'i. O herkesi anlar."
"Nerede olduğu hakkında bir fikrim var galiba."
Hızlıca Savaş'a döndüm. "Nerede?"
"Pek hoşuna gitmeyecek... Birini aramam gerekiyor. Emin olursak gideriz, tamam mı?"
"Tamam. Hemen ara."
İki dakikadan daha kısa bir sürenin sonunda evden ayrılmıştık. Savaş telefonda her kimle konuştuysa Ateş'in yerini öğrenmişti ve son sürat oraya doğru gidiyorduk.
Yolcu koltuğunda oturan Didem torpido gözünden çıkardığı cüzdanımı, telefonumu ve silahımı bana uzattı.
"Cüzdanın ve telefonun arabada kalmış, silahını da kaçırıldığın yerde bulmuştuk."
Uzattığı şeyleri alırken elim titremişti. "Çatışmaya mı gireceğiz? Nereye gittiğimizi neden söylemiyorsunuz?"
Savaş aynadan bana doğru kısa bir bakış attıktan sonra tekrar yola odaklandı. "Bara gidiyoruz."
Gözlerimi pörtletip kafamı iki koltuk arasına yasladım ve Savaş'a baktım. "Ne?"
"Başta ihtimal vermemiştim. Sık alkol tüketen birisi değildir. Sen de biliyorsun, en son Ahu geri döndüğünde içmişti."
"Geri zekâlı, yemin ederim malın önde gideni... Ne işi var orada? Geberteceğim onu. İnsan bir telefonuna bakar. Aptal."
Didem başını Savaş'a çevirdi. "Yedi saniyede üç hakaret edip bir de araya tehdit sıkıştırdı. Bu kesin öldürür Ateş'i."
"Haksız mı Didem? Bir haber vermek bu kadar zor mu? Dangalak herif."
"Ne desin adam size? 'Ben bara gidiyorum, haberiniz olsun. Beni rahatsız etmeyin.' mi desin?"
"Bana Ateş'i mi savunuyorsun?" dedim sesimdeki siniri engelleyemeyerek. "Seni de gebertirim Didem."
Ağzına görünmez bir fermuar çekti. "Sustum, ama haklı yani. Şu halinize bakın, ben de haber vermezdim size."
"Didem!" dedik Savaş'la aynı anda.
Didem başını cama çevirdi. "Aman iyi be, bu sefer cidden sustum."
Yolun geri kalanında gerçekten hiç konuşmadı. Savaş, daha önce hiç görmediğim bir mekânın önünde arabayı durdurdu.
Didem inmek için hareketlenince Savaş onu kolundan tutarak durdurdu. "Sadece Pelin gitsin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EKİP
ActionBir elin beş parmağı... Biri olmasa hepsi eksik, hepsi yarım. Ama eğer bir aradalarsa sırtlanabilirler yükünü tüm dünyanın. Onlar kanlı bir çemberin içinde sürdüyorlar hayatlarını. Etrafta ceset kokusu var, bir de acıyla örülmüş duvarlar... Sıkışıyo...