Selamlar Mahşerin Atlıları! Sizlere uzun ve edebiyat dolu bir bölümle geldim. Onur'un içindeki naif insanı tanımak bilmek görmek istiyordunuz. Ben bu bölüm size Onur Zorlu'nun kalbini göstereceğim! Karantina'nın artan bir okuyucu kitlesi var, ve büyük bir aile olmak üzereyiz. Büyüdükçe güzel şeyler yapabiliriz, kitap ödüllü yarışmalar düzenleyebiliriz, hatta ve hatta Karantina ailesi olarak buluşmalar düzenleyebiliriz! Ama biraz daha büyüyelim istiyorum, sizden ricam okurken beğendiğiniz yerleri paylaşın, Karantina hakkında Onur hakkında tweet atın bir yerlere yazın ki gerçek bir aile olabilelim, ailemiz büyüsün :') Yorum yapmaktan oy kullanmaktan arkadaşlarınıza önermekten çekinmeyin! Karantina'nın başarısı tamamen size bağlı! Çok uzatmayacağım, sizleri seviyorum ve bölümle başbaşa bırakıyorumm^^ -Beyza Alkoç.
Bölüm Şarkısı : Son Feci Bisiklet - Elektrot
16.Bölüm : Ay Benim, Gece Senin.
*Juliet Romeo'nundur...*
Dördümüz birlikte konferans salonuna girdiğimizde aklım biraz önceki olayla meşguldü. Ben batıl inançları olan bir anneyle büyüdüm. Annem küçüklüğümden beri her rüyamı anlattırarak gördüğüm her bir ögeyi tabir ede ede büyüttü beni. Bak derdi, rüyanda bir masa görmüşsün ve bu bolluk bereket demektir bebeğim. Her zaman saçma bulsam da içten içe içimde bir yerlerde inandığım da oldu. Çünkü batıl inançlarının güçlü olması yanında altıncı hissi kuvvetli genlere sahip bir aileden de geliyorum. Annemin, teyzelerimin, anneannemin ve hatta benim de sağlık problemlerini, kayıpları önceden rüyalarımızda görüp hissetmişliğimiz var. Biliyorum, mantıklı bir açıklaması yok. Ama yine de, insan böyle bir ailede büyüyünce rüyalara inanıveriyor işte... Mert birden öyle bakınca, rüyasında öldüğümü gördüğünü söyleyince ve aynı zamanda altıncı hissi kuvvetli bir insan olunca ister istemez korktum. Belki korkum yersiz ve hatta saçma. Ama yine de, korktum. Bir süreliğine de olsa bu korkuyu üzerimden atmaya kararlıyım.
Başımı dikleştirdim ve konferans salonuna baktım. Elektriklerimizin olmayışı bizi yıldırıyor değildi belli ki. Konferans salonunun karanlığı sahneye dizilmiş turuncu mumlarla engellenmeye çalışılmıştı. Bu durum karanlığı engelleyemese de ortaya güzel bir romantizm zemini hazırlamıştı. Herkes sessizce yerlerinde otururken edebiyat hocamız olduğunu tahmin ettiğim bir adam elinde kağıtlarla sahnedeki masada oturuyordu.
''Abi, nereye geçelim? Dört kişilik yer göremedim.'' Burak telaşla konferans salonunu inceledikten sonra bana döndü, ''Zeynep sen şu kızların yanına geç biz de hemen arkanda otururuz.'' Başımı oraya çevirdiğimde Onur anında cevapladı,
''Hayır,'' dedi sert bir sesle, ''tek başına kalmayacak.''
''Burak, sen gel biz seninle şu ikili koltuğa oturalım. Onun iki koltuk sonrasına da Onur ve Zeynep otursun.'' Başımı oraya çevirdim. Benden malmışım gibi bahsediliyor olması umrumda değildi. Şu iş bitene kadar kendimi onlara bırakmıştım. En azından korunuyor olduğumu hissediyordum. Sınırlarım aşılmadığı sürece bu durumda bir problem görmeyecektim. Birlikte dördüncü sıranın koltuklarına yöneldik. Onur belki de hayatında ilk defa bir odun gibi davranmayarak geçmem için bana yol verince şaşırdım. Şaşkınlıkla birkaç saniye yüzüne baktıktan sonra karşılık alamayınca ilerledim ve boş iki koltuktan birine oturdum. Onur da yanıma yerleşirken edebiyat hocası çoktan konuşmaya başlamıştı.
''Sevgili gençler... Zor günler geçirdiğinizin farkındayım. Gelmek istemediğiniz, devamlı devamsızlık sınırının kaç gün olduğunu sorup durduğunuz okulunuzda karantina altındasınız. Elektrikler yok. Şarjlarınız bitmek üzere. Okulda bir hastalık salgını olma ihtimali oldukça yüksek. Ve bunların sizi yoğun bir psikolojik baskı altına soktuğunu görebiliyorum. O yüzden sizleri biraz olsun rahatlatabilmek için ruhlarınızı edebiyatla ve romantizmle tazelemek istedim. Bu gece sizleri buraya toplamamın sebebi buydu. Bu gece, burada bir yarışmamız olacak. Yarışmanın birincilerine Romeo ve Juliet ünvanını vereceğiz! Yarışmayla birlikte sizin ruhunuzdaki romantizm seviyesini ölçeceğiz. Beylerimizin arasındaki en büyük aşk adamını bulacağız, o okulumuzun Romeo'su olacak. Ve kızlarımız arasındaki en güzel aşk kadınını bulup onu ortaya çıkaracağız ve bir de Juliet'imiz olmuş olacak! Çok uzatmayacağım. Kısacası bu gece aramızda bir Romeo, bir Juliet var... onlar birbirini tanısa da tanımasa da. Sorularımız basit olacak. Yarışmaya herkes katılmak zorunda değil. Soruları sorduğumda elini kaldıranlardan cevap alacağım sadece. Diğerleri seyirci olarak kalabilir. Hazırsanız başlıyoruz.'' Herkes bıkkın seslerle hazır olduğunu mırıldanırken gözlerimi devirdim. Yarışmaya filan katılacak değildim. Onur'un da katılacağını sanmıyordum. Bu yarışma denen şey bana göre değildi, hele aşk kadını olmak... benden kadın bile olmazdı ki.
''İlk sorumuz geliyor... bir insana aşık olduğunuzu nasıl anlarsınız?'' Başımı salona çevirdim. Kimseden çıt çıkmıyordu, hiçbir kıpırdanma yoktu. Kimse elini bile kaldırmıyordu. Onur'un başını hafifçe bana çevirdiğini gördüm. Başımı ona çevirdiğimde durgun, sert bakışlı bir Onur Zorlu'yla karşılaştım.
''Hadi,'' diye fısıldadı, ''cevap ver Yürüyen Duygusallık.'' Gözlerimi devirdim.
''Senin gibi ruhsuz bir insanın yanında otururken cevap verip sana nasıl duygusal olunurmuş öğretmek isterdim ama havamda değilim Yürüyen Duvar.'' Hafifçe gözlerini kıstı dalga geçer gibi bakarken.
''Ben...'' dedi yavaş yavaş, ''ruhsuz muyum?'' Başımı salladım gözlerimi ela gözlerinden ayırmadan.
''Sen...'' dedim yavaş yavaş, ''ruhsuzsun.'' Kaşları havaya kalkınca konuşmaya devam ettim, ''bu salondaki herkesten bir Romeo çıkar. Ama senin gibi kalbi olmayan duyguları alınmış birinden bırak Romeo'yu figüran bile çıkmaz...''
Onur yüzüme uzun uzun baktı. Gözlerimi gözlerinden ayırmadığım süre boyunca gözlerini kırpmadı bile. Bakışları ağır ağır sertleşirken yutkundum. Her an kalkıp gidebilecek kadar tahammülsüz bakıyordu. Sonra tek kaşı havaya kalktı ve anlam veremediğim, şoka girdiğim bir şey oldu. Onur birdenbire elini kaldırdı! Havaya!
''Evet! Sonunda cesur bir arkadaşımız cevap vermeye karar verdi. Onur? Seni dinliyoruz, birine aşık olduğunu nasıl anlarsın?''
Ayağa kalkmadı. Bütün bakışlar ona dönerken başını sahneye çevirdi, dimdik, sert bir bakışla ve duygudan yoksun kusursuz ses tonuyla konuşmaya başladı tane tane. Şaşkınlıktan ölmek üzereydim.
''Birine aşık olduğumu anlamam.'' dedi tekdüze bir sesle. Kaşlarımı çattığımda salonda ölüm sessizliği oluştu, edebiyat hocasının boğazını temizlediğini duydum,
''Nasıl yani?'' Gözler Onur'un üzerindeyken o tereddütsüzce kıpırdamaksızın duruyordu.
''Birine aşık olduğumu anlamam... Aşık olmak anlaşılır bir durum değildir. Kimse kendi kendine durup da ben aşık oldum demez. Kimse aşık olduğunu fark edemez. Aşk gizli bir duygudur. İnsanı birden bire ele geçirir, saati umursamaz, tarihi umursamaz, mekanı umursamaz. Aşk birdenbire gelir, parmak uçlarından saç tellerine kadar bütün bedenine yerleşir. Bakışların değişir, sesin değişir, dokunuşların değişir. Hayatın değişir. Aşık insanın su içişi bile diğerlerinden farklıdır. Bardağı daha sıkı tutar artık, çünkü artık hayata bağlanması için, hayata sıkı sıkı tutunması için farklı bir sebebi vardır. Çünkü artık kalbi doludur. Çünkü artık su bardağının ellerinin arasından kayıp yere düşmesine, kırılıp paramparça olmasına izin veremez. Artık yemeğini yarıda bırakamaz, artık evden ayakkabılarının bağcıklarını bağlamadan çıkamaz. Artık her şeyi tam yapmak zorunda hisseder kendini. Bunları hisseder, çünkü onu motive eden bir duygu vardır. Onu sıcak tutan, üşümesine izin vermeyen bir duygu. Aşık olduğu insan onu elini dahi tutmadan ısıtıyordur. İçini ısıtıyordur... Buna rağmen, her şeye rağmen aşık olduğunu anlamaz. Bir insanın aşık olduğunu anlaması için tek yol birinin onu kolundan tutup 'sen aşık olmuşsun' demesidir. Ancak o an anlar. Durur böyle, birkaç saniye boş boş bakar. Ben harbiden aşık olmuşum der... Aşık olmak anlaşılmaz, aşık olmak fark edilir.''
Sessizlik.
Sessizlik.
Sessizlik.
Nefes alış seslerim. Gözlerimi kırpamayacak kadar donuk oluşumun verdiği tüyler ürpertici his. Hayatınıza bir sürü insan girer, hepsini tanımaya çalışırsınız, hepsine sıfatlar verirsiniz, hepsinin kişiliği hakkında yorum yaparsınız çoğu doğru çıkar ama bazıları doğru çıkmaz işte, çıkamıyor. Ben Onur'u tanıyalı sadece iki gün oldu. İki günümün her saatini onunla geçirdim evet, ve onu tanıdığımı sandım. Onu ruhsuz, duygusuz, aşktan sevgiden anlamayan bir duvar olarak gördüm. Bunları ona da söyledim. Şimdi bir duvarın konuşmasına şahit olmuş gibi şoktayım. Duvar konuştu. Duvar çok güzel konuştu... Duvar öyle güzel konuştu ki salondaki yüzlerce insan donakaldı. Ben de dahil, hepimiz donakaldık. Çünkü Onur Zorlu'nun içinden asla tahmin edilemeyecek kadar duygusal bir insan çıkıverdi.
Sessizliği bir alkış sesi böldü. Önce bir kişi, sonra iki, sonra üç, sonra onlarca, sonra yüzlerce... herkes, ben hariç herkes alkışlıyor. Ben ise şaşkınlıkla Onur'u izliyorum. O bana bakmasa da ben şok içinde onu izliyorum. Sonra ne olduğunu çok net hatırlamıyorum. Birkaç kişi söz aldı. Bir kızı alkışladıklarını hatırlıyorum. Onur'a da ismi Yeşim olan kıza da 10'ar puan verildiğini hatırlıyorum. Ama ne oldu ne bitti hatırlamıyorum. Aradan bir iki soru geçti, Onur elini kaldırmadı. Kimse 10 puan da alamadı. Sadece Doruk'un isminin yazıldığını gördüm, altına kalın bir kalemle 9 yazdılar. Şok içinde Onur'u izlemeye devam ettiğim sırada bir soruya Onur'un el kaldırdığını gördüm. Soruyu bile duyamamıştım. Dikkatimi edebiyat hocasına verdim.
''Evet Onur, aşık olduğun kız senden uzağa gidecek olsa, ne yaparsın?'' Gözlerimi anında Onur'a çevirdim. Aşık olduğu kızmış... O an içime bir korku düştü. Ya aşık olduğu bir kız varsa? Korku demeyelim... korkmam saçma olur... ama garip bir his geldi işte. Onur'un birine aşık olması beni mutlu eder mi? Etmez. Neden bilmiyorum. Ciddi anlamda ona karşı hiçbir hissim yok. Ama bu beni mutlu etmez... Aşık olması bu kadar imkansız görünen bir insanın aşık olması ve aşık olduğu kişinin bir başkası olması beni mutlu etmez. Kimseyi mutlu etmez. Bu kıskançlık değil, bu imrenmek...
Onur başını dikleştirdi ve bir asker edasıyla konuşmaya başladı,
''Aşık olduğum kız benden uzağa gidemez.'' dedi. Salon bir kez daha sessizliğe büründüğünde ve bütün başlar Onur'a çevrildiğinde nefesimi tuttum, ''bir kez aşık olursam, eğer bunu mümkün kılabilecek biri karşıma çıkarsa onu hiçbir şey benim yanımdan ayıramaz. Ben aşka değil, aitliğe inanıyorum. Bir kere benim olan sonsuza kadar benimdir. Bırakmam.''
Verdiği cevap bir bebeğin kundaklandığı battaniye gibi sarıyordu insanı, öyle güvende hissettiriyordu. Bırakılmamak... biri tarafından bırakılmayacağını bilmek... birinin seni bırakmayacağını bilmek... Ne yalan söyleyeyim, Onur kime aşık olacaksa o kızın yerinde olmayı çok isterdim. Onur Zorlu'nun yanından ayırmayacağı o kız olmayı çok isterdim. Mesele Onur değil. Mesele bırakılmamak...
''Evet, Yeşim, senden de cevabı alabiliriz.'' Yeşim denen kız elini kaldırıp söze girdiğinde gözlerimi devirdim. Juliet olmaya hevesliydi belli ki. Yeşim, senden de cevabı alabiliriz.'' Yeşim denen kız elini kaldırıp söze girdiğinde gözlerimi devirdim. Juliet olmaya hevesliydi belli ki.
''Ben de Onur gibi düşünüyorum,'' diye söze girdi, ''aşık olduğum adam benden uzağa gidemez. Onu asla bırakmam. Sanırım bu konuda Onur'la birbirimizi tamamlıyoruz.'' Sonorom bo konodo Onor'lo borboromozo tomomloyoroz. Ah, çocukluğuma döndüm! Eskiden kime gıcık olsam cümlelerini aynen bu şekilde içimden tekrarlardım ve rahatlardım. Şuan rahatladım ama garip de bir hırs geldi. İçimden bir ses 'Kızım Zeynep,' dedi, 'Juliet ünvanı da Onur da şu sarışına gidiyor!' Tam o an ne yaptığımın bilinçsizliğiyle elimi havada buldum. Tanrım! Ne yapıyordum böyle?
''Ah, yeni öğrencimiz! İsmini öğrenebilir miyim?'' Bütün bakışlar bana döndüğünde şuan salonda bana bakmayan tek insanın Onur olduğunu fark ettim. Yutkundum. Elimi ağır ağır indirip kekelemeye başladım,
''B-ben... Zeynep...'' Hiçbir zaman kalabalıklar içinde özgüvenli konuşan kızlardan olamadım. Ben başı öne eğik kekeleyenlerden oldum hep. Bu da benim sınavım demek ki.
''Hoş geldin Zeynep! Söyle bakalım. Aşık olduğun adam senden uzağa gitse... ne yaparsın?'' Yutkundum. Derin ve titrek bir nefes aldım. Aptal... neden elini kaldırdın ki!?
Sessizlik. Herkes bekliyor. Herkes. Tüm salon, Onur da dahil olmak üzere beni bekliyor. Susuşumu izliyorlar, benimle dalga geçiyorlar, herkes bana bakıyor. Hadi ama!
''Beklerim.'' İşte bu! Toparlayabilirsin! Bütün salon bana dikkat kesildiğinde edebiyat hocasının devam etmem için göz kırptığını gördüm. Bir an Onur'un bana bakışını yakaladığımda ani bir cesaretle dudaklarımı araladım,
''Kimseyi yanımda tutacak güce sahip olduğuma inanmıyorum. Aşık olduğum insanı ne kolundan yakalayıp yanımda tutabilirim, ne de benimle kalmaya ikna edebilirim. Çünkü ben bir insanın benim için benimle kalmak isteyeceğine inanmıyorum. Ama benim de elimden bir şey gelir. Diğer arkadaşlarımız gibi onu yanımdan ayırmam deme cesaretini gösteremem ama ben daha cesur bir harekette bulunabilirim. Ben beklerim, bir ay da beklerim, bir yıl da beklerim, bir ömür de beklerim. Benden ne kadar uzakta olduğu umrumda olmaz. Mesafeleri görmem bile. Bir gün yanımda olacağını biliyorsam kilometrelerin hiçbir önemi kalmaz... Hem güzel bir şarkı sözü bile var hayatımın en orta yerine koyabileceğim, şarkı diyor ki 'benden uzakta olsan da buralar senindir'. Aşık olduğum adam benden uzakta olsa da...'' dedim elimi kalbimin üzerine koyarak,
''Buralar hep onundur...''
Sessizlik. Bir. İki. Üç. Dört. Beş... Sessizlik. Çıt çıkmıyor. Ben korkuyla tepkilerini beklerken, ne düşündüklerini anlamaya çalışıyorum ama çıt çıkmıyor! Korkuyorum. Ya beğenmedilerse? Ya basit buldularsa? Ya ergence buldularsa? Onur hakkımda ne düşünüyor bilmek istiyorum. Başımı çevirdim, bana bakan yüzüyle karşılaştım. Ela gözlerinin tonu gözlerinden aşağı akmak üzere gibi. Sanki ela tonu yanaklarından aşağı süzülüverecek şimdi... Ama anlayamıyorum. Ne onun ne de diğerlerinin ne düşündüğünü anlayamıyorum. Tam o an bir şey oldu. Bir ses duydum. Bir el çırpma sesi. Başımı sahneye çevirdim ve şaşkınlıkla beni alkışlayan edebiyat hocasına baktım. Alkışlar iki oldu. Üç oldu. Beş oldu. Yedi oldu. Onlarca oldu. Yüzlerce oldu. Tüm salon beni alkışlar oldu... Tek bir kişi hariç. Yanımda oturan hariç, bir tek o hariç... Gözlerimin dolduğunu hissettim. İnsanlar cümlelerimi dinlemiş, insanlar cümlelerimi alkışlıyor... Bu öyle özel bir şey ki. Karmakarışık bir şeyler gördüm, adımın yazıldığını, altına 10 yazıldığını gördüm... 10. Ben 10 aldım! Adımın altında 10 yazıyor! Şuan sebepsiz yere öyle mutluyum ki dönüp Onur'u öpmek istiyorum. Hadi kızım, onlara Juliet'in kim olduğunu göster.
''Evet! Madem şarkılara değindin, şarkılarla ilgili sorumuzu soralım o zaman. Aşıksınız. Ama öyle böyle değil! Aşkınızdan ölüyorsunuz. Onsuz yaşamak istemiyorsunuz, geri kalan herkesi unuttunuz, hayatınızın kalanını sadece ve sadece onunla geçirmek istiyorsunuz! Çünkü doğru insanı buldunuz... yanında kendinizi iyi hissediyorsunuz, sıkılmıyorsunuz, ve işin ilginç yanı birbirinize ihtiyaç duyuyorsunuz. Ona dokunmaya, onu koklamaya, onunla olmaya ihtiyacınız var... Ve ona bir sürpriz yapmak istiyorsunuz. Odasına gizlice girme şansını yakaladınız. Aklınızda mükemmel bir fikir var! Duvara bir şarkı sözü yazacaksınız. Şarkı sözünü fosforlu bir halde yazacağınız için sadece karanlıkta görünecek. Aşık olduğunuz insan gece odasına girecek, ışığı kapatacak ve birden sizin yazınızla karşı karşıya alacak! Size soracağım soru bu arkadaşlar, o duvara hangi şarkı sözünü yazarsınız?''
İnsanlar birbirine bakmaya başladı. Bu soru ilgi çekici bir soruydu. Yeşim denen kızın elini kaldırdığını görünce sinirlerimin bozulduğunu hissettim. Kız Juliet olma sınırlarını zorluyordu. Ama ben sınır zorlamayacaktım. O kapılar bana kendiliğinden açılacaktı...
''Sanırım ben 'sevmeyeceksen ben gideyim' yazardım. Yazıya baktıkça sevmezse gideceğimi hatırlatmak isterdim ona.'' I-ıh. Kötü bir cevap. Ve reaksiyon da alamadı. O sırada tanımadığım esmer yeşil gözlü bir kızın elini kaldırdığını gördüm,
''Ben 'yine yazı bekleriz' yazardım. Çünkü ben şuan aşığm. Benimki bir yaz aşkıydı. Yaşandı ve bitti. Ama ben atlatamadım...'' Salondan üzülme homurdanmaları, teselliler geliyor. Kıza ben bile üzüldüm. Ama benim aklım kendimde ve Onur'da. Ne diyeceğim!? O bir şey diyecek mi? Ne diyecek?
''Evet Doruk, cevabını alalım.'' Doruk'un adını duyar duymaz başımı ona çevirdim. Garip bir şekilde gözleri üzerimdeydi. Bana bakıyordu... bana baka baka dudaklarını araladı.
''Ben duygusal bir insan değilim. Ama güzel severim. Mizahla karışık severim. Bu yüzden sanırım 'bakkala diye çıkıp sana gelesim var' yazardım.'' Salondan kahkaha ve ufak tefek alkış sesleri gelince gözlerimi anında Onur'a çevirdim. Cevap vermezse Romeo Doruk olacak! Cevap vermezsem Juliet Yeşim olacak! Buna izin veremem. O da izin veremez. Vermeyecek. Anında elimi kaldırdım.
''Zeynep?''
''Ben aşkın gündüzleri gece geceleri gündüz yapabilecek kadar güçlü olduğuna inanıyorum. Eğer ben aşık olduğum adama aşkımı ispatlayacaksam gecelerini gündüz gündüzlerini gece yapabilmeliyim. O yüzden duvarına 'sıkılırsan güneşten, gece oluruz erkenden' yazmak isterdim.''
Birinin ''hassiktir çok güzel!'' dediğini duydum bile. Özenme ve iltifat homurdanmaları geliyor, ufak tefek alkışlar, takdir eden yüzler... Yeşim'le puanım eşitlenecek. Ama eğer Onur bir şeyler yapmazsa Doruk onu geçecek. Romeo Doruk olacak! Yüzümü Onur'un yüzüne çevirdim. Hadi... hadi... Yüzü semsert, dimdik bakıyor. Ama ses yok, kıpırdanma yok...
''Bu durumda iki Juliet'imiz var, ve eğer bir değişiklik olmazsa Romeo'muz Do-'' derken birden kalkan bir elle kalbimin durduğunu hissettim! Onur elini kaldırıyor! Onur Zorlu'nun eli havada!
''Evet Onur! Aşık oldun diyelim... ne yazardın o duvara?''
''Sadece gece görülebilecek bir yazı yazacağımı düşünüyorum, buna göre ne yazabileceğimi gayet iyi biliyorum. Ben geceyi ikiye bölerim hep, insanlar cama balkona çıktıklarında izleyecekleri iki seçenek vardır. Ya geceyi yani karanlığı izleyeceklerdir, ya da ayı yani aydınlığı izleyeceklerdir. Gece denen şey ikiye ayrılır. Biri gecedir, evet. Ama diğeri aydır. Biri karanlıktır. Biri aydınlık. Bu yüzden madem aşık olmuşum, ben geceyi ikimize paylaştırmayı isterdim. Karanlığı sevmeyen birine aşık olabileceğimi sanmıyorum. Karanlık aydınlıktan çok daha güzel. Sırf o karanlığı sevsin diye aydınlığı almaya razı olurdum. Duvarına bir ay resmi çizerdim, sonra aklıma gelen ilk şarkı sözünü yazardım, 'ay benim... gece senin...' Sonra ışıkları kapatır çıkardım. Çünkü ay ancak karanlıkta görülebilir...''
Bir an başımın döndüğünü hissettim. Çünkü biraz önce bir insandan duyabileceğim en güzel cümleleri duvar diye tabir ettiğim Onur Zorlu'dan duydum. Yanımda oturuyor ya yanımda. İki gündür tanıyamadığım insanı tanıdım, duyamadığım cümleleri duydum şurada bir saatte. Ne güzel dedi... ay benim dedi, gece senin... Keşke gece benim olsa. Ama belli ki aşık olduğundan başkasına vermeyecek geceyi. Ben karanlığı bu kadar severken beni değil bir başkasını bırakacak karanlıkta. Hiçbir şey diyemem... hiçbir şey bekleyemem...
''Mükemmel! Tablomuza bir 10 daha gidiyor! Evet. Şimdiki puanlarımızı görüyorsunuz! Yeşim ve Zeynep Juliet'in iki adayı. Doruk ve Onur da Romeo'nun iki güçlü adayı! Şimdi izninizle ve alkışlarınızla onları final için sahneye almak istiyorum!''
Salonda alkışlar koparken oturduğum yerden kalktım. Onur'un önünden geçtim ve ağır ağır dikkatlice sahneye doğru ilerledim. Yeşim tam yanımdaydı. Doruk ve Onur da arkamızdan geliyorlardı. Sahneye çıktığımızda, dördümüz yanyana dizildiğimizde Onur ve Doruk'un arasındaydım. Şuan tam bir ölüm üçlüsüydük. Derin bir nefes aldığım sırada Doruk'un gülerek bana doğru eğildiğini gördüm.
''Juliet'im olmaya hazır mısın?'' Doruk'un sorusuyla birlikte şaşkınlıkla başımı kaldırdığım sırada, tam o an garip bir şey oldu. Ben daha verecek cevap bile düşünememişken diğer yanımdan kusursuz bir ses geldi, Onur'un sesi...
''Çok heveslenme,'' diye mırıldandı, ''Juliet Romeo'nundur.''
***Bölümün başında belirttiğim yazıyı bir kez daha ekliyorum buraya görmeyenler için, Karantina'nın artan bir okuyucu kitlesi var, ve büyük bir aile olmak üzereyiz. Büyüdükçe güzel şeyler yapabiliriz, kitap ödüllü yarışmalar düzenleyebiliriz, hatta ve hatta Karantina ailesi olarak buluşmalar düzenleyebiliriz! Ama biraz daha büyüyelim istiyorum, sizden ricam okurken beğendiğiniz yerleri paylaşın, Karantina hakkında Onur hakkında tweet atın bir yerlere yazın ki gerçek bir aile olabilelim, ailemiz büyüsün :') Yorum yapmaktan oy kullanmaktan arkadaşlarınıza önermekten çekinmeyin! Karantina'nın başarısı tamamen size bağlı!
NOT :
Bölüm Şarkısı (Onur'un kurduğu cümlenin geçtiği şarkı) : Son Feci Bisiklet - Elektrot.İletişim :
Twitter : https://www.twitter.com/beyzaalkoc
Instagram : https://www.instagram.com/beyzalkoc
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karantina Serisi
Teen Fiction''Birlikte belanın içine batabileceğimiz kadar battık. Ve şimdi, seni bırakmayacağım... Benimle misin?'' --- Zeynep, kendini yeni okuluna başladığı ilk gün bir felaketin ortasında buldu. Okulu, salgın bir hastalık nedeniyle karantina altına alındı...