Bir, iki, üç... Seksen bir, seksen iki, seksen üç.
Nabzına sardığım parmaklarım yanık izinin üzerinde duruyordu ve bu bekleyiş sürerken içimden devamlı olarak sayıyordum.
Uçaktan indiğimiz gibi elimden tutup beni hastaneye sürüklemişti. Daha doğrusu, bizi sürüklemişlerdi. Didem ve ben sudan çıkmış balıklar gibiydik ama Savaş ve Ateş, bunun planını çoktan yapmışlardı. İki arada bir derede İstanbul'a döneceğimiz güne hatta saate randevu sıkıştırmışlardı biz daha Antalya'dayken. Selim de onların yardakçısı olarak koridorda heyecanlı bir bekleyiş içindeydi.
Didem'le doktorlarımız aynı değildi ama aynı hastanede oluyorduk kontrollerimizi. Bu yüzden de aynı koridorun farklı odalarındaydık. Bir sedyeye oturuyordum, Ateş'in nabzını parmaklarımın arasında tutuyor ve sayıyordum çünkü sakinleşmeye ihtiyacım vardı. Heyecanını bana da bulaştırmıştı. Kalbim yerinden çıkacak gibiydi.
Birkaç dakika sonra bebeğimizin cinsiyetini öğrenecektik.
Ateş üç saniye daha sabredemeyecek gibiydi. Bu zaten beni yol yorgunu halimi umursamadan ultrasona getirmesinden de anlaşılıyordu ama heyecanı tarif edebileceğimin çok ötesindeydi. Sürekli kol saatine bakıyor, zamanın gelmesini bekliyordu. Odada ikimiz yalnızdık. Arada bir sanki birazdan ameliyata girecekmişim gibi saçlarımı öpüyor, dudaklarını alnıma bastırıyor ve geri çekiliyordu. Bileğini tutuyor olmasam düz duvara tırmanabilirdi, buna şaşırmazdım.
"İyisin değil mi?" diye sordu belki onuncu kez. Başımı aşağı yukarı bezgin bezgin sallayarak bir kez daha bu soruyu sormamasını dile getiriyordum aslında. Mesela ben ona iyi misin diye sormuyordum çünkü bayılabilirdi. Hiç güven vermediği dakikalardaydık.
Odaya yirmili yaşlarında görünen bir kadın girdi fakat beklediğimiz kişi değildi. "Pelin Hanım'dı, değil mi?" İsmimi teyit ettikten sonra bir bana bir de Ateş'e baktı. Kapının önünde dikilmeye devam ederken yeniden bana kenetledi gözlerini. "Uzanıp karnınızı açabilirsiniz. Arzu Hanım birazdan gelecek."
Sanki doğuruyormuş gibi dudaklarımın arasından üflemeyle karışık bir nefes bıraktım ve ayakkabılarımı çıkarmak için eğilmeye çalıştım. Ateş, avucunu bacağıma bastırarak beni durdurduğunda dizini kırarak oturduğum sedyenin önünde eğildi ve bir çırpıda ayakkabılarımı çıkarıp yeniden ayağa kalktı.
Kalbinin sesini duyabiliyordum. Bunun kulağa mümkün gelmediğini bilsem de kalbi, kalbimin üzerinde atıyor gibiydi. Hızını arttırdığını, göğüs kafesini parçalamak üzere olduğunu biliyordum.
Ona küçük bir tebessüm edip sedyeye uzandığımda gömleğimi pantolonumun içinden çıkardım ve düğmeleri alttan açmaya başladım. Göğsüme kadar geldiğimde durdum. Şiş karnım yeterince açığa çıkmıştı.
Kadın aslında dışarı çıkmak üzereydi fakat her ne fark ettiyse bu onu durdurdu ve bana doğru yaklaşmaya başladı. Gözlerindeki ifade saniye saniye değişti. Kara gözlerini bir kez daha gözlerime diktiğinde soru sorar gibiydi bakışları. Anlam veremediğim için sustum ve bakışlarından rahatsız olduğumdan kafamı başka bir yöne çevirdim.
"Beyefendi." dediğinde az önceki tatlı tınının aksine sesinde bir sertlik vardı. "Dışarı çıkmanızı rica edeceğim."
"Anlamadım." Ateş'in gözleri irice açılmış, beni burada bırakıp gitme fikrinden hiç hoşlanmamıştı. "Neden?"
"Beyefendi." dedi kadın, kontrolü elinde zor tuttuğu belli olan bir sesle. "Pelin Hanım'la baş başa konuşmam gereken bir şey var. Lütfen size tekrar seslenene kadar dışarıda bekler misiniz?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EKİP
ActionBir elin beş parmağı... Biri olmasa hepsi eksik, hepsi yarım. Ama eğer bir aradalarsa sırtlanabilirler yükünü tüm dünyanın. Onlar kanlı bir çemberin içinde sürdüyorlar hayatlarını. Etrafta ceset kokusu var, bir de acıyla örülmüş duvarlar... Sıkışıyo...