Merhaba, öncelikle hepimize ülke olarak büyük bir geçmiş olsun demek istiyorum. Evimin iki sokak ötesinden gelen patlama, silah sesleri, yaşadığım yaşadığımız o korku dolu saatler bir an için hiç bitmeyecek sandım. Hala her dışarı çıktığımda korkuyorum, çünkü insan o sesleri duyduğunda bir felaketin kendisine de gelmek üzere olduğundan emin oluyor. O korkuyu yaşayan insanlardan biri olarak en içten şekilde umuyorum ki bir daha böyle günler, böyle karanlık geceler yaşamayalım. Umarım ülkemiz bu günlerin telafisi olan çok güzel apaydınlık günleri de görür.
Bölüm hakkında kısaca bir bilgi vereyim, uzun zamandır gerilim dolu bölümler işliyoruz. Ama bir iki bölümlüğüne güzel şeyler okuyalım istiyorum, bir iki bölümlüğüne de olsa Mahşerin Dört Atlısı mutlu olsun istiyorum. Aydınlık bir bölüm yazdım, bol bol güleceğinize emin olduğum sahneler var. Ama gerilim dolu bölümlerle 1-2 bölüm içinde kaldığımız yerden devam edeceğiz. İyi okumalar dilerim^^ Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın :')
43.Bölüm : Öyle Güzelsin Ki...
*Sana dokunmaya korkuyorum...*
Bazen, insanı gideceği yerlere götüren yollar insanın içini çok daha farklı yerlere götürür. Kocaman bir iş minibüsünün arkasında, koli yığınlarının ortasında yerlere serilmiş rengarenk battaniyelerin üzerinde oturmuş ön koltuktan görünen minicik bir görüntüyü izliyorum camlar izin verdikçe, kapkaranlık bir gökyüzü. Tek tük yıldızlar, oysa ne önemi var yıldızların az olmasının, kucağımda çok daha büyük bir manzara var. Başımı gözlerimi odakladığım yerden ayırıp kucağıma çevirdim. Kucağıma yaslanmış, saatlerdir uyuyan Onur'a baktım. Bir insan, gözleri kapalıyken de güzel bakabilir miydi? Onur bakıyordu. Kapalı gözlerinin ardındaki ela tonunu seçebiliyordum sanki göz kapaklarından.
''Uyandığında bizi mahvedecek.'' Burak'ın telefonunundan başını kaldırıp kurduğu cümleyle başımı salladım uykulu gözlerle.
''Öldürüldüğünü sanmıştır. Aklının ucundan geçmemiştir kaçırılmak.''
''Onur'u biliyorsunuz,'' diye araya girdi Mert, ''eğer ona 'Onur seni kaçırıyoruz' denseydi bir gram yerinden kıpırdamazdı. Hem kaçırmak da böyle olur zaten, habersiz.'' Burak'ın yüzünde hafif bir gülümseme belirdi,
''Kız kaçıracağımız yaşta hapishaneden arkadaşımızı kaçırdık! Olaya bak!'' Sessizce gülerek başımı Onur'a çevirdim. Elimi uzatıp sakallarına dokunmak istedim, saatlerdir bunu istiyordum. Sırf bu yüzden Burak ve Mert'in uyumasını bekliyordum. Başımı arkama yasladım, elimdeki telefonumun alarmını 1 saat sonraya aldım, sesini kısıp telefonu cebime koydum.
''Ben biraz uyuyacağım,'' diye mırıldandım, ''siz de uyuyun, yarın çok daha yorucu geçebilir. Nereye gideceğimizi, ne şekilde karşılanacağımızı bilmiyoruz.''
''Ben zaten zor duruyorum, iki saattir stresten delirdim. Ama Onur uyanırsa ve beni uyandırmazsanız Burak diye bir arkadaşım var demeyin.'' Gülerek başımı salladım,
''Tamam! Uyandırırız, söz.'' Başımı arkama bir kez daha yaslayıp gözlerimi kapattım. Arabanın hafif sallantısında, ön camdan gelen ılık rüzgarla birlikte ellerimden birini Onur'un sakallarına attım. Bilerek değil arkadaşlar, yanlışlıkla attım saçmalamayın. Göz kapaklarımın önüne Onur'u gördüğüm ilk hali geldi, yukarı doğru uzamış kumral saçları, hafifçe belli olan turuncu sakalları, o sert görüntüsü... Saçlarını kesmişler, sakalları uzamış, sert görüntüsünden eser kalmamış. Oysa kaşları hala çatık, duruşu hala dimdik, yatarken bile... Çünkü sert olmak onun içine işlemiş. Şimdi yanımda, kucağımda, güvende... Uyuyor, ve huzurla uyuması öyle güzel ki. Onun güvende olduğunu bilmek öyle güzel ki.
Yaklaşık yarım saat sonra kucağımdaki kıpırdanmayla birlikte anında gözlerimi açtım. Gördüğüm ilk görüntü yanyana uyuyan Burak ve Mert oldu. Sonra anında başımı kucağıma indirdim. Onur kıpırdanıyor, elleriyle gözlerini ovuşturuyordu.
''Neredeyim?'' diye bir fısıltı çıktı dudaklarından kendine gelemezken.
''Güvendesin.'' Sesimi duyduğu an gözlerini açtığında beklediğim tepkiyi vermedi. Şok olmadı, şaşırmadı, sanki beklediği görüntüyü görmüş ama aynı zamanda huzura ermiş gibi baktı yüzüme.
''Eee,'' diye mırıldandı, ''nereye kaçıyoruz?'' Yüzümde küçücük bir gülümseme belirdi. Anlamıştı, daha ilk andan beri biliyordu kaçırıldığını.
''Sen... nasıl anladın?'' diye sordum merakla.
''Beynimdeki onlarca ihtimalden biriydi. Öleceğimi de düşündüm, öldürüleceğimi. Sonra siz geldiniz aklıma, babam... Bu ihtimali düşündüm. O an onlara izin vermek istemedim, öleceğime emin olsam bu kadar çırpınmazdım. Çırpınmamın sebebi sizdiniz, sizi tehlikeye atmak istemememdi. Ama engel olamadım. Kendinizi tehlikeye attınız.''
''Seni kurtardık!'' dedim kızarak, ''bize ne olabilir!?''
''Zeynep...'' Sesi kesik kesik çıktı, ''hayatınız mahvolacak.''
''Onur!'' Gözlerimin dolduğunu hissettim sinirden, ''hep sen sert çocuktun değil mi, hep sen emir veren sert konuşan taraftın. Şimdi beni iyi dinle, sıra bende. Seni kaçırdık. Birlikte Sırbistan'ın neresine olduğunu bile bilmediğim bir yerine kaçıyoruz. Bak, bana bir not geldi. Senin tehlikede olduğuna dair. Ama bunu sorgulamanı istemiyorum. Artık her şeyi unutmanı en azından her şey çözülene kadar aklından çıkarmanı istiyorum. Eğer biraz daha stres yaparsan hasta olacaksın. Ve işte o zaman hayatlarımız mahvolacak. Baban her şeyi halletti, merak etme, biz seninle sonsuza kadar kalacak değiliz. Her şey düzeldiğinde döneceğiz. Ve sen de... sen de döneceksin. Çünkü her şey düzeldiğinde herkes senin ne kadar suçsuz olduğunu öğrenecek. Sen de artık asla ve asla olumsuz düşünmeyecek, olumsuz konuşmayacaksın. Her şeyi kabulleneceksin ve yanımızda olacaksın. Kötü hissetmeyi keseceksin, artık mutlu olacaksın! En azından bir süreliğine tüm o kötü düşünceleri kafanın içinden çıkaracaksın!''
''Tamam.'' Kaşlarımı çattım,
''Ne?''
''Tamam...'' Hafifçe gülümsediği sırada bir an kafayı yemiş olabileceğini düşündüm. Yavaş yavaş doğruldu kucağımdan, yanıma oturdu etrafına bakınırken.
''Bu kadar çabuk mu kabullendin söylediklerimi?'' Kaşlarını çattı.
''Zeynep, kabullenmemi istiyorsun kabullenmememi mi?''
''Kabullenmeni...'' diye mırıldandım.
''Ve kabullendim. Şimdi sorun ne?'' Birkaç saniyeliğine yüzüne baktım. Dediklerimi dinleyecekti. Tam şuan, uygulamaya başlamıştı. Üstündeki tüm rehaveti bir kenara fırlatıp attı sanki cümlelerimden sonra. Kalktı, canlı olmaya çalışıyor, yaşamaya çalışıyor. Bakışlarının Burak ve Mert'e kaydığını gördüm.
''Ben içerideyken bir ilişkiye mi başladılar?'' diye sordu eğlenir gibi bir sesle, başımı çevirip Burak ve Mert'e baktığımda Burak'ın uyku mahmurluğuyla Mert'in elini tuttuğunu gördüm. Kahkahamı bastırmak için elimi ağzıma götürüp kıkırdadığımda Onur'a döndü gözlerim. Gülüşü, yerini bir göz dalmasına bıraktığını, yerdeki battaniyelere bakarak gözlerinin daldığını görünce derin bir nefes aldım.
''Nasıldı? Yani... içerideki günler... Kötü şeyler yaşadın mı?'' Başını hayır der gibi salladı.
''Ekstra olarak kötü bir şey yaşamama gerek kalmadı. İçerisi başlı başına kötü bir yer zaten.'' Sonra sessizce ekledi, ''Gökyüzünü göremediğin her yer kötüdür.'' Kalbimin onun için hızlandığını hissettiğimde birkaç saniyelik sessizlikten sonra devam etti,
''Başta insan kendini kafese konulmuş bir kuş gibi hissediyor. Bir yerdesin, oranın içinde hareket etme hakkına sahipsin, kısıtlı bir özgürlüğün var ama oranın dışına adım atmaya hakkın yok. Dünyamı elimden aldılar gibi hissettim. Bir iki gün sonra çok daha kötü bir durumda olduğumu anladım kuşlardan... Kafesten bile dışarıda olup biten her şeyi görebiliyorlar. Ben dört duvar arasındaydım. Önüne bakıyorsun duvar, sağına bakıyorsun duvar, soluna bakıyorsun duvar. Yatıyorsun gece, gözlerini açıp baktığın yer duvar.'' Yutkundum.
''Belki çok dramatik gelecek... ama seni dört duvar arasına hapsettiler, benim de gökyüzüm elimden alınmış gibi hissettim. Biliyorum, Burak'la, Mert'le çok daha uzun zamanların oldu. Birlikte güldünüz, birlikte ağladınız. Belki şimdi bana sen kimsin diyebilirsin, ama artık ben de sizden biriyim Onur. Sen öyle görmesen de... Ne de olsa mahşerin üç atlısının bir dördüncüye ihtiyacı yok demiştin.'' Gözlerini gözlerime dikti başını kaldırıp. Sessizce baktı yüzüme. Ben de ona baktım. Sonra gözlerimi kaçırdığım sırada dudaklarını araladı,
''Varmış.'' diye mırıldandı sessizce. Kaşlarımı çattım anlamayarak.
''Ne varmış?''
''Mahşerin üç atlısının, bir dördüncüye ihtiyacı varmış...'' Gülümsememek için kendimi zor tuttuğum sırada içimin huzurla dolduğunu hissettim. Gözlerimi kaçırdım. O sırada aklıma gelen şeyle birlikte elimi tiril hırkamın cebine götürdüm. Onur'un bilekliğini ve annesinin bilekliğini çıkarıp ona uzattım.
''Bunlar senin.'' Derin bir nefes aldı. Elini uzatıp bileklikleri elimden aldığı sırada eksik parçalarının tamamlandığına şahit oldum. Yüzündeki ifade değişti, nefes alışı değişti. Bileklikleri aldı, uzun uzun elinde tuttuktan sonra sweat'inin cebine attı. Tam o sırada arabanın aniden durmasıyla hafifçe öne doğru eğildim, Onur kolumu tuttuğu an başımı kaldırıp baktığımda bir benzincide olduğumuzu gördüm. Burak ve Mert sarsıntıyla uyandıklarında Onur'u uyanık görmenin şokuna girdiler.
''Zeynep!'' dedi Burak öfkeyle, ''uyandığında uyandıracaktın!'' Alt dudağımı ısırdım korkuyla,
''Gerçekten unuttum!''
''Artık Burak diye bir arkadaşın olduğunu da unut!'' Şakasına hafifçe güldüğüm sırada Burak Onur'a yöneldi. Arabanın kısıtlı imkanlarıyla birbirlerine sarıldıklarında iki küçük çocuğa döndüler gözümün önünde.
''Hatırlıyor musun,'' dedi Burak, ''Mahallede taş atıp kaçtığım iri yarı bir çocuk vardı. Teoman. Ondan kaçıp ağaca tırmanmıştım. Beni kurtardığınız sırada düşmüştüm, dizim yara oldu diye yürüyemiyorum diye kucağınıza alıp kaçırmıştınız beni Teoman'dan. O gün sana ne demiştim.'' Onur gülerek Burak'ın anlattığı hikayeyi devam ettirdi,
''Size söz veriyorum bir gün ben de sizi kaçıracağım!'' Aralarında gülüştükleri sırada ben de kıkırdadım.
''Sözümü tuttum, seni kaçırdık!''
''Biz seni eve götürüp bırakmıştık oğlum. Siz beni yurtdışına kaçırıyorsunuz. Ödeşmiş olmuyoruz.'' Onur'un cümlesiyle bir kez daha kıkırdadım.
''Abi onu bunu bırak. Mert beni de seni de kaçırdı. Beni evime, seni yurtdışına. Başına bir şey gelse bizim de büyük ihtimalle Mert'i başka gezegene kaçırmamız gerekecek. Çıtayı çok yükseltti!'' Tüm o gülüşmelerin arasında huzurlu bir nefes aldım. Buradaydık, Onur'la, Mert'le, Burak'la. Gülüşüyorduk. İnanabiliyor musunuz? Biz gülüyorduk!
''Evlatlar,'' Minibüsün arka kapısı açıldığında şoförün konuşmasını duyduk, ''beş saatlik yolumuz kaldı. Tuvalete girecekseniz, markete uğrayacaksanız inebilirsiniz. Etraf güvenli.''
''Abi ben tuvalete girmeyi unuttum evden çıkarken ya!'' Burak telaşla arabadan inerken biz de peşinden indik. Burak hızla tuvalete ilerlerken Mert sıkıca Onur'a sarıldı.
''Hoş geldin kardeşim. Sen kurtulmamak için çabalasan da bizde çareler tükenmiyor görüyorsun ki.''
''Seni başka gezegene kaçırmamız gerektiğinde ben de sana aynı cümleyi kuracağım.'' Aralarında gülüştükten sonra Mert başıyla marketi işaret etti,
''Ben de markete uğrayayım. Bize bir şeyler alırım, geliyor musunuz?''
''Aslında... ben biraz dışarıda durmak istiyorum.'' Onur'un Mert'e verdiği cevapla birlikte başımı salladım,
''Ben de dışarıda durmak istiyorum.'' Mert markete, şoför benzinliğe doğru ilerlerken gecenin ayazında Onur'la başbaşa kaldık. Birlikte benzinliğin baktığı ormana doğru yavaş yavaş ilerlediğimiz sırada Onur'un yüzündeki aydınlanmayı gördüm.
''Şimdi ne olacak?'' diye sordu.
''Nasıl yani?''
''Beni kaçırdınız, tamam. Sırbistan'a gidiyoruz, tamam. Orada her şey ayarlandı, bu da tamam. Peki bundan sonra ne olacak? Her şey düzeldiğinde döneceğiz dedin, her şey nasıl düzelecek Zeynep? Bütün kanıtlar beni gösterirken, çok daha kötüsü ben bile 'Ben yapmadım.' diyemezken beni nasıl kurtaracaksınız.'' Derin bir nefes aldım.
''Babana güvenmiyor musun?''
''Kendime güvenmiyorum.''
''Onur, sana arabada söylediğim gibi. Bunları düşünme. Sen bir tehlike altındaydın ve biz seni o tehlikeden kurtardık. Şimdi buradayız, birlikteyiz. Ve sana söz veriyorum seni tamamen kurtarmanın bir yolunu bulacağız.'' Aldığı nefesini burnundan verdi ağır ağır. Başını kaldırdı, aydınlanmaya başlayan gökyüzüne baktı. Hiçbir şey söylemedi. Öylece, uzun uzun, birlikte gökyüzünü inceledik. İçimden bir ses konuşuyordu o sırada. Az kaldığını söylüyordu. Güçsüz Onur gidecek, çok yakın zamanda eski Onur Zorlu geri dönecekti. O zaman, onunla her kim oynamaya çalışıyorsa artık bu tek taraflı savaş bitecekti. Onur, çok yakında sahalara dönecekti.
''Abi tuvalet bok gibi kokuyor! Giremedim bile!'' Burak'ın arkadan söylenerek geçmesiyle, kurduğu cümle bütün atmosferi bozdu. Yüzümü buruşturarak ona doğru döndüm. Marketten çıkmış bize doğru yürüyen Mert de aynı anda yüzünü buruşturdu.
''Ne gibi kokmasını bekliyordun Burak?'' Mert'in cevabıyla birlikte iğrenerek kıkırdadım. Aralarında konuşmaya devam ettikleri sırada arabaya yöneldik. Birlikte arka tarafa geçip kapıyı ardımızdan kapattığımızda şoförün de ön koltuğa geçtiğini gördük. Mert aldığı cipsi, ve içecekleri çıkardığında o an hiçbir şey yemek istemediğimi fark ettim.
''Bir şey diyeceğim, bu cipsi bu arabada mı yiyeceğiz?'' Mert birkaç saniye düşündükten sonra cipsi kaldırdı,
''Hakikaten. Burak iki dakika sonra ABİ ARABA CİPS KOKUYOR YA diye söylenmeye başlayacak. Şeftalili ice tea aldım hepimiz seviyoruz diye. Ben zaten içer içmez uyumaya devam edeceğim. 5 saat sonra gideceğimiz yere gidince bir şeyler yeriz.'' Ice tea'mi elime alıp hızla içtiğim sırada konuşmalarını dinliyordum.
''Mapus hayatı nasıldı kardeş?'' Burak'ın Onur'a sorusuyla birlikte büyük bir kahkaha attım. Dünyanın en güzel olayı, ne kadar kötü bir olayın ortasında olursanız olun arkadaşlarınızla espri yapmaya devam edebiliyor olmanızdı.
''Saz çalmayı öğrendin mi?'' Burak ardı ardına sorularını sürdürürken gülmekten ölecektim.
''Şaka bir yana, gerçekten iyi ki geldin be. Kafayı yedik burada. Uyuyamıyorum, yemek yiyemiyorum, boş boş düşünüyorum bütün gün bu çocuk ne yapıyor uyuyor mu yemek yiyor mu diye. Kocasının hapisten çıkmasını bekleyen kadınlara döndüm. Seni şu arabada uyanık gördüm ya, sana yemin ederim üstümdeki bütün kasvet kalktı. Bir neşe geldi, bir enerji geldi. Her şey hala kötü gidiyor, hala bir cehennemin içindeyiz. Ama seni görmek o cehennemin ateşini kıstı.'' Birbirlerine sevgileri, bağlılıkları sanırım gördüğüm en güzel arkadaşlık örneğiydi.
''İçinde biriktirdiğin hapishane esprilerini yapabileceğin için sevindin. Hadi itiraf et.'' Onur'a kıkırdadığım sırada Burak gözlerini kıstı,
''Gerçekten böyle bir insan olarak mı görüyorsun beni? Çünkü evet, o yüzden sevindim.'' Gülmekten ölecektim.
''Abi bu şimdi böyle konuşuyor ama bugün bizim eve kıyafetleri almaya gittiğimizde ağlıyordu. Çok ciddiyim ben çanta hazırlarken bir baktım gözlerinden yaşlar akıyor.'' Mert'in kurduğu cümlelerle birlikte gülmekten gözlerimden yaşlar gelmek üzereyken Burak'a baktım.
''Sana yazıklar olsun.'' dedi Burak Mert'e doğru.
''Şunu özlemişim ya,'' diye mırıldandı Mert, ''sizinle gülmeyi, espriler yapmayı. Bir yandan bu durumdayken gülmek içime sinmiyor, ama bir yandan da ne olacaksa olsun diyorum. Belki geleceğimiz yeni başlıyor birlikte, belki son günlerimiz. Kim bilir. Her şeye rağmen şurada bulunduğumuz günleri depresyon içinde geçirmeyeceğiz.''
''Geçirmeyeceğiz, ama eğer biraz daha konuşursak ben uykusuzluktan öleceğim.'' Burak ağır ağır arkasına yaslandığı sırada Mert de içeceklerin boş kalan şişelerini poşete koyup kenara ittiğinde uyumak için arkasına yaslandı.
''Sabah uyandığımızda, sizi aynı şekilde görmek istiyorum. Mahşerin dört atlısı olarak, her zamankinden daha güçlü olarak.'' Burak ve Mert gözlerini kapatıp uyumaya çalışırlarken Onur'un da arkasına yaslandığını gördüm. Elime telefonumu alıp kurduğum alarmımı 5 saat sonraya erteledim. Telefonu elimden bıraktıktan sonra uyusam mı diye düşünerek arabanın içine baktım. O sırada Onur'un beni izlediğini hissediyordum.
''Gel,'' diye mırıldandığında kaşlarımı çattım.
''Geleyim mi?''
''Saatlerce başımı kucağında taşımışsın... Şimdi de... eğer istersen...'' Cümlesini tamamlamasına bile gerek olmadan çok büyük bir cesaretle yutkunarak yavaşça ona yaklaştım. Başımı kucağına yerleştirdiğimde beni izliyordu, yüzümü. Aniden hafifçe sallanan arabayla birlikte saçlarımın bir tutamı yüzüme geldiğinde elimi saçlarımı yüzümden çekmek için kaldırdığımda Onur da elini aynı anda kaldırdı. Durdum, yüzüne baktım. Saçlarımı yüzümden çekecekken eli havada kaldı.
''Neden durdun?'' diye sordum. Sessizce yüzüme bakarken aklından benimle ilgili geçenleri deli gibi merak ediyordum.
''Ne kadar çirkin olduğumu mu düşünüyorsun?'' diye şaka yaptım gülerek. Oysa yüzünde ufacık bir kıpırdanma, gülümseme olmadı.
''Ben hiçbir zaman böyle şeyler söylemem, biliyorsun. İlk defa böyle bir cümle duyacaksın benden, ve son defa... Sen güzelsin Zeynep... Dokunmaya korkacağım kadar güzelsin.''
Sallanan araba, yüzüme bakan Onur, dudaklarının arasından çıkan kelimeler... Öyle güzelsin ki, diyor bana resmen, dokunmaya korkuyorum... Beynimin içinde savaş çıktı. Her hücrem ne oluyor diye bağırıyor. Kulaklarım şokta. Ne oldu, Onur'a ne oldu da bu cümleyi kurabilecek hale geldi?
''Ben... yani... sen...'' diye kekelediğim sırada sertçe dudaklarını araladı.
''Hiçbir şey söyleme. Bu bir iltifat değildi, gerçeği söyledim. Şimdi uyu Zeynep... İyi geceler...''
Gözlerimi ağır ağır kapattım. Binlerce stresli düşünce uçup gitti vücudumdan, en huzurlu olabileceğim yerdeyim şimdi sanırım. Onur'un kucağında. Oysa giden tüm o kötü düşünceler yerini büyük bir korkuya bıraktı. Çünkü ben artık daha fazla korkuyorum onu kaybetmekten. İnsan bir kez bulduğunu, ikinci kez kaybetmekten daha çok korkuyor... Buna izin veremem. Onu yeni bulmuşken tekrar kaybedemem...Her şey huzura ermiş gibi geliyor insana her şeyden birkaç saatliğine sıyrılıp gülüp eğlendiğinde. Oysa kötü olan her şey aslında hala yerinde duruyor, bizi bekliyor. Onur hala tehlikede, Onur'un sonunun ne olacağı hala belli değil, mahkeme hala sürüyor, burada ne yapacağız bilmiyoruz, ne zaman nasıl döneceğiz hiçbir fikrimiz yok. Ama kendimizi akışa teslim etmek zorundayız. Bir nehirdeyiz, bataklığa doğru sürükleniyoruz, ama sudan zevk almaktan başka yapabileceğimiz hiçbir şey yok...
---Yeni bölüm hakkında ne zaman gelecek tarzında bir bilgi vermeyeceğim, işim olmadığını düşünerek ''yarın gelir'' tarzında bir şey söylediğimde mutlaka bir işim çıkıyor. Emin olun en kısa zamanda ilk boş olduğum fırsatta yazacağım. Oy vermeyi unutmayın^^ Instagram'daki bileklik ve kitap ödüllü yarışmamız devam ediyor, yarın son gün. Haberiniz olsun :')
Instagram : beyzalkoc
j9{e
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karantina Serisi
Teen Fiction''Birlikte belanın içine batabileceğimiz kadar battık. Ve şimdi, seni bırakmayacağım... Benimle misin?'' --- Zeynep, kendini yeni okuluna başladığı ilk gün bir felaketin ortasında buldu. Okulu, salgın bir hastalık nedeniyle karantina altına alındı...