Bölüm şarkısı:
*Emre Aydın~Bitti TebriklerÇok özlem, çok hasret ve sabırla beklediğiniz için çokça minnet... Sizi seviyorum ve gerçekten ama gerçekten derin bir nefes almanızı istiyorum.
Buyurun, kavuşma zamanı.
×××
Çetin'den:
Vurulan ben değildim. Neden hep ölen ben oldum?
Yoruldum demek istiyorum. Yoruldum. Yaka silkmek istiyorum, bazen boş vermek, bazen sadece durmak. Neden dünya dönüyorken ben sadece izleyebiliyorum?
Bu fırsatı yakalayabilirim sandım. Hatta gerçekten durduğumu düşündüm, gerçekten dinleneceğimi düşündüm ama hiç beklemediğim bir anda eski bir dostumu karşımda buldum. Ya da düşmanım, benim en büyük düşmanım... Kendisine en çok borcum bulunan kişi. Ne yaparsam yapayım ondan aldıklarımı geri veremeyeceğimi biliyorum.
Çünkü ben bir mumu etrafa ışık versin diye kullanmak yerine etrafı yakıp kül etsin diye kullandım.
Her iki şartta da yanacaktı. Birinde kendi tükenecek, birinde ise çevresindeki dumanların etkisiyle tükendiği görülmeyecek ve siyah isin orta yerinde yok olacaktı.
İlk çektiğim tetik, ilk çaktığım kibritti aynı zamanda. Çocukluğumun ucunu tutuşturdu. Baktım ki yanmaya başlamışım, bir başıma olmaz dedim. Dumanların arasında kaybolmayı seçtim. Çıkarttığım yangını harlıyorum her geçen gün, bunu yapmayı bıraktığım anda ne kadar tükendiğim görünür diye.
Koca koca yangınları bir kibrit başlatır, demişti annem bir keresinde. Gerçekten çok küçüktüm, onunla ilgili hatırladığım en eski anı olabilir belki de. Onun sesini unuttum ama bu cümle zihnimin içinde her döndüğünde tatlı bir esinti sarıyor göğsümü. Çetin'in çocuk tarafının çok derinlerde de olsa bir yerde var olduğuna inanma sebebim. Hatta belki, gözümü tavana diktiğimde orada gördüğüm çocuğun son nefesi.
Bugün karşıma çocukluğum geçti ve ben anladım ki, en büyük hırsızlık insanın kendine yaptığıymış. Kendimden çaldığım bir hayat var ve şimdi bir başka hayatı, bana benzeyen o çocuğa vermem gerekiyor. En azından bu kadarını başarabilmeliyim.
Dışarıda işim olmadığından dolayı evimdeydim. Normal şartlarda uyanık olduğum saatlerden çok daha geç uyanmıştım bu sabah. Aslında, bana kalsa daha da uyurdum ama biricik ablam odama girip kafama ayağındaki pandufu fırlatmıştı. Bunu neden yaptığını sorduğumda uykulu gözlerime bakıp canının öyle istediğini dile getirmişti omuz silkerek.
Sonrasında beni bir koltuğa oturtmuş, dizlerimi yastığı olarak kullanmış ve yaklaşık iki saat kadar benim hiç izlemediğim ama onun hayranı olduğu bir diziyi izlemiştik beraber. Bana her karakteri tanıtmış, hepsinin dedikodusunu yapmıştı tek tek. Hatırlamıyorum pek, dinlemedim çünkü. Kalkıp gidebilirdim fakat yine de onun için izliyormuş gibi yaptım.
İçinde Firdevs Yöreoğlu olmayan diziden ne bekleyebilirdim ki?
Nazlı dizi izlemekten de sıkılınca odasına gitmişti uykusu geldiğini söyleyerek. Beni kaldırmış, çıkarları için kullanmış ve kendi uyuklamaya gitmişti yüzsüz yüzsüz.
"Oğuz!" diye bağırdım evin içinden ama o dışarıdaydı. Ayağa kalkmaya üşendiğim için boğazımı patlatıyordum. "Ulan Oğuz, ulan Oğuz!"
Evin kapısı anahtarla açılınca koşar adımlarla geldi yanıma. "Buyur abi?" dedi tam karşımda durduğunda. Üzerindeki gömlek kırış kırış olmuştu. Yalnız yaşadığını, buradaki hayatı dışında bir hayatı olmadığını biliyordum. Bildiği tek şey benim için çalışmaktı fakat bunu zorunda olduğu için değil, sevdiği için yapıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EKİP
ActionBir elin beş parmağı... Biri olmasa hepsi eksik, hepsi yarım. Ama eğer bir aradalarsa sırtlanabilirler yükünü tüm dünyanın. Onlar kanlı bir çemberin içinde sürdüyorlar hayatlarını. Etrafta ceset kokusu var, bir de acıyla örülmüş duvarlar... Sıkışıyo...