15.Bölüm : Ölüme Yakın.

865K 41.3K 1.7K
                                    

Merhaba^^ Uzun bir ara verdik, uzun bir aradan sonra şimdi kaldığımız yerden devam ediyoruz. Onur'u, Zeynep'i, Burak'ı, Mert'i kısacası Mahşerin Dört Atlısı'nı özlediğinizi biliyorum. Bu zamana kadar yorum yapan, mesaj atan herkese tekrar tekrar teşekkürler. SINIR kitap olana kadar onunla meşguldüm şimdi SINIR kitap oldu, ve artık sizinim! SINIR'ı bütün internet sitelerinden ve D&R'lardan bulabilirsiniz, kitap satan her yere siparişini verip imza günümde benimle tanışabilirsiniz :') Çok fazla uzatmıyorum ve sizi bölümle başbaşa bırakıyorum. Uzun bir ara verdik diye bölüm size kısa gelebilir, ama bundan sonraki bölümler çok daha sık geleceği için bölüm uzunluklarını arttırmıyorum, yeni bölüm çok yakında! Belki yarın, belki yarından da yakın :') -Beyza Alkoç.


15.Bölüm : Ölüme Yakın.

*Sana mı daha yakınım yoksa ölüme mi?*

Saatlerce. Saatlerce Onur'u izledim. O yan sıramda oturmuş kıpırdamaksızın sadece nefes alıp vererek uyurken benim gözlerim bir an olsun onun üzerinden ayrılmadı. Kahverengi saçlarındaki hafif kızıl ışıltılar, kalın dudakları, yüzüne hüzünlü bir ifade veren kızıla dönük kahverengi kaşları, yeni traş olduğunu belli eden kaşlarıyla aynı renk sakalları... kusursuz bir tablo. Bir insana karşı ne hissedersem hissedeyim görünüşü hakkında asla yalan söylemem. Onur Zorlu'ya karşı ne hissettiğimi de bilmiyorum, ama gözlerimin gördüğü görüntü bana kusursuzluğu hatırlatıyor. Onur çok güzel... yüzü... elleri... nefes alışı... Güzel kelimesinin cinsiyeti yok. Güzel demek güzel demek, her şeyiyle, sesiyle, nefesiyle, kalbiyle. Kalbini henüz göremesem de geri kalan her şeyine dayanarak söylüyorum, Onur Zorlu çok güzel.

Tanıştığımızdan beri ilk defa onu uzun uzun izleyip düşünme fırsatı buldum. Yüzünü inceledim, ellerini, mimiklerini, nefesini... Onur'un üzüldüğü bir şeyler vardı. Yıllardır yüzünde bu üzgün ifadeyi taşıdığına öyle emindim ki. Sanki üzerinde 15 yıllık bir hüznü taşıyor gibiydi. Belki de daha fazlasını. Hayatını bir hüznün etrafına inşa etmiş gibi bakıyordu. Gözleri kapalıyken bile bana bakıyor gibiydi. Yüzünde gözleri kapalıyken bile hüzünlü bakar gibi bir eda vardı. Onur Zorlu uyurken bile hüzünlüydü, uyurken bile sinirliydi, kızgındı. Çünkü onun yediremediği bir şeyler vardı. Unutamadığı bir haksızlık vardı. Gözleri açıkken de kapalıyken de sanki bir görüntü aklından gitmiyordu. Silemiyordu o görüntüyü. Kurtulamıyordu. Kaşlarımı çatarak ona doğru eğildim. Kendimi o kadar çok kaptırmıştım ki yüzüne doğru yaklaştım, yaklaştım...

''Ne?'' diye fısıldadım cesaretle, ''seni üzen ne?'' Kıpırdamadı. Gözlerini açmadı. Nefes alışı değişmedi. Uyumaya devam etti. Ama benim içimde bir yerler hiç rahat değildi. Ruhunu rahatlatmak istiyordum sanki. Onu mutlu etmek bütün derdini tasasını silip süpürmek istiyordum. Bu arkadaşlık değildi, bu aşk değildi, bu bağlılık değildi. Bu benim içimdeki insanlığı, onun kalbinin etrafını saran tozları gösteriyordu.

Kendimi geri çektim. Yutkundum ve derin bir nefes aldım. Tam o sırada Onur'un nefesinin de derinleştiğini fark ettim. Derin bir nefes aldı ve ağır ağır gözlerini açtı. Ela gözleri çatılmış kaşlarıyla birleşince ortaya kafası karışık bir Onur Zorlu çıkmıştı. Gözleri gözlerimle buluştu, sıradan gözlerimi onun sıradışı gözlerinden kaçırmadım. Meydan okur gibi dimdik baktım gözlerine. O da benden farksızdı. Gözleri tereddütsüzce bana bakıyordu. Bir süre o şekilde kaldık. Gözleri gözlerimde, başka hiçbir yeri hiçbir yerimde değil ve bu bana haksızlığın dibini hissettiriyor. Başını kaldırdı, ağır ağır duruşunu dikleştirdi gözlerini üzerimden ayırmadan.

''Beni uyurken izlemek hoşuna gidiyor sanırım.'' diye mırıldandı, ''bu iki oldu, Külkedisi.'' Gözlerimi kıstım.

''İnsanları... bütün insanları izlemek hoşuma gider.'' Yutkundum. Onur'un tek kaşı havaya kalkarken sert bir sesle emretti,

''Öyleyse bir daha beni izleme. Herkese yapmaktan hoşlandığın şeyleri bana yapma. Ben herkes değilim.'' Sonra durdu, başını kaldırdı ve acımasızca ekledi, ''Ben senin hiç kimsen bile değilim.''

Haklıydı. O benim için ne herkesti ne hiç kimseydi. Ona verebileceğim bir sıfat yoktu. Çünkü o benim hayatımın içine dahil değildi bile. Öylesine vardı işte... figüran gibi. Bütün insanlığın başrolü olabilecek bir çocuk, benim hayatımın yan rolü bile değil. Belki de figüran olabileceği tek hayat benimki, ve benim hayatıma hoş geldi.

''Biliyorum.'' Rahatsız olarak başımı sola doğru çevirdim ve elimi boynuma götürdüm. Boynumu psikolojik ihtiyacımdan ötürü kaşıdığım sırada Onur'un bakışlarını üzerimde hissettim.

''Hiç uyumadın. Değil mi?'' Başımı salladım.

''Hiç.''

''Kendini öldürmeye çalışıyorsun. Görebiliyorum. Ama izin vermek gibi bir niyetim yok, Külkedisi.'' Anlık bir öfkeyle ona doğru döndüm, sesimi yükselttim.

''Doruk'un bana prenses demesiyle defalarca dalga geçtiniz. Kahkahalarla güldünüz. Şimdi Külkedisi diyen sensin. Prenses kelimesini komik kılıp Külkedisi kelimesini normal kılan ne?'' Onur gözlerime baktı, dudağının tek tarafı hafifçe belli belirsiz kıvrıldı.

''Konuyu değiştirme çabanı takdir ettim. Konu senin uyumuyor oluşun. Ve sana bu konuyla ilgili tek bir şey söyleyeceğim.''

''Evet.''

''Şuan bir grubumuz, dört kişi... Her grupta birinin sözü dinlenir ve emin ol Burak da Mert de sözü dinlenilecek kişi olarak parmaklarıyla beni gösterirlerdi. Yani grubun başı benim.''

Sinirle derin bir nefes aldım. Bana çete liderliği konuşması yapıyordu. Kendimi Arka Sıradakiler dizisindeki Oktay'ın sevgilisi Gamze gibi hissettim. Tek fark Onur Zorlu'yla bırakın sevgili olmayı arkadaş bile olmuyor oluşumuzdu. Başımı salladım sakinleşmeye çalışarak.

''Yani?''

''Yani emirleri ben veririm. Şimdi emir verilen taraf olma sırası sende...'' Kaşlarımı çattım. Bana emir mi verecekti?

''Zaten yaptığın her konuşma emir niteliğinde. Kapıyı kapat, yerleri sil, sınıfa gel, onunla konuşma, şununla konuş, arkamda dur... Fark ettiysen emir kipi içermeyen tek bir cümlen yok.''

''Ne hoş. Emir verdiğimin bilincinde olarak dediklerimi yapıyor olman beni derinden etkiledi. Öyleyse yeni emirlerim gözlerini yaşartacak.'' Bu şekilde alayla konuşuyor olması sinirlerimi bozdu. Alt dudağımı ısırarak ağır ağır ayağa kalktım, sırasının tam önüne gittim, ellerimi sıranın üzerine koydum ve ona doğru eğildim.

''Benden ne istiyorsun?'' diye mırıldandım. Gözlerime uzun uzun baktı.

''Uyumanı...'' dedi. Kaşlarımı çattım. Yüzüne şaşkınlıkla baktım.

''Ne?''

''Senden...'' dedi tane tane, ''uyumanı istiyorum. Konferans salonuna gideceğiz. İşimizi halledeceğiz ve döndüğümüzde sen uyuyacaksın. Ben sana uyu dediğimde uyuyacaksın. Uyan dediğimde uyanacaksın. Çünkü ölmeni istemiyorum.''

Sinir bozukluğuyla kendi kendime hafifçe kıkırdadığım an elimle ağzımı kapattım. Bu çocuk beni delirtecekti. Ciddiyim, bu iş bittiğinde sonum akıl hastanesinde olacaktı. Ciddi ciddi konuştu, bu grubun lideri benim dedi, verdiğim emirleri uygulayacaksın dedi, sinirlendim ve verdiği emir uyumam. Bana uyumamı emrediyor. Gözlerine baktım, ufacık bir parlaklık gördüm gözlerinde. Onur Zorlu'nun gözlerindeki o karanlığın ardında yanan ufacık bir sokak lambası var ve ben o sokağı lambalarla donatmak istiyorum. Çünkü biliyorum, kötü değil... içindeki insan kötü değil, kalbindeki insan kötü değil... Çünkü uyumamı istiyor. Çünkü uykusuzluktan ölmemi istemiyor.

''Şimdi telefonunu çıkar.'' diye emretti kendi telefonunu da çıkarırken. Dediğini yapıp cebimden telefonumu çıkardım.

''Ne yapacağız?''

''Burak'ı ara. Ben de Mert'i.'' Şaşkınlıkla baktım yüzüne. Burak ve Mert sınıfın dip köşesinde uyuyorlardı. Onur tahammülsüzce telefonu işaret etti,

''Ara.'' dedi sertçe, ''sorgulama.'' Bipolarsızlığımın katili, dengesizliğimin mimarı Onur Zorlu... İki saniye gülsem üçüncü saniye sertleşip elimdeki tüm güzel materyalleri alıp götürüyordu benden. Rehbere girdim, Burak'ın numarasına tıkladım ve telefonu kulağıma dayadım. Burak ve Mert'in telefonları aynı anda çaldığı anda ikisi de yerlerinden sıçradılar. Uyanıp sersemlemiş bir edayla telefonlarını aramaya koyulduklarında başımı Onur'a çevirdim.

''Kapat.'' dedi. Bu muydu? Uyandırmak için yanlarına gitmek yerine onları aramış mıydık?! Sinirle telefonu kapattım ve ana ekrana baktım. Şarjımın %10 olduğunu görüp içimden ufak bir küfür savurdum. Cevapsız çağrılar kısmına girip 37 yeni çağrı bildirimini görünce sıkıntıyla nefes verdim. Ne annemle ne babamla ne de beni düşündüğünü söyleyen hiçbir insanla konuşmak istemiyordum. Annem ve babam her zaman yaşadıkları her türlü sorunu bana yansıtan ebeveynler oldular. Beni her sorunun merkezine koydular. Her kavgalarına şahit oldum, her hareketim suçlandı, hiçbir hatam affedilmedi. Bir insanın içinde hiç mi anne baba sevgisi kalmaz? Bırakmadılar. İçimde onlara karşı gram sevgi bırakmadılar... Benimle hayatları boyunca ilgilenmeyen bir anne baba ikilisinin şimdi ilgilenmesini istemiyorum. Merak mı ediyorlar? Eh, etsinler.

''Abi siz manyak mısınız ya?'' dedi Burak uyku mahmurluğuyla, ''Zeynep aynı sınıfta olduğumuzun farkında mısın? Hadi Zeynep yanıma gelmeye çekindi diyelim. Abi sen iki sıra ötendeki Mert'i aradığının farkında mısın? Yemin ediyorum sinirlendim şuan ya... gitti rüya.'' Son cümle kurulana kadar Burak'ın cidden sinirlendiğini düşünüyordum. Ama son cümle, son iki kelime ağzından çıkar çıkmaz sinir bozukluğuyla güldüm. Kim bilir ne görüyordu rüyasında.

''Abartma Burak... ne gördün kim bilir de sinirlendin böyle.'' dedi Mert alaycı bakışlarla.

''Kızıl saçlı bir kız vardı.''

''Eee?''

''Vardı işte...'' diyerek göz kırptı Burak hepimize dönerek, ''anlarsınız ya.'' Tanrım. Tüm erkekler böyle rüyalar görmek zorunda mıydı? O an gözlerim Onur'a kaydı. Acaba o da böyle rüyalar görüyor muydu? Sorsa mıydım? Ne denir ki... Onur, rüyanda cinsel ögeler var mı? Böyle birden pat diye sorsam, şoka girse...

''Ben kötü bir rüya gördüm ya...'' diye mırıldandı Mert düşünceli bir halde. Sonra gözleri bana kaydı. Kaşları çatık bir şekilde uzun uzun bana baktı. Ben soran gözlerle ona bakarken Onur'un cümlesini duydum,

''Mert?'' Mert gözlerini benden ayırmayınca Onur hafif bir öfkeyle burnunu çekti,

''Zeynep'i izlemen bittiyse çıkabilir miyiz?'' Kızmış mıydı? Benim için? En yakın arkadaşına? Mert gözlerini Onur'a çevirdi.

''Zeynep'i gördüm rüyamda.'' dedi rüyasının etkisinden çıkamamış gibi. Ben tam rüyasını soracaktım ki Onur araya girdi,

''Harika. İstersen biz çıkalım, sen Zeynep'e rüyanı anlat?'' Mert anında gözlerini devirdi.

''Abi amma olay yaptınız ama! Kötü bir rüyaydı, etkisinde kaldım. Garip oldu birden böyle karşımda görmek... gerçek gibiydi...'' Yutkundum.

''N-ne gördün?'' Rüyalara çok önem verirdim. Bu zamana kadar rüyamda ne görsem gerçeğinin yaşandığına şahit olmuştum. Sanki gelecekten haber veriyorlardı bana, ya da benimle ilgili bir başkasına...

''Öldüğünü gördüm.'' Mert'in cümlesiyle bir an donakaldım. Olduğum yerde dondum ve Mert'e bakakaldım. Onur'un bile o an donduğunu hissettim. Bir saniyeliğine gözleri bana kaydı, ve öyle kaldı.

''Yanında Onur vardı. Karanlık bir koridorda... öldüğünü gördüm... Fazla gerçek gibiydi.'' Korkuyla tüylerimin diken diken olduğunu hissettiğimde garip bir şey daha oldu. Onur'un Burak'ın ve Mert'in birbirlerine şok içinde baktıklarını gördüm. Onur yutkundu ve gözlerini kırpıştırdı. Burak dehşete düşmüş gibiydi.

''Ne...'' diye fısıldadım, ''ne oldu?'' Kimseden ses çıkmayınca sınıfta ölüm sessizliği oluştu resmen. Korkumdan tüm mesafemizi unutup uzandım ve Onur'un kolunu tuttum.

''Ne oldu?'' diye sordum fısıltıyla. Onur bana bakmadı. Yüzünü yüzüme çevirmedi. Sadece başını dikleştirdi. Üçünün de yüzünde garip bir ifade vardı. Birden Burak dudaklarını araladı,

''Mert'in gördüğü rüyalar... genelde hep gerçekl-'' derken Onur Burak'ın sözünü kesti,

''Konferans salonuna yetişmemiz lazım. Yarışma başlayacak.'' Onu duymamış gibi kolunu bıraktım ve Burak'a döndüm.

''Mert'in rüyaları genelde hep... gerçekleşir?'' dedim sorar gibi korkuyla. Burak ve Mert dehşet içinde bana bakarlarken Onur soğukkanlı bir şekilde boğazını temizledi.

''Yanımdan ayrılmayacaksın,'' diye emretti, ''bir saniye bile yanımdan ayrılmayacaksın.''

Rüyalara bu kadar inanırken, bir de Mert'in rüyalarının doğruluk payının bu kadar yüksek olduğunu öğrenmişken korkmamam mümkün değildi. Eh, söylediği şeyin gerçekleşme ihtimali az olamazdı. Bir okuldaydık, okuldan çıkamıyorduk ve okulun içinde bir katil vardı. Ölüme yakın olmak imkansız olmasa gerekti.

''Anlaşıldıysa gidelim.'' Onur'un sesiyle birlikte donakalmış bir şekilde onlarla birlikte kapıya doğru adım attım. Ama yürüyor gibi bile değildim. Bacaklarım korkudan titriyordu. Başıma ne geleceğini, ne şekilde neye maruz kalacağımı, neyin elimden neyin ayağımın altından alınacağını bilmiyordum. Ama Onur Zorlu bana söz vermişti, beni koruyacaktı. Aklım buna inanmasa da, kalbim buna inanmak istiyordu. Çünkü kalp bu, dokunduğu kolun sahibine duyarsız kalamıyor... Ama bilmediğim bir şey de var. Onur'a sormak istediğim bir şey var. Sana mı daha yakınım yoksa ölüme mi? Belli değil...


NOT : Sınır online satış mağazalarında (D&R , okuoku, kitapsepeti, kitapyurdu) şuan indirimde! Bora kokulu, kafeste kuşlu ayracımız sizin tarafınızdan alınmayı bekliyor :')


Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın, ne kadar çok oy o kadar çok erken bölüm demek^^ 

-Beyza Alkoç.

İLETİŞİM :
Twitter : https://twitter.com/beyzaalkoc
Instagram : https://instagram.com/beyzalkoc

Karantina SerisiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin