39.Bölüm : Bizimle Misiniz?

673K 30.5K 8.3K
                                    

39

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


39.Bölüm : Bizimle Misiniz?

*Biz buradayız, onunlayız...*


Ne oldu, ne bitti anlamadım. Ne zaman ayağa kalktığımı hatırlamıyorum, herkes ne zaman ayağa kalktı, bu salon nasıl bu kadar karıştı... Herkes ayakta, herkesten bir ses çıkıyor, Onur'un babası baygın, Onur şok içinde, Mert, Burak, bağırıyor... Benimse gözlerim Onur'da. Öyle çaresiz bakıyor ki babasına. Öyle çaresiz başını kaldırıp bakıyor ki bize, sanki bir şeylerin yeni yeni farkına varmış gibi. Konuşmak istiyorum onunla, ''Senin susman,'' demek istiyorum, ''seni suçlu yapacak. Konuş!'' Oysa konuşmamız yasak, yanına yaklaşmamız yasak, dokunmamız yasak. Sonra hakimin sesini seçebildim bu karmaşanın içinde, önceki söylediklerini duyamadım, sonraki söylediklerini dinleyemedim. Tek bir cümle geçti kulaklarımdan,

"Yeterli delilin sağlanmaması ve itiraf alınamaması üzerine, diğer cesedin incelenmesi için, mahkemenin 4 Ekim'e ertelenmesine, Onur Zorlu'nun tutukluk halinin ve görüş yasağının devamına karar verilmiştir...'' İki hafta, bir sonraki mahkemeye koskoca iki hafta. Her şey öyle bulanık ki şuan, bir yere sığınıp kendimi yere atıp duvarlara vura vura ağlamak istiyorum sadece. Onur'dan bir adım bekliyorum, bir şey söylemesini bekliyorum. Ona da konuşmak yasak, bize de oysa. Beklediğim yardım çağrısını asla alamayacağımı biliyordum, buna rağmen bir şekilde Mert ve Burak Onur'un babasının başında kalırken koridora Onur'u son kez görmek için çıktım. Koridorda iki askerin arasında bekletiliyordu diğer askerlerin onlara katılması için. Tam karşısında, öylece uzaktan baktım ona. Başını kaldırdı, yüzüme baktı, uzun uzun baktı. Gözlerimle yalvardım ona, gözleriyle bana bir şey söylesin diye. O kadar üzgün, o kadar bitkin, o kadar yılmış duruyordu ki... Ona doğru bir adım attım büyük bir cesaretle, sonra yasak meyveye doğru yürüyormuşum gibi askerlerden birinin elini kaldırdığına şahit oldum.

''Görüşmek yasak.'' Attığım adım, yerde donakaldı. Cesaretim içimden düştü, koridora doğru yuvarlandı sanki. Geriye doğru bir adım attım, duvara yaslandım. Onu izlemeye devam ettim, yere bakışını, kelepçeli elleriyle kendi ellerini tutuşunu... Sonra birden, başını dikleştirdi, bana baktı. Öyle bir şey yaptı ki o an, aklım günler öncesine gitti. Bana sol gözünü kırptığında kaşlarımı çattım, bu normal bir göz kırpma değildi. Günler önce, ikinci kez sorguya alınmadan hemen önce korkudan tir tir titrediğim sırada bana kurduğu cümleler yankılandı beynimin içinde,

''Ben küçükken, annem babam ve ben bir oyun oynardık. Annemle ben takım olurduk. Babam da tek başına bir takım olurdu. Oyunda takım arkadaşlarının birbirleriyle konuşması yasaktı. Ama annem bana oyundan önce demişti ki, 'eğer yardımıma ihtiyacın olursa bana göz kırp, sana yardım edeceğim...' Her yardıma ihtiyacım olduğunda göz kırpardım, her yardım istediğimde gizlice yardım ederdi annem bana. Biliyorum, saçma gelecek. Ama bunları çok film izlemekten beynin sana düşündürtse de eğer gerçekten sana susmanı söylerlerse, üstüne dinleyici yerleştirirlerse, göz kırp Zeynep. Bu da bizim anlaşma şeklimiz olsun. Olur mu?''

Bu oyunun konuşması yasak tarafları bizdik şimdi, ve Onur içeride babası baygın bir halde yatarken bana öylesine göz kırpmıyordu. Bana göz kırpıyordu, çünkü benden yardım istiyordu artık. Bana göz kırpıyordu, çünkü ayakta kalmamızı istiyordu, pes etmememizi istiyordu, onun için çabalamamızı istiyordu.

Gözlerimin önünde askerler tarafından götürülürken ardından baktım. Kesilmiş saçlarına, bomboş kalan o güzel ensesine bakakaldım... Ama şimdi durup uzun uzun onu seyretme zamanı değildi, sonra bol bol vaktim olacaktı bunun için. Bana borcu vardı. Şimdi, harekete geçme zamanıydı. Hızla mahkeme salonuna girdiğimde avukatları, Mert'i, Burak'ı ve müdür yardımcısını Onur'un babasının başında buldum. Burak'ın kolunu tuttuğum gibi bana döndü,

''Ne oldu?'' diye fısıldadı telaşla, ''benimle gelmeniz lazım. Konuşmamız lazım.''

''Onur'un babasını bırakamayız!''

''Bırakmak zorundayız! Yanında bir sürü insan var!'' Mert bize kaşları çatılı bir halde bakarken başımla koridoru işaret ettim,

''Siz geçin,'' dedi Mert, ''konuşup geliyorum.'' Burak'la birlikte koridora doğru ilerlediğimiz sırada Mert durumu açıklıyordu. Burak'ı koridorun köşesine çektiğimde merakla baktı bana,

''Ne oldu şimdi?'' Kapıya baktım, Mert iki saniye sonra kapıdan çıkıp yanımıza geldiğinde yutkundum.

''Bakın, biliyorum saçma bulacaksınız. Ya da çocukça gelecek belki, ama... şöyle bir şey oldu... Onur az önce götürülmeden önce bana göz kırptı. Bana geçen gün demişti ki bu ann-'' derken Burak atladı,

''Yardım istiyor!'' Kaşlarımı çattım şaşkınlıkla,

''Siz... bu olayı... biliyor musunuz?'' Mert alt dudağını ısırdıktan hemen sonra konuşmaya başladı,

''Bu annesiyle arasında bir olaydı. Sonra bizim aramıza da yayıldı. Sokakta her oyun oynadığımızda grup olurduk, ve göz kırpmak demek, birbirimizden yardım istiyoruz demekti. Kart oyunu oynarken mesela, göz kırpıyorsa elinde iyi kart yok demekti, bizden kart istiyor demekti... Şimdi de bu göz kırpma pes etmekten vazgeçtiğinin göstergesi. Babasını, bizi bu halde gördükten sonra yardım istiyor. Elinde iyi kart kalmadı, bizden kart istiyor.''

''Abi bizim de elimizde kart kalmadı ki! Böyle sikik oyun mu olur!'' Burak sinirle ellerini kaldırdığında derin bir nefes aldım,

''Yapacak bir şeylerimizin olması lazım. Bir şeyler bulmak zorundayız.'' Mert düşünceli bir şekilde birkaç saniye duvara baktıktan sonra bakışlarını bize çevirdi,

''Onur'a destek lazım.'' diye mırıldandı birden aklına bir şey gelmiş gibi, ''çok büyük destek.'' Kaşlarımı çattım merakla,

''Nasıl yani?''

''Olayı daha fazla incelemelerini, Onur'a bir şans vermelerini, zaman kazanmamızı sağlamak için yapılacak tek şey Onur'a inanan daha fazla insan olması. Düşünsenize, bir okuldan bir öğrenci suçlanıyor ve o okulda kimseden ses çıkmıyor. Kimse ''O yapmaz!'' demiyor, mahkeme bomboş... Ne kadar şans verirler? Ne kadar daha uzatırlar bu mahkemeyi? Ne kadar daha incelerler bu olayı? Görmüyor musunuz, herkesin geldiği hal yüzünden bir şans daha verildi ve iki hafta daha uzatıldı mahkeme. Bir sonraki mahkemede karar verilecek, Onur müebbet yiyecek. Ama eğer, onu destekleyen bir kitle olursa, ''O yapmaz!'' diyen insanlar olursa, olay iyice duyulursa ve bir şekilde Onur'a haksızlık yapıldığına inanılırsa mahkeme de bu insanlar için daha çok inceleyecek bu olayı, daha çok zaman verecek.''

Anlattıkları o kadar mantıklıydı ki içimde bir umut ışığı doğdu.

''Peki ne yapacağız? Nereden bulacağız bu kadar insanı?''

''Bulmayacağız. O insanlar zaten var.'' Mert başka hiçbir şey söylemeden koridordan hızla çıkışa yöneldiğinde Burak'la peşine takıldık. Bize hiçbir şeyi açıklamadan hızla ilerlerken biz de hiçbir şey sormadan peşinden ilerliyorduk. Arabaya bindiğimizde meraktan delirmek üzereydim.

''Anlatmayacak mısın? Nereye gidiyoruz?'' Mert cevap vermeyip arabayı hızla sürdüğünde Burak'tan cevap geldi,

''Görmüyor musun Zeynep, hepimiz kafayı yemeye başladık. Önce Onur, şimdi Mert, sıra bizde...'' Gözlerimi devirip Mert'e baktığımda yüzündeki gaza gelmişlik ifadesi içimde bir umut oluşturdu. Dakikalar sonra anladım aklına gelen olayı, okul bahçesindeydik. Zorlu Koleji'nin bahçesinde. Oysa buraya gelmemiz, umudumu kaybetmeme yetmişti bile.

''Mert...'' diye mırıldandım, ''Okuldaki herkes Onur'dan nefret ediyor...''

''Onlar öyle sanıyor.''

Okula girdiğimiz gibi kendimizi müdür odasında bulduk, Mert okula ciddi bir sesle anons yaptığında korkuyla izliyordum olacakları,

''Okulda kurs için bulunan tüm öğrenciler konferans salonuna!''

''Okulda kurs için bulunan tüm öğrenciler konferans salonuna!''

''Okulda kurs için bulunan tüm öğrenciler konferans salonuna!''

Defalarca yaptığı anonstan sonra odayı terk edip herkes toplanmıştır umuduyla konferans salonuna arka kapısından girdiğimizde yanılmadık. Herkes oradaydı. Birinin ''Yine ne oluyor abi ya okul kabusa döndü!'' dediğini duydum. Ona bir arkadaşı eşlik etti, ''Ya biri ölmüştür, ya karantina altında kalacağız ya da soygun filan vardır herhalde...'' Kendi aralarında gülüşürlerken Burak, Mert ve ben çıktık sahneye. Mert, eline ayaklı mikrofonun mikrofonunu aldığında herkes bize döndü.

''Arkadaşınızın müebbet yiyip yemediği belli oldu mu?'' Gelen cümle üzerine birkaç kişinin gülüşmesi Burak'ın elini yumruk yapmasına yetti,

''Gel ben sana yedireyim müebbeti-'' derken elimi ağzına götürdüm. Şuan bunun yeri veya zamanı değildi. Şuan bu insanları kızdırmak için değil, destek almak için buradaydık. Mert söze girdiğinde herkes sessizleşti bir anda,

''Biliyorum, Onur'un size karşı her zaman soğuk olduğunu düşündünüz ve gördüğüm kadarıyla hala düşünüyorsunuz. Ama ben bugün buraya bazı şeyleri açıklamak için geldim. Öncelikle burada duyacağınız hiçbir şey, sizi hiç kimseye karşı utandırmamalı. Çünkü Onur hakkında konuşurken hiçbiriniz utanmıyordunuz. Ben burada, kimsenin ismini vererek açık açık kimin ne yaptığını söylemeyeceğim. Tuvalette ne yaparak yakalananlar olduğunu gayet iyi biliyorsunuz, okuldan atılmamak için ne kadar yalvaranlar olduğunu... Bu okuldan bugüne kadar tek bir kişi bile atılmadı. Bunun aileleriniz sayesinde, sizin ağlamalarınız sayesinde olduğunu mu düşünüyorsunuz? Ben her disiplin suçunun her aşamasında oradaydım, olayın içindeydim. Her şeyi gördüm. Okul müdürümüzü, babasını ikna eden hep Onur'du. Eğitim hayatınızla oynatmayan, yaptığınız her şeye rağmen birer şansı daha hak ettiğinize dair babasını ikna eden Onur'du. Hangi Onur'dan bahsettiğimi anladınız mı? Bundan yıllar önce ödenmeyen taksitlerin senetlerini babasından saklayan Onur, sizin şuanki durumuna mutlu olduğunuz Onur... Aranızda Esra'yı hatırlayanınız var mı, lise birinci sınıftaydık... Kanser olduğunu öğrenmişti, ama okuldan mezun olabilmek en büyük hayaliydi. Derslere gelmiyordu, sınavlara giremiyordu. Ama eğer geçen sene onu kaybetmeseydik seneye bu okuldan mezun olacaktı. Çünkü kanser olduğunu öğrendikten, hastaneye yattıktan sonraki iki yılda bile derslerde var göründü, sınavlar onun hastane odasında yapıldı onun için. Peki bu fikri okul müdürümüze sunan kimdi, onu ikna eden kimdi? Onur Zorlu. Nefret ettiğiniz Onur'un ta kendisi. Beş yaşında annesini kaybeden, annesinin ölüsünün kucağında saatlerce yatan Onur. Yıllarca her saklambaç oynadığımızda bir yerde annesini de bulacağını düşünen Onur. Bir kere altı yaşındayken yanlışlıkla benim anneme anne dediği için saatlerce ağlayan Onur. Yedi yaşına kadar sırf annesinin kokusunu duyarak uyumak için annesinin tshirtlerini giyerek uyuyan Onur. Her ay annesinin mezarına gidip saatlerce sessizce orada oturan, ama şimdi annesinin mezarını bir daha görememe tehlikesiyle hapsedilen Onur. Üstüne büyük bir suç atılan, bir oyun oynanan, her delilin onu gösterdiği, ama onun bizden yardım istediği Onur. Tertemiz ellerinin kanlı olduğu iddia edilen Onur. Benim, bizim, kardeşimiz. Burası, basit bir lise değil arkadaşlar. Hepinizi tanıyorum, en başından beri. Hepinizin çocukluğunu biliyorum, burası bizim evimiz. Biz hep beraberdik. Biliyorum, Onur size karşı hep soğuk göründü. Ama tek biriniz, TEK BİR TANENİZ, Onur bana bunu yaptı diyebilir mi? Onur beni üzdü, Onur bana zarar verdi? Diyebilir misiniz, bir taneniz diyebilir misiniz? Diyebilir misin?'' dedi Mert bir kıza bakarak. Kız başını hayır der gibi salladı. Herkes dağılmıştı, herkesi dağıtmıştı bu konuşma. Gözleri dolan insanlar, suspus olmuş insanlar öylece bize bakıyorlardı...

''Diyebilir misin?'' dedi Mert bir çocuğa,

''Diyemem...''

''Sen? Sen diyebilir misin!''

''Hayır...''

''Sen?''

''Hayır...''

''Diyebilirim diyen var mı? Onur bana bir kötülük yaptı diyen var mı? Onur bana zarar verdi, beni üzdü, diyebilen var mı?'' Ses çıkmadı. O an öyle bir hava vardı ki ortamda, tüylerim diken dikendi. Herkes mahvolmuştu. Sanki hepsinin öz kardeşleri hapisteydi, öyle kendilerine getirmişti bu konuşma onu.

''Onur benim kardeşim, Onur bizim kardeşimiz. Yıllardır beraberiz, konuşsak da konuşmasak da. Birbirimizi bu zamana kadar sevsek de, sevmesek de. Başına gelenleri duydunuz, size ne kadar sıcak davranmasını beklerdiniz? Annesini kaybetmiş bir insanın, başkasını bulmayı istememesini gayet iyi anlamanız lazım. Onur size göstermeden hep sizin yanınızdaydı, arkanızdaydı. Ve şimdi, ilk defa o bizim yardımımıza muhtaç. Şimdi biz onun yanında olmak zorundayız. Her mahkemede, her yerde, her şekilde yanında olmak zorundayız. Ben, Zeynep, Burak, biz varız... Siz? Siz var mısınız? Bizimle misiniz?''

''Ben sizinleyim!'' dedi bir ses kalabalık arasından,

''Ben de!''

''Biz de... Abi ne yapabiliriz, bir imza kampanyası mı başlatsak?''

''Benim babam avukat, eve gider gitmez konuşacağım.''

''Gazeteci bir tanıdığımız var, bu olay hakkında Onur için olumlu konuşarak haber yapmasını isteyeceğim, insanlar Onur'a inanmalı! Ben varım.''

Kalabalıktan sesler yükselirken, herkes kendi fikrini anlatırken, herkes Onur'a inanırken içimdeki umut büyüdü o an. Başaracaktık. Çok daha fazla insan inanacaktı Onur'a, Onur'a inanmayan insan kalmayacaktı. Herkese duyuracaktık, gerekirse milyonlarca insanla tek tek konuşarak anlatacaktık her şeyi. Çünkü Onur, bana göz kırpmıştı... Bir göz kırpması uğruna onu oradan kurtaracaktık. Ve artık, tek başımıza değildik. Yüzlerceydik, binlerce de olacaktık. Biz buradayız, onunlayız. Peki siz... siz bizimle misiniz?


40.Bölüm Fragmanı :

Sesi titriyordu. Sesim titriyordu. Daha hiçbir şey söylemeden, söylemesine gerek olmadan gözyaşları süzülmeye başladı yanağımdan. Titrek bir nefes aldığım sırada tek bir cümle söyledi içimi ısıtan. Ağır ağır konuştu, fısıldadı adeta, oysa onun sessizliği benim içimin en büyük gürültüsüydü,

''Mahkemede... çok güzeldin...''


---
Instagram : beyzalkoc

Snapchat : beyzaalkoc


Çalışma için Arzu Akçin'e çok çok teşekkürler^^

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Çalışma için Arzu Akçin'e çok çok teşekkürler^^

Karantina SerisiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin