Oltayı atmak ve balığı beklemek.
Şu an işimiz bu kadar kolay görünüyordu ama buraya gelene dek aştığımız okyanusu bir tek biz biliyorduk.
Katile hata yaptırabilmek için aldığım riskin sonuçlarını kabul etmek zorundaydım. Benim sorumluluğumdaydı olanlar. Daha fazla hata gözüyle bakarsam ilerleyemeyecektim. Elimden gelenin fazlasını ortaya koymaya çalışıyordum. Ulaşabildiğim her yere ulaşmış, faydası dokunabilecek her yardımı istemiştim.
Can Günay'la yaptığım birkaç dakikalık görüşme kilitlerin belki de en önemlisinin açılmasına neden olmuştu ve şimdi onun söylediği hamleyi yapmanın sırasıydı.
Operasyon saatlerce konuşulup planlanmış, şu anda bulunduğumuz çevrenin krokisi bile incelenmiş, olabilecek her ihtimal değerlendirilmiş ve her çıkış tutulmuştu.
Ersel az önce telefon kulübesini kullanmış, peşinde olduğumuz katili aramış ve polislerin delil yetersizliğinden onu serbest bıraktığını söylemişti. Korkar bir sesle değil, alay eder bir sesle konuşmuştu çünkü bu planda bizimle aynı taraftaydı.
Onu, oğlu saydığı Şahin'in kendini öldüreceğine öyle bir inandırmıştım ki ölmesindense ikisinin de kalan hayatlarını parmaklıkların ardında geçirmelerine razı olmuştu.
Gerçekten değer veriyor, onu canından çok seviyordu fakat bu sevgi, olabilecek en hastalıklı sevgiydi belki de. Bilmediğimiz detayları bugün öğrenecektik. Şimdiye kadar çizilen hikâye, Şahin'in dokuz yıl önce kaçırılan ilk çocuk olduğu ve henüz açığa çıkmamış bir sebepten dolayı Ersel'in onu öldürmek yerine eğitmesiyle başlıyordu. Bu şehirdeydi her şeyin başlangıcı ve yine her şey bu şehirde bitecekti onlar için.
Ersel tedirgin değildi boş çocuk parkındaki bankta otururken. Üzerine yerleştirdiğimiz bir mikrofon vardı. Telefon kulübesinde yaptığı konuşmayı uzaktan dinlemiştik bu sayede. Onun yanına gitmemiştik ama en ufak bir ters hareketinde onlarca namlunun kendisine çevrileceğini biliyordu.
Kaçış yoktu, bunu kabullenmişti. Mahvolmuş görünüyordu çünkü Şahin'in intihar ihtimalini düşünmek bile onu en dibe doğru yollamaya yetmişti. Bir an önce buraya gelmesini ve oğlunu yaşarken görmeyi istiyordu.
Buradan kiraladığımız bir arabanın içindeydik Ateş ve ben. Savaş ve Didem, çocuk parkına bakan kafede oturuyordu. Didem'in bir eli belindeki silahın üzerinde, diğer eli poğaçasındaydı. Görevde olmamız bir şeyler yemesine engel değildi. Tetikteydi ama ağzı boş durmuyordu. Savaş da durumun saçmalığına gülmemek için kıpkırmızı olmuştu son birkaç dakikadır.
Selim'le Çağlar, bir kıraathanenin önündeki taburelere oturmuş tavla atıyorlardı. Aramızda parka en yakın olan kişiler onlardı. Aytaç, Çağlar'ın çok hızlı koştuğunu söylemişti. Selim'in de en kritik yerlerde bile dikkat dağıtabilmek gibi bir özelliği vardı ve gerekirse bunu kullanması için onu vermiştim Çağlar'ın yanına.
Aytaç simitçi tezgâhının arkasındaydı. Yaptığı rolden keyif aldığı çok belliydi. Bana hep böyle bir gizli göreve çıkmak istediğini söylemişti. Bu durumdan oldukça memnun görünüyordu.
Güliz de bir kız grubunun içinde, çimenlerde oturmuş muhabbet ediyordu. Tüm o grup polislerden oluşuyordu.
Arkalarında ondan fazla ceset bırakmış bu ikili için hepimiz göreve hazırdık. Herkes bu operasyonun belki de çıktığı en önemli operasyon olduğunun bilincindeydi ve başarısızlık bir seçenek değildi. Onlara böyle söylemiştim.
Ateş elimi tutup dudaklarına götürdüğünde parmaklarımın üzerine uzun bir öpücük bıraktı. Gerginliğimi biliyordu, yaşananların beni ne kadar yıprattığının en çok o farkındaydı ve fırsat bulabildiği her saniye bana destek olmaya çalışıyordu. "O herif gelecek mi?" diye sordu bunu bilebilirmişim gibi. Ne söylersem söyleyeyim bana inanacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EKİP
ActionBir elin beş parmağı... Biri olmasa hepsi eksik, hepsi yarım. Ama eğer bir aradalarsa sırtlanabilirler yükünü tüm dünyanın. Onlar kanlı bir çemberin içinde sürdüyorlar hayatlarını. Etrafta ceset kokusu var, bir de acıyla örülmüş duvarlar... Sıkışıyo...