"Marki.. Arrendt?!"
"Bayan (lady) Celine."
Beceriksizce gülümsedim. "Hanımefendi (lady) değil, asil bir kadın değilim."
"Marian'ın butiği tarafından yapılmış bir elbiseye sahip, asil olmayan bir bayan mı?" Arrendt ilgi çekici bir tonda sordu.
Yüzümü hafifçe sertleştirdim. "Nereden bildiniz?"
"Oradan çıktığınızı gördüm. Sizi kırdıysam özür dilerim."
"Hayır. Butiğe sadece tanıdığım biri yüzünden girdim."
Arrendt kibarca gülümsedi. "O zaman size 'Bayan' Celine diyeceğim. Size katılabilir miyim?"
"...."
Dürüst olmak gerekirse, ona gitmesini söylemek istiyordum. Ancak şu an asil bir kadın olmadığımı söylediğim için unvanı marki olan bir adamdan gitmesini istemek imkansızdı benim için.
"Pekala...tamam."
Arrendt daha sonra hayal kırıklığımdan memnunmuş gibi oturdu.
Ne garip bir adam.
Asil kızlar masamın yanından geçerken ona bakarak kızarıyorlardı. Ah, sadece oturarak bile göze çarpıyordu.
"Bana ayıra bileceğin zamanın var mı?"
"Evet, sadece biraz."
Arrendt gülümsedi sonra devam etti.
"Bayan Celine, başkentte resmi bir büyücü olarak mı çalışıyorsunuz?"
"Hayır."
"Aha. O zaman sana bir teklifte bulunmak istiyorum."
Beklediğim gibi, Arrendt büyülü yeteneğimle ilgileniyor olmalıydı. Aslında, orijinal hikayenin akışıyla aynı olduğu için şaşırtıcı değildi.
"Siz izci misiniz?"
"Benzer. Birçok yetenekli büyücüye sponsor olduğum için Bayan Celine ile çok ilgileniyorum."
Bunu söyleyen Arrendt o kadar parlak bir şekilde gülümsedi ki, o anda çevrenin aydınlandığı yanılsamasını bile yaşadım.
"Teklifiniz için teşekkür ederim, ama bir büyücü olarak çalışmaya niyetim yok."
"İstediğiniz belirli bir koşul varsa, yerine getiririm-"
"Bu olmayacak."
Aniden, alçak bir ses konuşmayı kesintiye uğrattı. Şaşkınlıktan gözlerim sonuna kadar açıldı. Nasıl burada olabilirdi?
Abel soğuk bir gülümsemeyle orada duruyordu. (Geldi gönlümün efendisi <3)
Arrendt şaşkın bir şekilde kaşını kaldırdı. "Abel.. Heilon'un Dükü olmalısın. Başkente geleceğini bilmiyordum."
Abel rahat bir yüzle boynunun arkasını ovuşturdu. "Bu marki Arrendt Clovis mi?"
Arrendt gülümsedi ve Abel'in dudaklarında da arsız gülümsemesi vardı. İki adam bir an için elektrikli bir şekilde birbirlerine baktılar. Kelimenin tam anlamıyla görünmez bir kavgaydı.
"Dük, burada neler oluyor?"
Hatırladığım kadarıyla, Abel ve Sigren'in başkente gelmesine hala biraz zaman vardı. Ejderhayı çoktan yakalamasının imkanı yoktu.
"Sana ejderhayı göstermek istiyordum. Daha görmedin, değil mi?"
Neden bunu "hey tavuk aldım, o yüzden hadi birlikte yiyelim" gibi söyledi? Ayrıca, bana bu kadar büyük bir şeyi nasıl gösterecekti? Benimle dalga mı geçiyordu?
"Zaten mi? Hayır.. onu nasıl yakaladın?"
"Bu Sigren.. Sigren yakaladı.. Gerçekten öleceğini düşünmüştüm çünkü çok aceleci davrandı.
Abel daha sonra tekrar Arrendt'e baktı. "Ama Marki'yle aranda neler olduğunu bilmiyorum."
"Bayan Celine ve ben çok önemli bir şeyden bahsediyorduk."
Abel, görünmez bir şekilde "Celine?" sorusu ifadesiyle bir an bana baktı.
Ona bakarak, sözlerime uymasını ve devam ettirmesini istedim.
Abel sessizce başını salladı.
"Bu mu? Ama o önemli konunun daha sonraya ertelenmesi lazım."
"Ne yazık ki, bu zor olurdu." Arrendt nazikçe cevap verdi.
Abel ona sinirli bir bakışla baktı.
"Hala Bayan Celine'e söyleyecek bir şeyim var." Arrendt onu umursamadı. Başka bir deyişle, "yani buradan gitmelisin" demek istedi.
"Bu önemli konuşmayı şimdi durdurmamız gerektiğini söylüyorum."
"Dükle değil, Bayan Celine ile konuşuyordum." Bu sefer "buna karışmaya ne hakkın var?" demek istiyor gibiydi.
Abel, Arrendt'in gizli anlamını anlamış gibi kaşlarını çattı.
"Affedersiniz, Bayan Celine ile dük arasındaki ilişkinin ne olduğunu sorabilir miyim?"
Eh, eski patron ve alt ilişkisiydi. Ancak ben böyle cevap verirsem Abel geri itilirdi. Ayrıca konuşmalarına müdahale etmenin gerekli olduğunu düşünmüyordum. Dahası, 'sakıncası yoksa, lütfen gider misin?' deseydim. Abel'in gururu incinirdi. Yapmaya değmezdi.
Abel'e bakarak, "Bu adam-"
Abel bana baktı ve sırıttı.
"O benim kızım."
Ne?
"O zaman bize karışmayı bırak ve git, Marki Clovis."
Abel'in cevabı beni şok etti. Ancak Arrendt tepkimin biraz garip olduğunu fark etmiş gibiydi.
"Dük'ün bir kızı mı var?"
"O benim evlatlık kızım. Az önce oldu."
"Ama görünüşe göre Bayan Celine bunu daha önce hiç duymamış."
"O da yeni öğrendi."
Bu nasıl bir saçmalık?
Benim tepkim ne olursa olsun, Abel, Arrendt'e kibirli bir sırıtışla ve Arrendt'a tepeden bakarak cevap verdi. "Bu yüzden umarım çabucak gidersin ve baba-kız zamanımızı rahatsız etmezsin, Marki Clovis."
Bu iki adamın arasında durduğum için insanların bakışları bu tarafa çevriliyordu.
Arrendt, artık tartışmanın onun için bir faydası olmadığına karar vermiş gibiydi. Sessizce koltuğundan kalktı ve bakışları ayrılmadan önce bir an bana ve Abel'e kaydı.
"Dük Heilon, neden başkente geri döndün?"
Soruyu görmezden geleceğini düşündüğüm Abel, beklenmedik bir şekilde şiddetle gülümsedi ve "Kışı bitirmek için buradayım" diye yanıtladı.
***
ŞİMDİ OKUDUĞUN
I Become The Wife of The Male Lead
FantasyBu dünyanın kurtarıcısının elindeki korkunç ölümünden sonra ruhu sonsuz acıya mahkum edilen, son kötü adam "Fiona"nın bedenine sahiptim. Sırf gayri meşru bir çocuk olduğu için kendi ailesi tarafından işkenceye maruz kalmıştı. Böylece... romanın başl...