Bölüm gecikmesi için üzgünüm, şehirdışındayım, okulum çok fazla yoğun başladı bu yüzden maalesef vakit buldukça yazabiliyorum bölümleri. Bugün okula gitmediğim için bölüm yazdım, bir sonraki bölümü ne zaman yazarım inanın hiçbir fikrim yok. Sınır ödüllü yarışmanın sonuçları haftaya belli olacak bu arada^^ -Beyza.
22.Bölüm : Seninleyim!
*Bu işte birlikteyiz...*
Hani hayat bir döngüden ibarettir ya, bir şeyler bitti diye düşünürken hepsinin tekrar tekrar en başından başladığını gördüğümüz bir döngü. Bitti sandığımız her şeyin aslında başlangıcında olduğumuz o döngü. Ben bir şeylerin sonunda olduğumu sandığım bir döngünün ortasındayım, bitti sandım. Mahşerin Dört Atlısı dediğimiz oluşum yaklaşık 100 saat sürdü ve bitti sandım. Bir daha onlarla konuşmam sandım, bir daha yanlarında durmam sandım, bir daha Onur'dan emir almam, Burak'a gülmem, Mert'in beni sakinleştirmesini izlemem sandım. Bütün gece yatağımda bunları düşünerek uyumaya çalıştım. Ara ara uyudum, ara ara kabuslar görerek uyandım. Onlarla konuşmayacağım bir sabaha günaydın demek istemiyordum. Yorganım kafamda, mahşerin dört atlısı efsanesinin bitişini düşünürken birden telefonum titredi. Kaşlarım çatık bir şekilde elimi yorganın altından çıkardım ve telefonumu elime aldım. Şaka mıydı?
*CİNAYET isimli Whatsapp grubundan yeni mesajlarınız var*
Yataktan fırladım, kelimenin tam anlamıyla fırladım! Telefon elimde şok içinde yataktan fırladım ve anında Whatsapp'a girdim, gruptaki mesajları okurken kalbim üç katı hızda atmaya başlamıştı.
*Burak : Ceset*
*Burak : Abi cesedi okulda bıraktık manyak mıyız biz*
*Burak : Resmen ceset diye bağırarak uyandım az önce, çabuk uyanın, ARKAMIZDA İZ BIRAKTIK*
*Mert : Burak, sana bir haberim var...*
*Mert : Cinayeti biz işlemedik kardeşim. O bizim izimiz değil.*
*Burak : Aynen abi, cesedi elleriyle taşıyan, her yerinde parmak izleri olan da biz değiliz zaten kesinlikle katılıyorum sana*
Heyecanla mesajları okurken bir bildirim daha geldi, gruba gelen yeni mesajla birlikte yutkundum.
*Onur : Okul bugün kapalı, temizliğe yarın başlayacaklar, şimdi kimse yok. Hazırlanın, gidip ne yapabileceğimize bir bakalım.*
Tereddütle okudum mesajı. Hazırlanın diyordu. Hazırlanın. İkinci çoğul şahıs. Hazırlanın. Ben de mi? Yoksa sadece Mert ve Burak mı? Bu soruyu sorabilmek için her şeyimi verirdim ama tam şuan bunu sormaya cesaretim yoktu. Sen gelmiyorsun dedikleri anda ne hissederdim? Ne hale gelirdim? Ama içimden bir ses de beni götürmeyeceklerini söylüyordu... Onlara ne gibi bir yardımım dokunabilirdi ki? En iyisi sessiz kalmaktı. Cevap vermeyecektim, beni istiyorlarsa bunu kendileri söylerdi zaten.
Mor şortlu Mickey Mouse pijama takımımla birlikte odamdan çıktım. Merdivenlerden inip alt kata, mutfağa ulaştığımda annem ve babamın birlikte kahvaltı hazırladıklarını gördüm. Bu bir ilkti. Annem ve babam. Tartışmadan bir eylemi gerçekleştiriyorlar! Birlikte!
''Günaydın hayatım, karnının gurultusundan uyuyamadık! Biz de kalkıp sana kahvaltı hazırlayalım dedik. Özlemişsindir? Kızarmış ekmek, yumurta, patates kızartması? Bunları hatırlıyor musun?'' Gülerek babamın uzattığı patates kızartmasını yedim ve masaya oturdum. Annem fincanıma çay koyarken babam tam karşıma oturdu,
''Bu ne?'' diye sordum kızarmış biberi göstererek, ''hatırlamıyorum!'' Birlikte gülüştüğümüz sırada bir anlığına Onur, Mert, Bura faktörünü unutmuştum. Uzun zaman sonra ilk defa mutlu bir kahvaltı yapıyordum.
''Eee anlat bakalım, esir hayatı nasıldı. Arkadaş bulabildin mi?'' Babamın sorusuyla birlikte derin bir iç çektim. Arkadaş... bulabildim...
''Eh, birkaç kişiyle ayak üstü konuşmalarımız oldu.'' Onlarla bir cinayeti çözmeye çalıştık.
''Ama çok samimi olmadık daha...'' Her şeylerini biliyorum.
''Zaten karantina kaldırılıncaya kadar genelde uyudum.'' Uykusuzluktan bayıldım.
''Pek bir değişim olmadı yani hayatımda...'' Hayatım geri döndürülemez bir şekilde komple değişti.
''Dersler başlayınca samimi olduğun arkadaşların da olacak. Bana bak, erkeklerle çok vakit geçirmeseydin. Babalar böyle şeyleri sevmez!''
''Yok... kızlarla takıldım hep...'' Günlerdir sadece üç erkekle konuşuyorum, onlarla uyuyorum, onlardan başka kimseyi tanımıyorum, bana Onur'unki diyorlar.
''Aferin güzellik. Hadi, bu kadar okul muhabbeti yeter. Ye bakalım.''
Kahvaltı uzun zaman sonra güzel geçti, kıtlıktan çıkmış gibi yiyordum. Hayatımda hiç bu kadar yemek yememiştim. Ve işin garip yanı annem ve babam da ilk defa birbirlerine karşı bu kadar ılımlı görünüyorlardı. Normalde her kahvaltıda, her akşam yemeğinde tartışan annem ve babam şimdi birbirlerini gerçekten seviyorlar gibi davranıyorlardı. Belki benden uzak kalmak akıllarını başlarına getirmişti? Kim bilir. Ne olduysa iyi olmuştu.
Kahvaltının sonuna doğru kapı çalınca babam saçlarımı okşayarak ayağa kalktı ve kapıya doğru ilerledi. O sırada annem çayımı tazelerken babam tekrar mutfağa girdi, yüzünde garip bir ifadeyle kaşları çatılı bir şekilde bana baktı.
''Zeynep...'' dedi, ''üç delikanlı seni soruyor.'' Ağzımdaki çay boğazıma ulaşamadan öksürüğümle birlikte dudaklarımın arasından çıkarken şok içinde ayağa fırladım ve kapıya koştum. Deri ceketini ve kareli kırmızı gömleğini giymiş, güneş gözlüğü yüzünde, güneşten yüzünü saklamaya çalışan, eli cebinde Onur Zorlu. Kot ceketiyle beyaz tshirtünün uyumu muhteşem görünen kollarını göğsünde birleştirmiş Burak, üstüne kahverengi şık bir kazak giymiş bana gülerek bakan Mert. Ve karşılarında Mickey Mouse'lu pijamasıyla durmuş onlara şaşkın bakışlarla bakan ben. Zeynep Akay. Mahşerin Dördüncü Atlısı...
''Pijaman... güzelmiş...'' Onur'un cümlesiyle birlikte utancımdan yerin dibine girmek üzere olduğumu hissettim. O sırada babam arkamdan gelince boğazımı temizleyerek babama döndüm,
''Baba bunlar okuldan arkadaşlarım... Burak, Onur ve Mert...'' Babamın yüzünün kızardığını o kadar net görebiliyordum ki.
''Evet, Zeynep sizden bahsetmişti...'' Aynen öyle. Kız arkadaşlar edindiğimden çok güzel bahsetmiştim.
''Baba, eee, sen mutfağa geç. Ben hemen geliyorum.'' Babam başını sallayıp içeri geçerken onlara doğru bir adım attım. Koca bir Mickey Mouse adımı!
''Okula böyle gelirsen sevinirim. Bütün gün bakıp güleceğim bir şeyi yanımızda taşımak güzel olacak.'' Burak kendi çapında esprisiyle birlikte gülünce gözlerimi devirdim.
''Okula mı? Beni de mi... yani beni de mi yanınızda götürmek istiyorsunuz..?'' Mert bana göz kırptı.
''Mahşerin Dört Atlısı?'' Gerçekten artık onlarla bir daha konuşmayacağıma o kadar emindim ki... Şuan üçüne birden sarılsam dünyanın en saçma anını yaşıyor olurduk. O yüzden kendimi tutacaktım.
''T-tamam... Ben hemen hazırlanayım. Siz arabada bekleyin.'' Kapıyı yüzlerine kapatır kapatmaz mutfağa koştum.
''Benim ufak bir işim var, okulda unuttuğumuz bazı şeyleri almak için okula gideceğiz. Birkaç saate dönerim. Hazırlanıp çıkacağım sizi seviyorum!''
Cevap vermelerine izin dahi vermeden koşarak odama çıktım. Şuan Onur'un beni ilk kez doğru düzgün bir halde göreceği fırsat geçmişti elime! Üzerime kısa kırmızı salaş elbisemi geçirdim. Kahverengi saçlarımı krepe tarağıyla biraz kabartıp yüzüme hafifçe allık ve parlatıcı sürdükten sonra çantamı alıp merdivenlere yöneldim. Kapıya doğru ilerlerken babamın ''KIZ ARKADAŞLARINA SELAMLAR!'' diye söylendiğini duydum. Gülerek evden çıktığım sırada babasının lüks arabalarından birinin sürücü koltuğunda Onur Zorlu'nun bana nutku tutulmuş bir şekilde baktığını gördüm. Ağır ol Zeynep... Yavaş yavaş yürü...
Asil bir duruş sergilemeye çalışsam da becerebildiğim bir şey değildi. Utanarak hızlıca arabanın arka koltuğuna, Burak'ın yanına oturdum.
''Sivil kıyafete izin verilmemesini anlamıyorum. Bir dünki Zeynep'e bakın bir de buna! Ben şok...''
''Bunu iltifat olarak alıyorum. Teşekkür ederim...'' Gülerek sessizce teşekkür ettiğim sırada Onur'un dikiz aynasından beni izlediğini fark ettim. Boğazımı temizleyerek telefonumu elime aldım ve oyalanmak için galeride gezinmeye başladım. Yola çıktığımız sırada radyoda Gece grubunun Aşık Mıyız? Şarkısının çalıyor olması bana kendimi klipte gibi hissettiriyordu. Ne zaman arabada olsam, ne zaman güzel bir şarkı çalıyor olsa kendimi klipte gibi hissederdim. Hem şimdi klibin bir de başrol ortağı vardı. Onur Zorlu.
''Şimdi, biraz iş konuşalım.'' Onur iş adamı edasıyla gayet ciddi bir şekilde konuya girince telefonumun ekranını kapatıp başımı kaldırdım ve ona baktım,
''Cesedi ne yapacağız?''
''Cesedi yok edemeyiz. Onu biz öldürmedik, kanıtların yok olmasını istemiyoruz. Biz sadece cesedi bir süreliğine saklamak istiyoruz. O yüzden onu oradan alacağız... taşıyacağız... ve bir yere götürüp saklayacağız. Bu kadar basit.'' derken gözlerinin dikiz aynasından bir kez daha bana kaydığını gördüm, ''yazık olacak.'' dedi gözleri üzerimdeyken. Kaşlarımı çattım.
''N-neye...'' Gözleri aynadan omuzlarıma kaydı.
''Etkileyici görünmek için yaptığın bunca hazırlığa. Birazdan ceset taşıyor olacaksın.'' Ona nefret dolu bir bakış attım. Tam o sırada söze Burak girdi,
''Seni harcayacağız Zeynep!'' Kendi aralarında gülüşürlerken gözlerimi devirdim.
''Üç erkek olarak bir cesedi taşırken benden yardım alacaksanız ben sizi harcamış olacağım yalnız...''
''Zeynep vurdu ve gol oldu! Top ağlarda!'' Mert'in gururlu cümlesiyle birlikte ona göz kırptım. Nihayet okulun önüne geldiğimizden arabadan ilk inen ben oldum. Bazı camları kırılmış, bahçesi çöp poşetleriyle dolu karanlık okula baktım... Zorlu Koleji... İçinde hayatımın değişiminin ilk adımlarının atıldığı okul. Yanımda Onur Burak ve Mert de belirince bir süre okulu izledik dışarıdan. Dördümüzün de aynı şeyleri düşündüğünü biliyordum.
''Kim yapar...'' diye girdi söze Mert, ''bir lisede masum bir kızı kim niye öldürür? Şu okulda hiçbir olay olduğuna şahit olmadım. Bir kez olsun birinin biriyle kavga ettiğini bile görmedim. Şimdi kim niye birini öldürecek kadar ileri gider? Ve biz bu insanı nasıl bulacağız... Resmen bir katille aynı okuldayız, belki aynı sınıfta... ve yapabileceğimiz hiçbir şey yok.''
''Var,'' diye sözünü kesti Onur, ''ceset bizdeyken, en büyük kanıt bizim elimizdeyken onu bulmamız çok olası. Yapabileceğimiz tek şey bu, onu bulmak... Cesedi aldıktan sonra adli tıp okuyan bir arkadaşıma göstermeyi düşünüyorum. En azından ne şekilde öldürüldüğü hakkında bir bilgi alabiliriz. Ama yine de olayın duyulmasını da istemiyorum... Kafamın içinde binlerce düşünce var. Binlerce ihtimal var. Tek istediğim bu olayın babamın kariyerine zarar vermeden çözülmesi. O yüzden buradayım, o yüzden buradasınız. Aynı okulun içinde karantina altındayken başka seçeneğiniz yoktu, benimleydiniz, benimle olmayı seçmek zorundaydınız. Ama şimdi karantina altında değiliz. Ve ben bir yola girdim, bu cinayeti her kim işlediyse onu bulacağım. Bunu babam için yapacağım. Ama şimdi hiçbirinizi benim yanımda olmaya zorlayamam. O yüzden tam şuan iyi düşünün, karar verin. Benimle misiniz? Değil misiniz?''
Derin bir nefes aldım. Bakışlarım Onur'a kaydı. Bana değil okula bakıyordu. Bu soruyu sorması bana durumu düşündürtür sanmıştım. Ama öyle olmadı. Düşünmedim bile, ağzımdan direkt bir kelime çıktı,
''Seninleyim.'' Onur'un birkaç saniyeliğine nefes almadan kıpırdamadan durduğunu fark ettim. Gözleri gözlerime kaymadı ama, bana bakmadı. Sadece duruyordu. Durması bile yeterdi, şaşırdığını görmek bile yeterdi.
''O nasıl soru abi. Seninleyiz tabi ki.'' Mert doğru düzgün konuşurken Burak'ın ''ölene kadar seninleyim bırakmam...'' şarkısının sözlerini mırıldanışı yine gergin ortamı hafifletti, daha sonra ciddileşerek cevap verdi,
''Bu işin sonucunda başımız belaya girse de, girmese de, ne olacağını öngöremesem de ben seninleyim. Üçümüz de seninleyiz. Bu işte birlikteyiz...''
Onur başını sallayıp okula doğru ilerlerken peşinden bir adım attım. Birlikte okula girdik. Konuşmadan okulun yangın merdivenlerine daldık. Karanlık merdivenleri bir kez daha birlikte dikkatlice çıktık. Yangın merdiveninin en üst katlarından birinde, yıkık dökük müzik odasında durduk. Onur kapıyı açıp içeri girerken kapı tam üstüme kapanmak üzereyken aradan sıyrılıp içeri daldım. Dördümüz birlikte toz dolu odaya girdiğimizde Onur aceleyle cesedin üstüne örttüğümüz örtüye doğru ilerledi. Birlikte oraya yöneldiğimizde Onur'un örtüyü tuttuğunu gördüm. Tuttu, örtüyü kaldırdı ve şok içinde bakakaldım... bakakaldık...
''Hassiktir!'' Burak'ın tepkisi her şeyi özetliyor gibiydi.
Bu olayın başlığı kocaman bir hassiktirdi! Çünkü ceset, üstüne örttüğümüz örtünün altında yoktu... Ceset...kaybolmuştu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karantina Serisi
Teen Fiction''Birlikte belanın içine batabileceğimiz kadar battık. Ve şimdi, seni bırakmayacağım... Benimle misin?'' --- Zeynep, kendini yeni okuluna başladığı ilk gün bir felaketin ortasında buldu. Okulu, salgın bir hastalık nedeniyle karantina altına alındı...