Savaş'tan
"Nereye gidiyoruz?"
Dakikalardır sesini çıkarmayan Didem, daha fazla dayanamayıp iyice yolcu koltuğuna sinmişti. Sanki birazdan uyuyacak gibi duruyordu. Meraklı bakan ela gözlerinden yorgunluk akıyordu.
Yorulmuştuk. Hepimiz öyle çok yorulmuştuk ki, en çok kimin yorulduğunu bile bilmiyordum.
Birinin acısı, hepimizin acısı oluyordu. Birimiz darbe yediğinde hepimiz yemiş oluyorduk. Birimiz uçurumdan düşse hiç düşünmeden hepimiz arkasından atlıyorduk.
"Savaş, iyi misin sen? Daldın gittin."
"İyiyim." dedim. Ben hep iyiydim. Herkes kötü olsa bile ben iyi olmak zorundaydım.
Arabanın içindeki hava yetersiz gelmişti. Camı açtım. Daha sonra Didem'e kısa bir bakış attım. Acaba üşür müydü?
Camı kapattım.
Ne düşündüğümü anlamış olmalıydı. Hafifçe gülümsedi ve kendi camını açtı. Rüzgar simsiyah saçlarını dalgalandırırken ona bakıp iç geçirdim.
Fakat o bana bakmıyordu, saçlarını düzeltmeye çalışıp duruyordu. Önüne gelen tutamları omzunun üzerinden geriye atsa da rüzgar yeniden dağıtıyordu. Yüz ifadesini buruşturdu ve öfkeyle tekrar saçlarını geriye attı. Yine önüne geldiler. Tekrar geriye attı ve yine aynısı oldu. Şu an resmen rüzgarla inatlaşıyordu.
Her şeye rağmen camı kapatmıyordu. Bu beni daha çok gülümsetti.
Işığın yeşile döndüğünü arkadan gelen korna sesiyle fark ettim. Didem'in yan koltukta oturuyor olması bazen benim için hiç iyi olmuyordu. Ona bakarken bu boğucu trafiği bile unutuyordum.
"Oha, adam hayvan gibi korna çaldı ama küfür etmedin. İyi değilsin sen."
"Adam haklı, yeşil yanmıştı."
Bu bahaneye inanmamış olmalıydı. Vitesin üzerindeki elimin üzerine elini koyup dokunduğu yeri okşadı. "Neyin var senin? Neden paylaşmıyorsun benimle?"
'Neyim yok ki?' diyemedim. Kardeşim gözümün önünde kendini mahvediyor diyemedim. Pelin'in durumu zaten içimi yakıyor diyemedim. Sen de kötüsün ama bana anlatmıyorsun diyemedim.
Ateş sürekli bana kızardı. 'Herkesin derdini yüklenemezsin.' derdi. 'Sen de çökersin bir yerde. Kendine zarar veriyorsun, yapma. Sadece biraz kendini düşün.'
Ama bu yapıma aykırıydı. Ben ancak sevdiklerim iyi olduğu zaman gerçekten iyi olabiliyordum. Onların kendi kendilerine iyileşmelerini beklemek bana göre olmadığından her zaman omuzlarındaki yükü almaya çalışırdım.
Sanırım artık yapamıyordum. Özellikle dünden beri Selim aklımdan çıkmıyordu. Geri dönüyordu, burnumuzun dibinden ayrılmayacaktı ve biliyordum. O adam yine üzecekti Didem'i.
İşte bundan deli gibi korkuyordum. Eğer Didem'i üzerse Selim'e yapabileceklerimden de korkuyordum.
"Beni korkutuyorsun." dedi Didem gözlerini benden ayırmadan.
"Ben de korkuyorum." diye bir itirafta bulundum.
"Neden ki?"
"Didem, şu an babamın yanına gidiyoruz."
"Ne?" dedi Didem, artık beni rahatsız etmeyen yüksek ses tonuyla. Onun her haline alışmıştım.
"Babam aradı beni. Bir zımbırtıyı imzalamam gerekiyormuş. Şirkete gidiyoruz."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EKİP
ActionBir elin beş parmağı... Biri olmasa hepsi eksik, hepsi yarım. Ama eğer bir aradalarsa sırtlanabilirler yükünü tüm dünyanın. Onlar kanlı bir çemberin içinde sürdüyorlar hayatlarını. Etrafta ceset kokusu var, bir de acıyla örülmüş duvarlar... Sıkışıyo...