31.Bölüm : Aradığın Sendin...

803K 31.8K 38.3K
                                    


Merhaba^^ Ufak bir hatırlatma yapıp sizi bölümle başbaşa bırakıyorum, Cumartesi günü yani tam tamına 2 gün sonra CNR EXPO Kitap Fuarı'nda olacağım. Hepinizi bekliyorum, saat tam 1'de Salon 1 - Yakamoz Yayıncılık Standı'nda görüşmek üzere :') İyi okumalar^^ 


31.Bölüm : Aradığın Sendin...

*İşte buldun...*


Bazı şeyler vardır, kelimelerle anlatılır. Bazı şeyler bakışlarla. Bazı şeyler seslerle, bazı şeyler sadece yazarak, bazı şeyler konuşarak. Bazı şeyler için yazmak, konuşmak, bakmak yetmez. Bağırmak gerekir. Ve bağırmak için, her zaman konuşuyor olmak gerekmez. Bir insan, sessizce de bağırabilir. Siz içinizden bağırmak nedir, bilir misiniz? Ben çok iyi bilirim... Çünkü tam şuan, tam şu saniye, içinde bulunduğum taksi evimin önüne ulaşmak üzereyken Onur'dan uzaklaştıkça içimden çığlık çığlığa bağırıyorum. ''Olabilir mi!?'' diye bağırıyor içim, ''yapmış olabilir mi?'' Bazı olaylar vardır, kabullenirsiniz. Evet, bu oldu, belli ki bu olmuş, dersiniz. Dakikalar geçer. O olayın gerçekliğini kanıtlayan bir olay daha yaşanır, az önce kabullenmenize rağmen ''Olabilir mi!?'' diye delirirsiniz. Durumumun özeti bu. Bu oldu, yaşandı, biz orada olmasak da nasıl olduğunu görmesek de Onur'un az önce gördüğüm öfkeden delirmiş gözleri bana olayın gerçekliğini bir bir özetledi. Onur Zorlu'nun içi hastaydı. İçi. Masum sandığım kalbi hastaydı, ruhu tertemiz olsa da beyni, kalbi, elleri hastaydı. Ona o bıçağı tutturan elleri katildi. Ama ruhu... ruhu...

''Burası mı hanımefendi?'' Korkuyla başımı kaldırdığımda taksicinin durduğunu, ve başıyla evimi gösterdiğini gördüm. Yutkundum. Titreyen başımı sallayıp cüzdanımı çıkardım,

''Ne kadar?''

''13.50, 15 verseniz yeter.'' Taksici gülerken hiçbir şey anlamayarak cüzdanımdan 15 lira çıkardığım gibi eline bırakıp taksiden indim, eve doğru inerken taksicinin sesini duydum,

''Şaka yapmıştım!'' Olayın ne olduğunu bile anlamadan, arkama bile dönmeden anahtarımı çıkarıp eve girdim. Kafamda binlerce düşünce vardı, yüz binlerce his bedenimin etrafını sarmıştı. Odama çıkacaktım, saatlerce belki de günlerce uyuyacaktım. Telefonumu kapatıp haftalarca açmayacaktım. Artık uzaklaşmamın vakti gelmişti. Tüm bu kaostan, tüm karanlık düşüncelerden, Onur Zorlu'dan...

Annem ve babamın yatmış olduğunu evin karanlık ve sessiz oluşundan fark ettikten sonra ağır adımlarla odama çıktım. Odama girer girmez sırt çantamı yere bıraktım. Montumu çıkardım, daha sonra cebimden telefonumu çıkarıp kararlılıkla kapattım. Açmayacaktım, günlerce bu yataktan çıkmayacak, telefonumu açmayacaktım... Telefonumu komidinin üstüne koyup üstümdekileri çıkardım. Üstüme mor pijama takımımı geçirip yorganın altına girdim. Pijama takımım hayatımdaki tek renkli şeydi. Sabah uyandığımda kararmış olsa, simsiyaha dönse ona da şaşırmazdım. Girdiğim yeri karartıyordum, nereye gitsem her şey de benimle birlikte kötüye gidiyordu. Bu yüzden artık bu yataktan çıkmayacaktım. Hiçbir yere gitmeyecektim. Bu yatağa girişim, ayağımın yerle son temas edişiydi.

Otuz dakika... Belki de yirmi... Sadece bu kadar dayanabildim. Elimi yorganımın altından çıkardım, komidinin üstündeki kapalı telefonuma baktım. Siyah ekranına, ekrandaki yansımama, dolu gözlerime. Aptal... aptal... Neden ağlıyorsun? Sen bir aptalsın. Hıçkırıklarım dudaklarımın arasından çıkarken ne yapacağımın bilinçsizliğiyle elimi dudaklarımın üstüne götürdüm. Aklımda o an canlandı, Onur'un öfkeyle gelişi, Doruk'u duvara yapıştırışı... Gözlerini görseydiniz... Gözler öldürebilseydi Onur çoktan ikinci kez katil olurdu o an. O ana kadar, hala, evet hala... inanamıyordum. Onur'un yapmış olabileceğine ikna olamıyordum. Ama o gözler, o bakışlar... Ela gözleri gözlerimin önünde kırmızıya döndü öfkeden. Alnındaki damar. Yumruklarının Doruk'u boynundan tutuşu. Öldürmek istemeyen biri bu kadar öfke dolu olamazdı. Tamam. Biliyorum, Onur'un bunu isteyerek yapmadığını biliyorum. Allah kahretsin! Neden kendimi tutamadım... Ondan kaçtım... Ona çok kötü şeyler söyledim, o son hali hayatımda gördüğüm en yıkık binadan daha yıkıktı. Harabeden bir farkı yoktu. Bir insan ancak ve ancak bu kadar yıkılabilirdi. Ona öyle davranmamalıydım. Tamam, ona kızgındım, ama hastalığının bilincinde olmalıydım. Ona kendini kötü hissettirmemeliydim.

Karantina SerisiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin