21.Bölüm : Kurtuluş Adımı!

926K 40.4K 3.1K
                                    

Merhabalaar^^ Bölümün neden geciktiği hakkında ''Karantina -  Wattpad - Beyza Alkoç'' Facebook grubunda açıklama yapmıştım. Okulumu değiştirdim, Akdeniz Üniversitesi'ne yatay geçiş yaptım böylece yaşadığım şehir de değişmiş oldu. Haftalardır bununla uğraşıyorum. Daha yeni her şeyi halledebildim, işlerim biter bitmez de bölüm yazdım. Çok uzatmıyorum sizi bölümle baş başa bırakıyorum :') İyi okumalar^^ -Beyza Alkoç.


---


21.Bölüm : Kurtuluş Adımı!
*Ben enkaz altındaydım ama yanımda çok güzel insanlar vardı.*

Çünkü senin ateşin, senin tam yanında...
Gözlerimin üzerlerinden tek tek kaydığı satırlar, Onur'un parmaklarının tuttuğu kağıt, ellerinin dokunduğu mürekkep, kulaklarımın duyduğu cümleler, birinin bize bir şey anlatmaya çalışması... Okuduğum bu son cümle gözlerimi kağıttan ayırmama sebep oldu. Kağıdın sahibi diyordu ki, benim ateşim benim tam yanımdaydı. Bakışlarımı yanıma çevirdim, yanımdaki insana baktım, Onur Zorlu'ya... Bu kağıt benim cebimden çıkmıştı, bu kağıt bana yazılmıştı ve kağıdın sahibi diyordu ki bu ateşin harı Onur'du. Bizi alevlerin ortasına bırakıp alevlere odun atan, kağıt katan, dudaklarını büzüp üfleyen oydu. Biri bana diyordu ki, her şeyin sebebi Onur Zorlu'ydu. Ama o biri bilmiyordu ki, içimdeki sesle öyle bir çelişiyordu ki, beni ikna etmesi yıllarını alırdı...

Gözlerimi kırpıştırdım. Onur'un elinden kağıdı kaptığım gibi büzüştürdüm ve cebime attım. Yutkunduğumda Onur'un yüzündeki mutsuz, şaşkın, öfke dolu ifadeyi gördüm. Ellerimi yüzüne götürdüm, yüzünü yüzüme çevirdim.

''Senden bahsetmediğine eminim. Belli ki biri bir ipucu vermeye çalışıyor ama yanımda olan tek insan sen değilsin. Hem-'' derken sözümü kesti,

''Zeynep...'' Durdum, tanıştığımızdan beri ismimi ilk defa bu kadar emirsiz bu kadar hafif, bu kadar naif söylemişti.

''Onur?'' Gözlerini gözlerime dikti. Bileğinde hayat ağacı işaretinin olduğu siyah bilekliği olan eliyle kolumu tuttu. Gözlerim bilekliğinin güzelliğini incelerken diğer eli yüzümü kendisine doğru çevirdi.

''Ben hiçbir şey yapmadım...'' Kaşlarımı çattım.

''Bu kağıtta yazanlar yüzünden cinayeti senin işlediğini düşündüğümü mü sanıyorsun?!''

''Hayatına yeni girdim, beni tanımıyorsun. Bana inanmak ya da güvenmek zorunda da değilsin. Benden şüphelenirsen seni anlarım. Sana benden şüphelenme, bana inan, bana güven de diyemem. Sana tek bir şey söyleyebilirim... Ben hiçbir şey yapmadım.'' Gözleri gözlerime öyle net kesin ve nedense çaresizce bakıyordu ki içimde garip bir kıpırdanma hissettim. Yutkundum. Başımı salladım kolumu onun elinden çekerken.

''Sana inanıyorum,'' diye fısıldadım,

''Bana inanma...'' Ne demek istediğini anlamayarak kaşlarımı çattım,

''Ama...''

''Bana inanmanı, güvenmeni istemiyorum. Aramızda inanç da olmayacak güven de. Sadece bil, ne yapıp ne yapmadığımı sadece bilmeni istiyorum. Ben hiçbir şey yapmadım, bunu bil.'' Başımı salladım.

''Biliyorum... Sen hiçbir şey yapmadın. Yapmazsın da.'' Alay eder gibi güldü hafifçe,

''Hiçbir şey yapmam değil, Külkedisi. Yaparım. Ama yapmadım. Şimdi iznin olursa...'' diyerek hayat ağacını taşıyan damarlı bileğinin elini izinsizce cebime soktu,

''...bazı kanıtlara ihtiyacım var.'' Kağıdı cebimden çıkardığı gibi kendi cebine attı ve ayağa kalktı. İlk defa centilmence bir hareket yapıp elini bana uzattı, bana uzattığı elini tutup ayağa kalktım. Onur kapıyı açıp benim çıkmamı beklemeden kapıyı üstüme doğru iterken kapıyı itip koridora çıktım. Centilmenliği buraya kadarmış. Umursamazca peşinde ilerlediğim sırada koridorun karşısından Burak ve Mert'in geldiğini gördüm. Burak kendi çapında bir şeyler anlatıp gülerken Mert gayet ciddi bir şekilde dinliyordu onu. Mahşerin Dört Atlısı koridorun orta yerinde buluştuğunda üçüne tek tek baktım. Burak'ın kendi kendine sırıtışı, Mert'in her şeyden sıkılmış yüz ifadesi, Onur'un yüzündeki endişeli ciddiyet... O an dışarıdan nasıl görünüyordum çok merak ettim, kendimi dışarıdan görebilmeyi diledim. Diğer insanlara nasıl tek tek bakıp haklarında yorum yapıyorsam biri de bana baksın istedim, biri de beni incelesin, nasıl göründüğümü yorumlasın istedim. Birden Onur'un üstümdeki bakışlarını fark ettim... Onur Zorlu bana bakıyordu, tam o an, tam görülmeyi değil bakılmayı dilediğim an. Ben o an bir şey fark ettim. Tamamen değil belki, bütünüyle değil ama kısmen, Onur Zorlu benim dileğimin gerçek oluş haliydi...

''Zeynep, şu kaybolma olayını anlatmak ister misin? Birkaç dakikalığına fidye parası istemek için aranacağımızı düşündüm. Onur senin için her türlü miktarı vermeye hazırdı. Şu elinin haline bak...'' Burak gülerek Onur'un hayat ağacı bilekliğinin olduğu elini kaldırıp bana doğru tutarken Onur öfkeyle elini çekti. Ne olduğunu bile görememiştim. Burak gülerken kaşlarımı çatarak izinsizce eğildim, Onur'un elini tutup kaldırdım. Elinin sağ yanı kıpkırmızıydı. Şok içinde baktım ona elini benden de kaçırırken.

''Eline ne yaptın?!'' Onur gözlerini devirirken Burak söze girdi,

''Sinirini okulun duvarlarından çıkardı...'' Gözlerimi şaşkınlıkla Onur'a çevirdiğimde bana bakmıyordu bile, Burak konuşmaya devam ederken ben Onur'a bakıyordum.

''Biraz daha bulunmasaydın büyük ihtimalle yumruklarıyla tünel kazıp bizi buradan çıkaracak yolu açardı. Yalnız bir şey diyeceğim, bunu söylerken şaka yapıyor olsam da bir an çok mantıklı geldi. Tünel mi kazsak? Hani geçen bir haber görmüştük ya, anaokulundan kaçmak için tünel kazan dört çocuk haberi... Biz onun lise versiyonu mu olsak? Onur'da yumruklarıyla tünel kazmak için yeterli kondisyon var. Ben de şakalarımla sizi motive ederim, kazar kaçarız buradan. Öğle çayını Yunanistan'da içeriz. Sonra b-'' derken Mert kusacak gibi yüzünü buruşturarak eliyle Burak'ın ağzını kapattı. Burak bu halde bile ''sonro bozo orodo boldoklorondo soço tomomon k-'' tarzında kelimelerle mırıldanıyordu ama çoğunu anlamadım bile. Aklım Onur'daydı. Onur'un elinde, bu kadar sinirlenmesinde, beni bu kadar önemsemesinde... Sebebi olmalıydı. Ama üstüne gitmeyecektim. Bir insana beni neden bu kadar önemsiyorsun denmezdi. Bir insan sizi önemsiyorsa, bunun karşılığında yapılacak tek şey memnun olmaktı. Şaşkındım, tüm bu önemsenmenin, duyguların, düşüncelerin okulun karantinasıyla sınırlı olduğunu ve bu karantinadan çıktığımızda biteceğini biliyordum. Onur Zorlu'nun ilgisinin de, endişesinin de bitişinin karantinanın son bulmasıyla birlikte geleceğini biliyordum.

''Burak konuşma faslın bittiyse ciddi meselelere geçsek? Zeynep şu başına gelenleri baştan bir dinleyelim.'' Mert çapraz sorgudaymışımcasına ciddi bir ifade takınınca başımı salladım.

''Tam hatırlamıyorum. Sadece.... Merdivenlerden çıktım, tam olarak nereye girdiğimi görmedim bile. Karanlık bir yere girdim. Birkaç adım atar atmaz çıkışı kaybettim, şarjım da bitince telaş yaptım. Sonra oradan çıkmaya çalışırken düştüğümü hatırlıyorum. Düştüm... sonra...''

''Klasik kaybolma hikayesi. Abi ben açlıktan ölüyorum, bir şeyler yesek?'' Burak konuyu değiştirmeye çalışırken yutkundum,

''Biraz daha konuşursan sana kendi elini yedireceğim.'' Onur'un ufak tehdidiyle Burak gülerken ben konuşmaya devam ettim,

''Sonra garip bir şey oldu aslında. Orada birinin olduğunu fark ettim. Birkaç ayak sesi duydum, sonra da hırıltılı bir nefes sesi. Her kimse öksürmemek için zor duruyor gibiydi. Çok korktuğumu hatırlıyorum. Bana yaklaştığını hissettim çünkü hırıltı sesi bana yaklaşıyordu. Sonrasını tam hatırlayamıyorum çünkü korkudan ne hale geldiğimi bilmiyorum... tamamen bilincimi kaybettim, gözlerim kapandı, sesler kayboldu...'' Onur'un elini kolumda hissettiğimde korkuyla sıçradım.

''İyi misin?'' Onur kaşları çatılı bir şekilde sorduğunda titrediğimi fark ettim. Tir tir titriyordum.

''Bir an... o anı hatırlayınca...''

''Onur, Burak, Mert!'' Onur'un benimle ilgilenmesine bile izin vermeyen bir kız sesi birden koridorda belirdi. Beni yok sayarmışçasına Mahşerin Üç Atlısı'nın isimlerini saydı. Onur'un eli kolumdan uzaklaştı, üçünün de bakışları kıza döndü. Açık kahve saçlı uzun boylu, zayıf bir kız bize doğru yaklaşıyordu. Tam yanımıza gelmeden koridorun ortasında durdu,

''Herkesi konferans salonuna toplamamı söylediler. Önemli bir duyuru yapılacakmış. Çabuk olun.'' Kız anında koridordan ayrılırken içimi büyük bir korku kapladı.

''Hassiktir ya yine ne oldu kim bilir?!'' Burak'ın hayıflanışıyla titremeye devam ettiğimi hissettim. Korkuyordum. Bir şey daha olacak diye çok korkuyordum.

''Gidelim.'' Onur'un emriyle birlikte bir adım attığımız anda ağzımdan küçük bir ''ah...'' sesi çıktı. Olduğum yerde kalıp elimi başıma götürdüğümde üçü de anında ölüyormuşum gibi bana yöneldi, Onur anında kollarımdan yakaladı beni. Başım öylesi büyük bir darbeyle dönmüştü ki ayakta duramayacak bir hale gelmiştim bir anda.

''Zeynep!?'' Onur Zorlu insanlara isimleriyle hitap eden bir insan değildi. Ama bakın, tam şimdi, tam burada, bana Zeynep diyordu... Ve ben ölmek üzereyken bile bunu düşünüyordum.

''B-başım... döndü...'' Tir tir titriyordum. Onur beni sıkıcı tutup eliyle başımı kaldırmaya çalıştığında baş dönmemin anlık olduğunu anladım.

''Siz konferans salonuna gidin, biz sınıfa gidelim, uyuması lazım...'' Onur, Burak ve Mert'e gitmelerini söyledikten sonra bana döndü, ''Yorgunluktan ölmene izin veremeyiz...''

Ama ilk defa onun bir emrine karşı çıktım. Omuz silktim. Başımı kaldırıp daha iyi hissettiğime emin olduktan sonra derin bir nefes aldım.

''Anlık bir baş dönmesiydi. İyiyim ben, konferans salonuna gidip ne olduğunu bilmek istiyorum.''

''Artık dinlenmen lazım. Bu okul sınırlarında ölen ikinci insan olmaya mı karar verdin?''

''Ben buradan çıkmadan dinlenemem. Bu korkuyla uyuyamam, bu korkuyla yemek de yiyemem, bu korkuyla yaşayamam.''

Onur gözlerimin en derinine baktı her an bala dönüşüp akacakmış gibi duran gözleriyle. O kadar inandırıcı bakıyordu ki dudaklarının arasından ne çıksa inanırdım.

''Çıkacağız...'' diye mırıldandı, ''gerekirse tünel kazarız... değil mi Burak?'' Onur bu kadar sert cevaplardan sonra ilk defa hafif bir espri yapınca hepimiz gülmeye başladık. Yine de korkuyordum. Onların yanında olsam da, yüzüm şu saniye gülse de ellerim hala titriyordu. Birlikte koridordan çıktık. Alt kata indik ve koridor salonuna girdik. Mucizevi bir kalabalık vardı. Tüm okul, öğrencileriyle, öğretmenleriyle, müdürüyle, yardımcılarıyla, temizlik ekibiyle, kantincileriyle bile buradaydı... Kalabalığı görünce nutkum tutuldu.

''Herkes burada...'' diye fısıldadım, ''herkes.'' Yanımda duran Onur başını salladı,

''Bir katille aynı salonun içindeyiz.'' İster istemez korkuyla elimi uzatıp Onur'un kolunu tuttum. Başımı çevirdiğimde Burak ve Mert'in birileriyle konuştuğunu gördüm, Burak gülerek bir şeyler anlattıktan sonra tüm salona döndü,

''Arkadaşlar!'' diye bağırdı, ''sizinle bir gün bu okulun çıkış kapsına doğru koşacağız, aramızda vurulup yere düşenler olacak!''

Salonda kahkahalar yükselirken Burak birden ilgiden fazlasıyla memnun bir gülümsemeyle baktı. Gergin bir nefes alıp sahneye baktım. Onur'un babası ve okulumuzun müdürü Ender Zorlu sahnedeydi.

''Sessizlik! Sessizlik! Çocuklar! Sessizlik!'' Salonu defalarca sessizlik diye bağırıp susturduktan sonra boğazını temizleyerek sessizlikte konuşmaya başladı,

''Birlikte zor saatler, zor günler geçirdik. Neler olduğuna birlikte anlam veremedik, birlikte korktuk, birlikte endişelendik. Önce buraya hapis edildik, bir öğrencimizin hastalığıyla sarsıldık, sonra elektriklerimiz gitti ve nasıl olduğunu anlayamazdığımız bir şekilde jenaratörümüzünden başlayarak tüm elektrik sistemimizin çöktüğünü öğrendik. Tüm bunlar hepimizi korkunç bir kaosun içine soktu. Ne istediğinizi biliyorum...'' derken bir öğrencinin sesi duyuldu,

''Gitmek istiyoruz!'' Sonra bir öğrenci daha,

''Hocam çocuklar evde aç...'' Gülüşmeler, sessizlik...

''Gitmek istediğinizi biliyorum. Gönül isterdi ki sizin gibi akıllı uslu zeki çocuklarla sonsuza kadar aynı bina içinde kalalım ama-'' derken bir öğrenci sesi daha,

''ALLAH KORUSUN HOCAM!'' Gülüşmeler.

''Şşş, sessizlik! Gönül isterdi ki sizin gibi akıllı uslu zeki çocuklarla aynı binada sonsuza kadar kalalım, ama sanırım ayrılmamızın vakti geldi. Okulumuzdaki tıbbi tehlike kalkmıştır, hepiniz gitmekte özgürsünüz, kapıları açıyoruz, yavaş yavaş, sakince, sessizc-'' derken sözü bile bitmeden başlayan çığlıklar, kapıya doğru koşturan yüzlerce öğrenci!

O an ben ne halde miydim? O an Onur ne halde miydi? O an o ya da ben yoktum. Ayrı ayrı yaptığımız şeyler yoktu. O an bir eylemi paylaşıyorduk onunla... Çünkü çok net hatırlıyorum, özgür olduğumuzu duyar duymaz kollarımı onun boynuna doladım. Ona sarıldım. Ben, mutluluktan Onur Zorlu'ya sarıldım. Her şeyin başladığı yerde bitti her şey, kilit altına alındığımız yerde özgür kaldık. Biliyorum, bu özgürlük bana Onur'u da Burak'ı da Mert'i de kaybettirecek, belki onları bir daha göremeyeceğim bile. Ama mutluyum, çünkü korku bedenimden çıkıp gitmek üzere. Ben buradan çıktığım an korkumu da terk edeceğim. Ve sonunda, ben buradan çıkmak üzereyim!

''Servisler kapıda hepinizi bekliyor!''

''Ekstra servislerimiz de kapıda, hepiniz evlerinize kadar bırakılacaksınız...''

''Herkes sakince bahçeye çıksın, yavaş olun, sessiz olun!''

''Oğlum sen neden çığlık atıyorsun!? Koşmayın!''

Ender Zorlu sinirleri bozulmuş gibi bağıra bağıra öğrencilerini sakinleştirmeye çalıştığı sürede dönüp bakmadım, kollarımı Onur'un boynundan ayırmadım. Sonra beni kendisinden ayıran Onur oldu. Kollarımı boynundan çekti ve yüzüme baktı. Yutkundu.

''Sana buradan çıkacağız demiştim.'' diye mırıldandı,

''Demiştin...'' dedim. Bir an önce evime gitmek istiyordum. Tartışmanın hiç eksik olmadığı bir evim olduğunu biliyordum, evet. Ama bir an önce yatağıma kavuşmak istiyordum.

''Onur, baban arabaya geçin beş dakikaya geliyorum dedi. Bizi de bırakacakmışsınız...'' Mert'in sesiyle birlikte Burak ve Mert'in neşeyle başımızda dikildiklerini gördüm. Onur bir bana baktı, bir onlara. Başını salladı.

''Şey,'' diye mırıldandım, ''ben de servise gideyim... annemler zaten meraktan delirmiştir.'' Onur birden gözlerini devirdi.

''Bizimle geliyorsun.'' Kaşlarımı çattım şaşkınlıkla Onur eliyle kapıyı gösterirken.

''Sizinle mi!?''

''Servisle gitmeyeceksin. Babam seni de bırakacak.'' Şaşkınlıkla Burak ve Mert'e döndüğümde ikisinin sözleşmişler gibi aynı anda göz kırptıklarını gördüm. Bir şeyler eveleyip gevelesem de Onur'un umrunda bile olmadı. Eli hala çıkışa doğru bir adım atmam için konferans salonunun kapısını gösteriyordu. Sonunda pes ettim, derin bir nefes aldım, çıktım kapıdan. Yanımda Burak, Mert, Onur, okulun bahçesine doğru yürüyorduk. Ve sonunda tam okulun çıkış kapısında durup bahçeye baktık. Kurtulmuştuk. Dışarısı bir adım uzaklığımızdaydı. Ve biz o bir adımı aynı anda attık. Mahşerin Dört Atlısı'nın kurtuluş adımı, 18 Eylül Perşembe, saat 19.19...

Bahçe ilkokul bahçesine dönmüştü! Kocaman insanlar koşuşturuyorlardı, birbirlerine şakalar yapıyorlardı, bir çocuğun servis arabasının üstüne çıktığını, arabanın üstünde ''FREEDOM!'' diye bağırdığını gördüm. Demek ki bir mekanda birkaç günlüğüne kapalı kalınca insanlar kafayı yiyordu.

Birlikte Onur'un babasının ''klasik-özel-üniversite-müdürü-arabası''na doğru ilerlediğimiz sırada Onur'un babasının da arabaya doğru ilerlediğini gördüm. Ender Zorlu başını kaldırıp bize baktığında gözleri benim üstümdeydi, bana gülerek bakınca ben de ona gülümsedim.

''İyi misiniz çocuklar? Sizinle hiç ilgilenemedim bu karışıklıkta. Onur? Sıkıntı var mı?'' Birden dördümüz birbirimize baktık. Sıkıntı var mıydı? Vardı, ama hiçbirimiz var diyemedik, okulunuzda cinayet işlendi diyemedik, öğrencilerinizden biri katil diyemedik...

''Yok baba. Yorgunuz sadece.'' Yorgunduk, bir de cinayete tanık olmuştuk.

''Okul iki üç gün tatil olacak, bol bol dinlenirsiniz. Hadi atlayın arabaya sizi evlerinize bırakayım.''

''Sen öne geç,'' Onur benim için arabanın ön kapısını açarken çekinerek omuz silktim,

''Ben arkada otururum. Hem benim evim yakın... İlk ben ineceğim...'' Onur'un itiraz etmesine izin vermeden arka koltuğun cam kenarına oturdum. Burak ve Mert de yanıma oturunca cebimden şarjı bitik telefonumu çıkardım. Açmayı denedim, belki biraz şarjı kaldıysa annemi arayıp haber verecektim ama %1 bile değildi. Sonra telefonumu cebime attım. Başımı kaldırıp Onur'a baktım, sonra Burak'a, sonra Mert'e... Bu onlarla son kez vakit geçirişim olabilirdi. Bu onlarla vedam, ayrılığım, bitişimiz olabilirdi. Onur açık ve net bir şekilde bu okuldan çıktığımız an ayrılacağımızı söylemişti. Artık özgürdük, artık güvendeydik ve beni korumasına gerek yoktu. Artık onlar üç kişiydi, ben tek başımaydım...

Yolculuk ve sonrası öyle sessizdi ki. Ender Bey'e evimi tarif ettim, evimin yakın olması arabanın on dakika sonra evimin önünde durmasına sebep oldu. Arabadan indiğimde Burak bana göz kırptı,

''Seni özleyeceğim ufaklık!'' Gülerek el salladığımda Onur bana bakmıyordu bile.

''Ben de sizi özleyeceğim...'' Mahşerin Üç Atlısıyla vedam iki cümleden ibaretti, seni özleyeceğim, ben de sizi özleyeceğim... Ve final. Araba kapısının kapanışı, arabanın önümden ayrılışı. Derin bir nefes aldım, ya da buna nefes almak denmezdi belki de, iç çekmek denirdi. İç çektim. Sonra arkamı döndüm ve apartmanıma girdim. Merdivenleri hızlıca geçip dördüncü kata çıktım ve heyecanla kapıyı çaldım. İşte, sonunda güvendeydim, evimde...

Kapıyı annem açtığında mahvolmuş bir halde olduğunu gördüm, gözleri ağlamaktan kıpkırmızıydı, beni gördüğü an şok içinde bakakaldı.

''ZEYNEP!'' Boynuma sarıldığı an babamın içeriden koşarak geldiğini gördüm.

''ZEYNEP!'' Babam da bana sarılınca o an ilk defa bir aile olduğumuzu hissettim. Bir saat sonra tartışmaya başlayacaklarını bilsem de ilk defa küçük bir aile gibi birbirimize sarılıyorduk...

Sonrası nasıl geçti hatırlamıyorum bile. O kadar yorgundum ki dedikleri, sordukları çoğu şeyi duymadım bile... Annem kaşla göz arasında bana bir kase çorbayı içirdikten sonra beni zorla banyoya soktu. Kapı kapandığında, kıyafetlerimi çıkarıp duşun altına tek başıma sıcacık suyla baş başa kaldığımda gözlerimden bir iki damla yaşın aktığını hissettim. Tanrım... neler olmuştu böyle... Başıma gelen şeyler normal miydi!? Sessiz bir öğrenci olacağıma emin olduğum okulumun ilk gününde bir cinayete tanık olmuştum. Okulun en popüler üç çocuğuyla birlikte! Dördümüz bir ekip olmuştuk, bir takım, mahşerin dört atlısı... Birlikte korktuk, birlikte güldük, birlikte kaybolduk, birlikte bulduk birbirimizi... Şimdi çok garip. Hayatımıza insanlar giriyor, onlara alışıyoruz, ve alıştığımız anda çıkıyorlar hayatımızdan. Bu adil mi? Onur Zorlu'yu alıştığım anda kaybetmemin adaletle en ufacık bir ilgisi var mı? Biliyorum, onları görmeye devam edeceğim. Onlarla aynı sınıfta olacağım, evet. Onları her gün göreceğim, evet. Seslerini duyacağım, evet. Ama bu bana yetmeyecek. Ben onların içine girdim. Kendilerine kurdukları ufak takımın içine girdim, yarattıkları üçlüye dördüncü oldum, şimdi tek başıma kalmak istemiyorum, şimdi onları üç kişi olarak görmek istemiyorum...

Ben mahşerin üç atlısına dördüncü olmaya geldim, oldum ve öyle kalmak istiyorum...

Tüm bu düşünceler, gözyaşlarım, ağrıyan bedenim, annemin beni kurulayıp üstüme pijamalarımı giydirişi, dudaklarımın arasından attığım ağrı kesicilerle yatağımdayım şimdi. Bir devrin sonuna geldik, hayatımın en macera dolu en korkunç günlerini yaşadım, ama bitti. Bir cümle okumuştum bundan haftalar önce ''ben enkaz altındayım, ama yanımda çok güzel bir insan var.'' Ben bu cümleyi yaşadım. Ben enkaz altındaydım ama yanımda çok güzel insanlar vardı. Ama yaşandı ve bitti, korktum, ağladım, koştum, düştüm, kaçtım, uzak olmak da istedim yakın olmak da, koşarak attığım her adım bir cinayetin ortasına sürükledi beni. Şimdi birdenbire tehlikenin kucağından alındım tek başıma güvenli yatağıma bırakıldım. Ama çok ilginç bir şey var... Ben artık tek başıma olmak istemiyorum... Tek başıma güvende olmayı yalnız olmayıp tehlikede olmaya tercih etmezmişim...


***

Yorum yapmayı, oy vermeyi ve Karantina'yı arkadaşlarınıza önermeyi unutmayın!^^
İletişim için :
Twitter : beyzaalkoc
Instagram : beyzalkoc
Snapchat : beyzaalkoc

Facebook : beyzalkoc


Karantina SerisiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin